Mahsa Amini’nin hikâyesini duydun; yani eğer bu yazı ilgilini çektiyse duymuş olmalısın. Bu nedenle Mahsa’nın, ya da onu tanıyanların kullandığı Kürtçe ismiyle “Jina”nın hikâyesini anlatmayacağım. Çünkü artık Mahsa/Jina Ortadoğu’da hep duyduğumuz ve belki de alıştığımız, acılı ve üzgün bir kadının hikâyesi değil, bir devrimin şiiridir.
Nerede kaldık…
Cinayetin haberi geldi. İran’da toplu bir yas havası var. Öfke de yüksek. Onlarca acının üzerine bir başka acı geldi. Biz acılara alıştık mı? Küçük gruplara bölünmüş, toplumsal tabana yayılmayan eylemlerin ötesine geçilemeyecek mi? Bizim millet artık köle olmayı kabul mü etti?
Yeni küçük umutlarımız var; işçi hareketi yükseliyor, grev yaygın, emekliler eylemdeler, kadınlar zorunlu örtünmeye karşı farklı farklı eylemler, kampanyalar yapıyorlar, öğretmen sendikaları aktif, öğrenci hareketi var, etnik grupların dinamizmi ve anadil haklarının savunulması var. Ama hepsi ayrı ayrı.
Rejim tarafından her şeye şiddetle cevap veriliyor. Zaten Cumhurbaşkanı’nın lakabı “Ayetullah Katliam”[1] değil mi? Birkaç ay önce Ayetullah Hameney, “bizim Allah’ımız 80’lerin Allah’ıdır” deyince 80’lerdeki gibi kitlesel kıyımla tehdit etmedi mi? Tarih durdu mu? Bu rejim nasıl devrilebilir ya da değişebilir?
Şimdi elimizde yeni bir acı daha var. Mahsa da gömüldü. Bedeni feryatlar, gözyaşları ve sloganlar arasında toprağa verilirken, o toprağın üzerindeki çiçeklerin yanında iki küçük Kürtçe pankart vardı. Biri “Senin adın artık bir semboldür” diyordu. İkincisini çevirmem gerekmiyor bile sanırım: “Jin, Jiyan, Azadi”. Ve şimdi 10 gündür bu slogan İran’ın her yerinde dolaşıp 40 yıldan fazladır görmek istediğimiz hayaleti geri çağırıyor. İran’da devrim sesi artık çok duyulan bir sestir.
Sloganlar konuşuyor
Şüphesiz ki Mahsa Amini’nin katledildiği gün İslam Cumhuriyeti için zaman durmuştur. İşte İran tarihine ve takvimine yazılacak önemli bir tarihi an ve İslam Cumhuriyeti’ni öncesi ve sonrası olarak ikiye ayıracak isyan.
Bu yaşananlar, devrim sonrasında baskı altına alınan toplumsal mücadele açısından güçlü bir atılım. Bu atılım, birçok yönden geçmiş yılların olaylarının ötesinde özelliklere sahip ve kendine özgü üstünlükleri var. Bu özellikleri sloganlar anlatıyor.
“Kadın, yaşam, özgürlük” sloganı, devrim sonrası protestocuların haykırdığı en önemli, derin ve anahtar sloganlardan biridir. “Eşitlik, özgürlük, hicap zorunluluğuna hayır”, “Diktatöre ölüm”, “İslam Cumhuriyeti istemiyoruz”, “Kız kardeşimi öldüreni öldüreceğim” sloganlarının bize gösterdiği şu: Eylemciler rejim için açık kapı bırakmıyor. Bu sloganlar, ardındaki ortak özlemlerle kitle içindeki bütün ideolojik ve sınıfsal ayrımları örtüyor, organik bir bütünlük sağlıyor.
1979 devriminin ardından İslam rejimi yerleştikten sonra, toplumsal eylemler ortak bir temelde birleşemedi. Örneğin 2009’daki Yeşil Hareket eylemlerinde büyük şehirlerde, Gezi benzeri büyük ayaklanmalar oldu. Sloganlarda özgürlük ve demokrasi vurgusu vardı. Ama bu hareket “alt sınıf”lardan ve taşradan yeterli desteği göremedi. Diğer yandan 2017[2] ve 2019’da,[3] benzin zamlarının protesto edildiği eylemler ise daha çok taşrada ses bulurken büyük şehirlerden yeterli desteği alamamıştı. Bugün yaşananlara baktığımızda bu taşra-merkez ayrımının ortadan kalktığını görebiliyoruz. Otuz eyaletin tamamında gösteriler gerçekleşiyor. Eylemler Kürdistan eyaletinde başladığında bir tedirginlik vardı: İran’ın geri kalanı bu harekete katılacak mı? Bir Kürt için bir Türk, bir Arap, bir Fars sokağa çıkacak mı? İlk gün Tahran’dan “Kürdistan İran’ın gözü ve ışığıdır” sloganları yükseldi. Sonraki günlerde Tebriz, Erdebil, Urmiye ve diğer Azeri bölgelerinde: “Azerbaycan uyanıktır, Kürdistan’ın arkasındadır” sloganları duyuldu. Bunlar yeni bir dönemin başladığını gösteriyor.
Sokaklarda bir hayalet dolaşıyor…
Bugünlerde sokakta savaş veren, inatçı, yılmayan ve yılgınlığa izin vermeyen kadınlarla tanışıyoruz. Onların mücadelesi daha altı yaşında, ilkokul birinci sınıfa başlarken zorbaca dayatılan örtünme zorunluluğuyla, hijab ilebaşlıyor. Sokağa her çıktıklarında bu mücadeleyi vermek zorunda kalıyorlar. Mahkemelerde dört kadın tanık bir erkeğe denk tutuluyor, miras kadınla erkek arasında adil bölüşülmüyor, yurt dışına gitmek isteyen kadın erkek velisinden izin almak zorunda kalıyor ve eğer bir kadın küçük bir kasabadan çıkıp Tahran’a okumak için gelirse, bir gün birkaç tel saçı göründü diye ahlak polisi tarafından ölesiye dövülebiliyor. Tıpkı Mahsa gibi…
Mahsa’nın katledilmesiyle başlayan bu toplumsal hareketin kökleri çok daha derinlerden besleniyordu. 8 Mart 1979’da[4] hijab zorunluluğu başlayınca Tahran’da bu yasaya karşı bir eylem gerçekleşti; ancak 80’lerde muhalefete dönük büyük katliamların yaşanmasıyla kadın hareketi de sessizliğe gömüldü. 2006 yılında “Eşitlik için Değişim”[5] kampanyasıyla, kadın mücadelesi başka bir şekilde sahneye çıktı. 2009’da ise “Yeşil Hareket” eylemlerinde kadınları hep ön saflarda görmemize rağmen ne yazık ki kadın mücadelesine dönük sloganları duyamıyorduk. 2017 yılında zorunlu örtünmeye karşı mücadele, “Beyaz Çarşamba” eylemleriyle tekrar yükseldi. Ama hareketin zirvesinin “İnkılap Meydanının Kızları”[6] olduğunu söyleyebiliriz. 1979’dan bu yana süren kadın mücadelesi, Mahsa’nın ölümüyle yeni bir noktaya geldi ve Ortadoğu’da görülmemiş bir Kadın Devrimi başlattı. Şimdi bir hayalet evlerin, köylerin, şehirlerin, ülkelerin arasında dolaşıyor; saçlarıyla tarihin tozunu süpürüyor.
Sokaklar ve kahramanlar
Jina (Mahsa) Amini’nin katledilmesinin ardından başlayan protestolar, hükümet yanlısı polis örgütünün her geçen gün artan şiddetine rağmen hem genişledi hem de daha yaratıcı ve yeni biçimler de kazanarak devam etti, ediyor.
İran’ın irili ufaklı şehirlerinde mahalle düzeyinde mitingler düzenleniyor. Tahran’daki eylemler de artık kent merkezi odaklı değil. Protestocular farklı mahallelerde ve bunların pek çok farklı caddesinde bir anda ortaya çıkıyorlar. Döngüsel şekilde farklı farklı noktalarda ortaya çıkan bu hareketler, devletin baskı güçlerini en az birkaç on dakika oyaladıktan sonra başka bir noktada ortaya çıkıyor ve bu protestoları bastırmak daha zor oluyor.
Şimdiye kadar 90’dan fazla şehir protestolara katıldı: Babul’u bastırdıklarında, ertesi gün Amullular sokaklara çıkıyor; Shahinshahr ve Qazvin bastırıldığında, ertesi gece İsfahan ve Yazd sokaklara çıkıyor ve bu, eylemlerin daha diplere, İran’ın damarlarına kadar girmesini sağlıyor.
Rejim yanlısı güçler 25 Eylül’de Tahran’da protestoculara karşı ikinci kez yürüyüş düzenledi. Bu iktidar yanlısı gösterinin sloganlarında protestocular, Kuran’a hakaret etmek ve Amerika’ya yakın olmak ile suçlandı. Ama bu resmi yürüyüşlere o kadar az kişi katıldı ki rejimin elinde daha çok şiddet ve baskıdan başka pek seçenek kalmadı. Rejim yanlısı gösteriler yönetime moral veremedi. Tam tersine devrimcilerin cephesinde moral yüksektir. İlk günden itibaren onlarca oyuncu kadın kamera önünde başörtüsünü çıkarıp eylemcilere katıldı. Kadın ve erkek oyuncular, yönetmenler eylemlere destek vererek sokaklardan vazgeçmeyeceklerini açıkladılar. Sporculardan da büyük tepkiler var. İran’ın futbol efsanesi ve milli takımın eski kaptanı Ali Karimi, bir devrimci gibi ortaya çıktı ve onun peşinden çok sayıda sporcu harekete destek verdiler. İran ulusal takımında oynayan bazı futbolcular formayı bıraktıklarını ilan ettiler. Sanat ve spor dünyasında ün kazananlar, halkın maruz kaldığı baskı karşısında tepki göstermek durumunda kalıyorlar; çünkü İran’dan çıkan gür ses şunu söylüyor: Artık bir orta yol kalmadı, sessizlik halka ihanettir!
Neredeysen bir adım ileriye at
Eylemcilerden duyduğum en güzel sözlerden biri buydu :“Neredeysen bir adım ileriye at”… Bu söz sadece İran’da sokaktan sokağa koşan ve ateş yakan eylemciler için değil. Bu söz sadece, polislerin saldırısını engellemek için araçlarıyla yolları kapatan İranlılar için değil. Bu söz, sadece Mahsa ve İranlı mücadeleci kadınları unutmamak adına, peş peşe #MahsaAmini ve #IranRevolution etiketleriyle tweet atan sürgündeki İranlılar için değil. Bu söz dünyada bütün halklara ve özellikle aynı coğrafyada yaşayan aynı problemlerle uğraşan insanlara hitap ediyor. Yani ben ve sen. Neredeysen bir adım ileriye at!
[1] 1988’de İran’da 500 binden fazla tutsağın gizli bir şekilde asılarak toplu mezarlara gömülmesi kararını alan, katliamcı yedi şeriat hâkiminden birisi de Hameney’dir, bu yüzden bu lakabı almıştır.
[2] 28 Aralık 2017’de “pahalılığa hayır” başlığıyla sosyal medyada bir protesto çağrısı yapıldı. Bu protestolar başlangıçta ekonomik taleplere, İran hükümetinde devam eden yolsuzluğa ve yüksek işsizlik düzeyine dayanıyordu. Ancak daha yoksul şehirlerde ve taşra mahallelerinde hızla radikalleşti. İran’da 100’e yakın şehirde 10 gün boyunca devam eden bu protestolar kısa sürede politik bir hal aldı ve protestocular İslam Cumhuriyeti’nin tüm yapısına karşı sloganlar attı. ‘İslam Cumhuriyeti’ne yönelik “nefret” bu protestoların ana etkenlerinden biriydi.
Bu eylemler, şehirlerde hatta her mahallede kendiliğinden yerel halk tarafından organize ediliyordu. Protestocuların çoğu düşük gelirli sınıflardan ve büyük şehirlerin kenar mahallelerindendi. Göstericiler ve polis arasında 10 gün kadar süren sokak çatışmalarının ardından protestolar şiddetle bastırıldı. Onlarca protestocu öldürüldü, 8 binden fazla kişi hapse atıldı ve en az 6 kişi idam edildi.
[3] İran’da Kanlı Kasım veya “Kanlı Aban” olarak bilinen eylemler 2019 ve 2020’de gerçekleştirildi. Bu protestolar akaryakıttaki %200’lük fiyat artışına karşı başlamıştı. Gösteriler 15 Kasım akşamı barışçıl toplantılar olarak başladı, ancak protesto videolarının internette dolaşmasıyla birlikte saatler içinde 21 şehre yayıldı ve sonunda İran İslam Cumhuriyeti’nin 1979’daki kuruluşundan bu yana en şiddetli karşı ayaklanma haline geldi.
Hükümet, protestolar ve yüzlerce protestocunun ölümüyle ilgili bilgilerin sosyal medya platformlarında paylaşılmasını engellemek için ülke çapında interneti kapattı ve yaklaşık altı gün boyunca neredeyse tam internet kesintisine gitti. İran hükümeti (Uluslararası Af Örgütü’ne göre) protestoları bastırmak için protestocuları çatılardan, helikopterlerden attı ve yakın mesafeden makineli tüfek ateşiyle vurdu. Protestoların ölçeğini ve zayiat sayısını gizlemek amacıyla, çok sayıda ölü protestocunun cesedini kaldırdı ve öldürülen protestocuların ailelerini medyayla konuşmamaları veya cenaze törenleri düzenlememeleri için tehdit etti.
[4] 8 Mart 1979 Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Tahran’da bir kadın yürüyüşü düzenlendi. Yürüyüş aslında Kadınlar Günü’nü kutlamayı amaçlıyordu, ancak Ayetullah Humeyni’nin fetvasıyla kadın haklarında meydana gelen değişikliklere, özellikle de bir gün önce duyurulan zorunlu hijab uygulamasına karşı kitlesel protestolara dönüştü. Protestolar 8 Mart – 14 Mart 1979 tarihleri arasında altı gün sürdü ve binlerce kadın katıldı. O yürüyüşte en sık duyulan slogan şu oldu: “Geriye dönmek için Devrim yapmadık.”
[5] “Eşitlik için Değişim” ya da “Kadın hakları için bir milyon imza” İran’daki kadınların, ülkelerinde kadınlara karşı ayrımcı yasaların değiştirilmesini desteklemek için bir milyon imza toplama kampanyasıdır. Hareketin aktivistleri hükümet tarafından saldırıya uğradı, hapse atıldı ve kampanya, tam sayıda imza toplamak için iki yıllık hedefini uzatmak zorunda kaldı.
[6] 27 Aralık 2017 sabahı Vida Movahed, Tahran’da İnkılap (Devrim) Meydanı’nda bir sopa üzerinde beyaz bir eşarp koydu ve zorunlu hijaba karşı protesto amacıyla salladı. Vida, kısa sürede polis tarafından tutuklandı. Ama onun eylemi “İnkılap Meydanı’nın Kızları” adlı bir hareketi başlattı. Birkaç gün sonra aynı yerde ve Tahran’ın diğer bölgelerinde ve İran’ın diğer şehirlerinde başka kadınlar da aynı şekilde zorunlu hijab uygulamasını protesto etti. Bu protesto hareketi birçok kişi tarafından gerçekleştirildi ve görüntüleri sosyal ağlarda yayınlandı. Bu gösteriler nedeniyle en az 30 kadın tutuklandı.