yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

İSLAMCILARIN CEBİNDEN HİÇ EKSİLMEYEN “KEMALİST” KARTI

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kültür Sanat Büyük Ödülleri töreninde konuşma yapıyor. “Eğitim, kültür ve sanat politikalarında arzu ettiğimiz mesafeyi katedemedik… Kürtür ve sanat tabiatı  gereği sivildir, özgürdür, vesayet kabul etmez.” Bu yılki vefa ödülü Mehmet Akif Ersoy’a verildi, ödülü almak üzere torunu Selma Ersoy Argon salonda oturuyor. Ağustos 2016’da “Allah’ın İnayetiyle Devam” kapağıyla Eşref Edip’in mirasını devraldıklarını duyuran Sebîlürreşad Mecmuası Twitter hesabından “Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür Sanat Ödülleri Vefa Ödülü Mehmet Akif Ersoy’a uygun görüldü. Bugün ödülü Selma hanım dedesi ve Sebîlürreşad adına alacaktır. Yayın Kurulumuz ve yazarlarımızla külliyedeyiz” yazmış. Benim Yeni e’nin 25. sayısında hem yayımlanma zamanı hem de içeriğini ilginç bulmam nedeniyle çekinceli olarak sembolik anlam atfettiğim dergi, o yazıya gelen bir eleştiride “tarihe mâlolmuş geçmişin kültürel hafızasındaki sembolik değere sadakatten çok onu istismar” etmekle suçlanmış[1].

Bahsi geçen yazı 10 Aralık’ta “İslâmcı neşriyat ve eski açmazlar” başlığı ile yayınlanmış ve yazarı Asım Öz, İslamcı medyanın ortaya çıkışından bugüne kırılma noktaları ve bugün içinde bulunduğu ikileme ilişkin eleştirimi “sol-Kemalist mirasın motiflerine” göz kırpma olarak nitelemiş dahası kasıtlı ve art niyetli olduğumu iddia etmiş. Basın özgürlüğünün en kötü dönemlerinden birinin değil en kötü döneminin yaşadığı, eleştirinin doğrudan suç kabul edildiği günlerde Star gibi bir gazetede isminin geçmesi insanda ‘acaba hangi operasyona dahil edildim’ paniği yaratıyor ilk elde. Ancak yazı bir dönem Radikal İki’ye sağ-liberal bir rakip çıkaralım gayretiyle yayım hayatına başlayan Açık Görüş’te olunca önce biraz rahatlama ardından yapıcı bir eleştiriye muhattap olma umudu yaratıyor ancak maalesef umut kısa sürüyor. Yazarı şöyle bir göz attığını iddia ettiği yazıdan bazı sözcükleri bağlamından kopartıp “Kemalist” jargona dahil etmeye kendi deyimiyle “aşırı yorumlamaya” mecbur kalmış. Oysa iki bölüm halinde yayımlanan yazının derdiyle taban tabana zıt bu yorum “aşırı”dan ziyade okuduğunu anlamamaya ya da daha kötüsü anlamak istememeye yorulabilir ancak.

Kendimi asla öyle tanımlamam, yazarın teveccühü bir “homo academicus” olarak öncelikle haklı eleştirilerine değinmem gerek. Gerçekten de yazılmakta olan bir akademik makalenin erişimi kolay olmayan, akademik camiada çok da umursanmayacağını tahmin ettiğim sayfalarında kalmaması için yazılan ve eleştiri almayı uman bir özetiydi buraya iki bölüm halinde aktarılan. Yazının başında sözü geçen dergilerin içerik ve söylem analizlerine girilememesinin büyük bir eksiklik olduğu zaten vurgulanmıştı. Yalnızca isimlerinin yer alması, “okuru ezmek” değil dönemin fotoğrafını çekmek amacını taşımaktaydı. Manzaraya hakim olanların detaylardaki eksikleri bulması kaçınılmaz. Bir yazar için tekrar etmesi üzücü ancak yazının derdi İslamcı (ki bu sözcüğün seçilme nedeni de açıklanmıştı) medyanın siyasi baskılar karşısında hangi farklı yol ve yöntemlerle serüvenine devam ettiğini göstermek ve tabii ki AKP sonrası dönüşümünü, ki burada sahiplerinin iktidardan nemalanması, entelektüel birikiminin dışlanmasına değinmek zorunlu, eleştirmek ve şu anda bir kısmının karşı karşıya kaldığı biat ya da dışlanma seçeneklerini gözler önüne sermekti. Bağlamından koparılarak eleştirinin gövdesine oturtulan “irtica tehlikesi” ise bunu sahiplenmek bir yana 90’ların ordu-siyaset ve medya üçgeni için kullanışlı bir araç olduğu vurgusunu içeriyordu, eğer paragraf doğru okunsaydı. Yazıda peşpeşe benzer açıklamaları yapan İstanbul Müftüsü Hasan Kamil Yılmaz ile Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın isminin karıştırılması keşke olmasaydı dediğim maddi bir hata, Asım Öz’ün eleştirel katkısı bununla sınırlı.

90’lı yıllarda çeşitli tartışma zeminleri oluşturulmuş olsa da İslamcı hareket kendisi dışından, özellikle sol cenahtan gelen eleştirileri uzun zamandır “problemli”, “art niyetli” buluyor, husumetle yazıldığına inanıyor[2]. Ama bunun karşısına referans alabileceğimiz nitelikli bir özeleştiri koymuyor. İslamcı yazarların bu hattı müdafaa hali karşısındakinin ne dediğini anlamaya çalışmak yerine salt etiketlemek için dinleme, “bir avuç kelimeye takılı kalma” haline dönüşüyor. İktidarın ekonomik ve sosyal tüm olanaklarından faydalandığı halde kültürel hegemonyada yol kat edemeyişinin hatta geri gidişinin faturasını başkalarına çıkarıyor.

İslamcılığın ne olduğu tartışmaları elbette yalnızca bugünün konusu değil, üstelik hareket yekpare de değil ancak AKP iktidarı sonrasında kimilerinin aktif olarak kimilerininse, kimi zaman içine sinmediği halde, sessiz kalarak destek verdiği dönüşümün geldiği nokta her konuyu “beka” sorununa indirgeyen, bu yolda her türlü çarpıtmayı makul gören bir kültür iklimi. Son yirmi yıldır İslami hareketin dönüşümünü konu alan onca kitap, tez ve makalenin önemli bir kısmının hareketin dışından çoğunlukla kendisini sol ve liberal olarak tanımlayan kesimden gelmesi konuyu “laboratuvar malzemesi” olarak gördüklerinden değil bağımsız bir anlama, anlamlandırma çabasına girebiliyor olmalarından. Bir kısmı bu çalışmalarının bedelini aylarca cezevinde kalarak, yurt dışında sürgün hayatı yaşamaya mecbur bırakılarak, işlerini kaybederek ödediler. Akademide ve vakıflarda onların yerini tek bir görüşe malzeme üretmeye çalışan, intihallerle gündeme gelen aparatçikler aldı.

AKP’nin, Gezi sonrası dozajını artırarak, kendi kitlesini konsolide etmek uğruna, doğası gereği muhalif kültürel alanı düşmanlaştırması bugün yaşadığı hegemonya krizinin en önemli nedenlerinden biri. Bu kriz yeniden yazılan tarihle de, geçmiş kültürel birikimi ya da başkalarının eserlerini yağmalamakla da, artık hükmü geçmiş mağduriyet edebiyatıyla da aşılamıyor. İbrahim Kiras geçtiğimiz Eylül ayında Karar gazetesinde tartışmaya açtığı İslamcılık konulu yazılarından birinde (29.09.2018) “İslamcı Türk aydınını Meşrutiyet devrinde uyuyup cumhuriyet devrinde uyanan biri olarak” düşünmemizi salık veriyor ancak “bu yeni dünyada kendisine oynayacağı hiçbir rol bırakılmadığını acıyla fark ettiğini” söylüyordu. Galip gelen “taşra kamuoyunun temsilcisi durumundaki gelenekçi popülist İslamcılık”tı. Bu durum Ahmet Çiğdem’in deyimiyle[3] İslamcı entelektüellerin toplumsal olanla, İslam’ın çeşitli temsilleriyle entelektüel olan arasında denge kurma işlevlerinin bir sonucu olarak da okunabilir. İslamcı entelektüeller sıkıştıkları bu konumdan 90’ların ikinci yarısından itibaren toplumsal alanı dönüştürücü yeni tartışma konularıyla çıkmayı denemiş, modernizm, demokrasi, kamusal alan konuları dergilerde sıkça işlenmiş hatta sayfalar sol entelektüellere de açılmıştı. Ötekini anlamaya yönelik çabalar, demokrasiyi sahiplenen yaklaşım liberal kesimden de destek bulmuş, AKP’nin ilk yıllarında rıza üretiminde referans işlevi görmüştü. Ancak bu açılımın iktidara eklemlenmiş pragmatist bir yöntemden fazlası olmadığı kısa sürede ortaya çıktı.

Hızlı savruluş ve ideolojik tutarsızlık bu iklimde rahatça canlanma olanağı bulan köktenci yaklaşımla birlikte, Yüksel Taşkın’a referansla “öfkeli bir teksesliliği” öne çıkardı. Bundan yalnızca bilindik “ötekiler” değil, İslam adına hareket eden ancak farklı iddialara savrulanlar da nasibini aldı[4]. Başörtüsü için mücadele veren kadınların yaşadığı hayal kırıklıkları[5] bunların en görünürlerinden biri oldu. Güç İslami hareket adına da tek elde toplandıkça öfke alanı genişledi ve genişlemeye devam ediyor. Meclis Eski Başkanı İsmail Kahraman’ın Selma Ersoy Argon’un geçen Temmuz ayında kendisini ziyareti sırasına Mehmet Akif’in İttihatçılığı iması Kiras’ın işaret ettiği entelektüel – popülist İslamcılık kırılmasına işaret eder nitelikte.

Bugün adalet, demokrasi, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi konular ana akım İslamcı hareketin gündemine hiçbir koşulda girmiyorsa üstüne düşünülmesi gereken esas “ricat” bu. Buna dair her eleştiri gücünü merkezde olma halinden alan bir öfke ve küçümsemeyle karşılık buluyor, hemen en kolayından “Kemalist” damgası yiyor. Öz’ün “İslâmcı neşriyat” kavramının anlamına, tarihine, eleştirisine, farklı pratiklerine ışık tutacak metinlere geri dönme, onu kitap yayıncılığı ve hatta yeni mecraları da içerecek şekilde genişletme önerisi çok yerinde. Umarım dikkate alan, emek sarf etmeye gönüllü birileri çıkar. İslamcı Dergiler Projesi[6] gibi hevesle takip ederiz. Lakin böyle bir girişim aynı zamanda “bağımsız”, özeleştiriye açık, etik bir tutumu da gerekli kılar. Sunulan “Model mertebesine yüceltilmiş vasatın analizi” ise sebebi o vasatın içinden seslenildiğinden dahası o vasata sahip çıkıldığından.

[1] Asım Öz, “İslâmcı neşriyat ve eski açmazlar”, Star, 08.12.2018, https://www.star.com.tr/acik-gorus/islamci-nesriyat-ve-eski-acmazlar-haber-1415209/

[2] Süleyman Kıroğlu, 90’ların Birikim’inde İslamcılık Tartışmaları, İDP,  23.07.2018, https://idp.org.tr/blog/arastirma/90larin-bi-ri-ki-mi-nde-i-slamcilik-tartismalari

[3] Ahmet Çiğdem, “İslamcılık ve Türkiye Üzerine Bazı Notlar” , Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 6 İslamcılık içinde, (ed.) Tanıl Bora, Murat Gültekingil, İletişim 2005, s.32

[4] Yüksel Taşkın, AKP Devri Türkiye Siyaseti İslamcılık, Arap Baharı, Birikim Kitapları, 2013, s.165

[5] Büşra Cebeci, “Başörtüsü Mücadelesinin Değişen Yolculuğu”, Bianet, 08.02.2018, https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/193792-basortusu-mucadelesinin-degisen-yolculugu

[6] İslamcı Dergiler Projesi, https://idp.org.tr/

Ceren Sözeri
diğer yazıları