yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

İnadı ve İsyanıyla: Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) geçtiğimiz günlerde Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor adlı yeni oyunuyla seyirci karşısına çıktı. Oyun Türkiye’nin en önemli yazarlarından biri olan Sevgi Soysal’ın yaşamından kesitler sunarken, aynı zamanda onun mücadele dolu yazarlık serüvenini ve kaleme aldığı karakterleri de sahneye taşıyor. BGST, meselesi ve sözü olan metinleri sahnelemesiyle yakından takip ettiğimiz ekiplerin başında geliyor. Daha önce 2017 yılında Zabel Yeseyan’ın hikâyesini bizlere aktarmış ve oyunun yazarları Aysel Yıldırım ile Duygu Dalyanoğlu, Tiyatro Eleştirmenler Birliği Ödülleri’nde “Yılın Yerli Oyun Yazarı” ödülüne layık görülmüşlerdi. Ödülün ardından ekip, sahnelenmeye değer pek çok kadın hikâyesi olduğuna vurgu yaparak daha fazla kadın oyununun yazılıp oynanmasını dilediklerinin altını çizmişti. BGST’nin 2017’de göz kırptığı bir hayal, sahnede ete kemiğe bürünmüş olarak 2023’te Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor’la karşımıza çıkıyor.

Oyunun metnini Duygu Dalyanoğlu kaleme alırken rejisinde Aysel Yıldırım’ı görüyoruz. Sevgi Soysal’ı canlandıran Zeynep Okan’a ise sahnede Banu Açıkdeniz, Burcu İsra Kanbakoğlu, Duygu Dalyanoğlu ve Nihal Albayrak eşlik ediyor.

“EN ÖNEMLİ SİLAHI: YAZMAK”

Sevgi Soysal, Alman bir annenin ve Selanik göçmeni bir babanın altı çocuğunun üçüncüsü. 1936 yılında İstanbul’da gözlerini dünyaya açıyor. Çocukluğu ise iki yaşından itibaren Ankara’da geçiyor. Arkadaşlarının aksine çok seviyor Ankara’yı, sokaklarını, insanlarını… Yazmaya merakı küçük yaşlarda başlıyor. Duyduğu hikâyeleri, şahit olduğu olayları kendine özgü üslubuyla dile getiriyor. Bu merakı ona genç yaşından itibaren edebiyat dünyasının da kapısını aralıyor. Fakat ülkede kadın olmak bile henüz zorken bir kadın olarak hikâyeler yazmak, hele bir de ülke kadınını kendine dert edinip “toplum”la restleşmek hiç kolay olmuyor.

İlk kitabı Tutkulu Perçem’le başlayan yazarlık hayatı, son anına kadar büyük bir tutku ve inatla sürüyor. Kitapları ve yarattığı karakterleriyle toplum ahlakını bozmakla suçlanıyor, eserleri toplatılıyor, onun payına ise cezaevi düşüyor, yine de vazgeçmiyor. Hastalık illeti gelip onu bulduğunda dahi durmuyor. Ölüm basit onun için. Oysa o pencereleri seviyor. Günü o pencerelerin önünde karşılamayı, doğayla beraber uyanmayı… TRT’de radyo programı yaptığı zamandan arkadaşı Serpil Erdemgil şöyle bahsediyor Sevgi Soysal’dan: “Ölüm kolay bir çıkış yoluydu ona göre… Öyleyse, elinden geldiğince bu işi yokuşa sürecekti. Nasıl mı? En önemli silahıyla, yani yazarak tabii, kendini güçlü tutacaktı. Şık Chelsea semtinde, Flood Street’te bir daire tutmuşlardı; hastaneye de yakın. … Londra’yı ayaklar altına seren pencereleri vardı. En çok da o pencereleri seviyordu; geceleri çektiği acılara sıkıntılara rağmen, sabahın beşinde kalkıp yazmayı, doğanın uyanışını seyretmeyi… ‘Yeter, bütün ömrümüz uyumakla geçti!’ deyip, zamanın kuyruğuna asılıyordu tüm gücüyle.”[1]

HEM SOYSAL’IN HEM CUMHURİYET’İN TARİHİNE UZANAN O YOL

Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor oyunu, yazarın 40 yaşından başlatıyor zamanı. Kanser hastası Sevgi Soysal, tedavi için gittiği Londra’daki dairesinde güne uyanıyor. Penceresinden dışarı bakıyor bir süre. Biraz yorgun, biraz bitkin, belki de içinden bir şeyler yapmak gelmiyor. Fakat gelin görün ki kapısında kimin bıraktığını bilmediği bir paketle karşılaşıyor. Paketin içinde de yazdığı kitaplar. Uzun bir aradan sonra bulduğumuz bir eşyanın bizi hatıralarımızda yolculuğa çıkarması gibi o kitaplar da Sevgi Soysal’a bir kapı aralıyor. Hem kendi tarihine hem de memleket tarihine doğru uzanacak o yolu gösteriyor. Yürüse bir dert yürümese ayrı… Serde inatçılık da var. Yazdığı karakterlerin ruhları çevresini sarmışken habersiz, onlardan aldığı yetkiyle başlıyor anlatmaya.

Oyun daha açılış sahnesiyle izleyicinin tüm dikkatini o sessizliğe odaklamayı başarıyor. Dingin bir giriş, kısa bir selamlaşma hâli ve seyirciyi bu yolculuğa hazırlama… Sonrasında kesintiye uğramadan zamanlar arasında bir yolculuk başlıyor. Burada oyunun yazarı Duygu Dalyanoğlu’yu anmak gerek. Oyunun pek çok sahnesinden anlıyoruz ki Dalyanoğlu Soysal’ın hayatına mektuplardan, anılardan ve çeşitli anekdotlardan beslenerek çalışmış, oyun metnini bunlarla ilmek ilmek kurmuş. Dalyanoğlu, Sevgi Soysal’ın o heyecanlı ve inatçı dilini de diyaloglarda başarıyla yakalıyor. Soysal’ın hayatının temel kırılma anlarına odaklanan anlatısıyla, didaktikleşme tehlikesine düşmeden daha canlı bir oyun dili kuruyor. Bu da seyircinin her bölümde oyunun içine biraz daha girmesine ve hatta metnin bir parçası olmasına olanak sağlıyor.

ARKADAŞLIK, YOLDAŞLIK VE DAYANIŞMA

Sevgi Soysal’ın yaşayan karakterler kurduğunu gösteren sahnelerde, Soysal’ın bu karakterlerle gerçek hayattaki tanışıklıklarının nasıl başladığını ve onları nasıl dönüştürdüğünü görüyoruz. Metnin güçlü yanını ve zekice kurulduğunu gösteren bu roman karakterleri bize aynı zamanda arkadaşlığı, kadın dayanışmasının önemini, acıda ve sevinçte ve hatta farklılıklarımızda nasıl da ortaklaşabildiğimizi yeniden hatırlatıyor. Diğer yandan kitaplardan okuduğumuz karakterlerin ete kemiğe bürünmesi ve sahneden bize sesleniyor oluşu seyir zevkini daha da yukarı taşıyor. Misal Tante Rosa… Sevgi Soysal’ın en çok konuşulan karakteri. Tante Rosasız bir Sevgi Soysal anlatısı düşünülemezdi. Yazar Duygu Dalyanoğlu’nun can verdiği bu karakter, o hiçbir kurala uymaz başına buyrukluğuyla karşımızda duruyor, bir eli onu yaratanın üzerinde. Onunla üzülüyor, onunla seviniyor. Sevgi Soysal’ın da bu karaktere nasıl önem verdiğini, onu dünyanın tüm kadınları gibi nasıl koruyup kollamak istediğini görüyoruz. Dalyanoğlu bir yerde de Sevgi Soysal’ın vasiyetini hatırlatıyor ve gerçek bir hikâyeye sahnesinde yer açıyor: Vasiyetimdir. Tante’yi başını yemek isteyen hergelelerin eline bırakmayın!

Tante’den Şenel’e, İmroz güzelinden Çiğdem’e… Seyirci tüm bu tanışıklıklara şahit olurken diğer yandan bir dönemin de değişimine eşlik ediyor. Cumhuriyet’in 25. yılından 50. yılına kadar uzanan süreçte kadın olmanın zorluğunu gözlemliyor, ülke siyasetinin o acı yüzünü hatırlıyor. Gerçi Cumhuriyet’in 100. yılını henüz kutladığımız bu dönemde değişen şeyler var mı, muamma. Oyun biraz da bu kıyası bizlere yaptırabildiği için kıymetli bir çizgide duruyor. Tam bu noktada aklımıza son zamanda yapılan Twitter tartışmaları geliyor. Hafızam beni yanıltmıyorsa bir müteşair, “kadın” şairlerin görünür olmasından, her dergide kendilerine alan bulmalarından rahatsızlığını dile getirmişti. Bir başka tartışmada kadın öykücüler “hep aynı şeyler” yazmakla suçlanmıştı. Sevgi Soysal’a dönüp baktığımızda, onun da dönemindeki erk akılla mücadele ettiğini görüyoruz. 12 Mart’ı eleştirmesi birilerini rahatsız etmiş, Yürümek romanı müstehcenlikle suçlanarak üç yıl boyunca yasaklı kitaplar listesinde yer almıştı. Tante Rosa gibi bir kadın olur muydu..? Geçmişten günümüze kadınlar hâlâ “aynı dertleri” yaşıyor ve kâğıda döküyorlar. Tek bir farkla: Sevgi Soysal’lar çoğalıyor ve kadınlar mücadelede daha da ısrar ediyor.

DEĞİŞEN MEKÂNLAR VE YANSIMALARI

Her sahnesiyle hafızamızı biraz daha tazeleyen Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor oyununun sakin geçişlerinin ve seyirciyi uzun süresine rağmen sıkmadan anlatıda tutmasının başarısı da Aysel Yıldırım’ın rejisinden geçiyor. BGST dendiğinde ilk akla gelen şeylerden biri sahnede diğer sanat türlerinden de izler bulacağımıza olan kesenkes inanç. Yıldırım’ın rejisine müziği ve dansı dahil etmesi bunun güzel bir örneği. Soysal’ın sevincini yahut üzüntüsünü ve çevresindeki insanların duygularını hareketin gücüyle birleştirerek anlatıyı daha da şiirselleştiriyor Yıldırım. Bu şiirsellikle izleyici de o duygu bulutunun içerisine katılma imkânı buluyor.  Ali Dur’un sahne tasarımı da oyuna hizmet eden ve birçok ihtimal üzerine düşündürten diğer bir öge. Oyuncuların yardımıyla hızla değişen ve İmroz’daki bir iskeleden cezaevi zindanlarına dönüşen dekor, mekân ayrımını belirgin hale getirmenin yanı sıra hayatın ve onun dekorlarının aslında nasıl da bir anda bambaşka haller alabileceğinin, birbirine dönüşebileceğinin; bir ada iskelesindeki mutlu anlarımıza bir anda asker postallarının gölgesinin düşebileceğinin, önünde savunma verdiğimiz mahkeme kürsüsünün bütün haklılığımıza rağmen nasıl bir demir parmaklığa dönüştüğünün ve hem Sevgi Soysal hem de 100. yılında Cumhuriyet’in bunlarla mamul olduğunu gösteren dört başı mamur felsefi bir göstergeye dönüşüyor. Oyunun seyrini rahatlatan ve onu hafifleten bir unsur da sahne değişimlerinde beyaz perdeye aktarılan video görüntüleri. Video üretim sürecini Culture: CIVIC’in desteklediği, görüntü tasarımını Kenan Özcan’ın üstlendiği bu özenli çalışma Sevgi Sosyal’ın yaşamının kronolojisini bize aktarırken, Soysal’ın arşivde kalmış görüntülerini de bizlere ulaştırıyor. Sadece bununla sınırlı kalmıyor, anlatı hangi yıla aitse o dönemin gazete manşetlerini ve siyasi olaylarını da seyirciye gösteriyor. Sanatsal bir estetikle hazırlanan ve hareketlendirilen bu görseller, oyun içerisinde bambaşka bir sanat eserine dönüşüyor. Hatta bu kısa videolar beş oyuncunun yanı sıra sahnede altıncı oyuncu olarak görevini tamamlıyor.

Metninden rejisine, dekorundan video görsellerine ve rollerinin üstesinden hakkıyla gelen oyuncularına kadar üzerinde uzun mesai harcanmış, Sevgi Soysal’a büyük bir özenle yaklaşmış bir oyun: Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor. Sevgi Soysal’ın kızı Funda Soysal’ın da elindeki tüm belge ve bilgiyi ekiple paylaşmış olması ve böyle bir oyunun ortaya çıkmasında katkısı büyük. Oyunun, hayatını yazmaya, yazdıkça çoğalmaya adamış bir ismi, onu belki de hiç tanımayan bir jenerasyona anlatacak olması da oldukça değerli. “Evet, kadın, hayat denilen güzel oluşumun yılmaz, vazgeçilmez savaşçısıdır. … Çünkü kadın doğumu bilir, yani hayatın ölüme, bereketin kısırlığa, ilerlemenin durgunluğa olan tartışılmaz üstünlüğünü bilir. Kısaca emekçidir o. Hayatın emekçisi. Budur en büyük gücü kadının,” diyen Sevgi Soysal, hayatın neresinde olursa olsun kadınların birbirine kopmaz bağlarla bağlandığını keşfettiği o anılarda dolaşırken bizler de Soysal sayesinde inadın, isyan etmenin ve emeğin gücünü nasıl ve nerede bulacağımızı yeniden hatırlıyoruz. Merak edenler için söylemiş olalım; bir sonraki gösterim 13 Kasım’da Hann Sahne’de.

[1] Sevgi Soysal, Radyo Konuşmaları-Hoş Geldin Ölüm, İletişim Yayınları, İstanbul, sf.14

Kübra Yeter
diğer yazıları

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir