yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Kızıl Gökyüzünün Altında…

Petzold’un Berlin’de Jüri Büyük Ödülü alan ve Undine ile birlikte yaptığı üçlemenin ikincisi olan Kızıl Gökyüzü, dört kişi arasında gelişen olaylarla onların etrafında devam eden bir yangını anlatıyor.

 Christian Petzold’un bu yıl yapılan 73’üncü Berlin Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü alan filmi Kızıl Gökyüzü (Roter Himmel/Afire) yönetmenin daha önceki filmi Undine ile birlikte yaptığı üçlemenin ikincisi. Petzold’un doğadaki elementleri ele alarak bunların etrafında yarattığı hikâyeleri anlatan Undine suyu, Kızıl Gökyüzü ise ateşi konu alıyor.

 

Yangın Hem Ormanı Hem De Bu Dört Kişiyi Sarar

Baltık Denizi kıyısında küçük bir yazlığa giden iki arkadaşın orada tanıştığı diğer iki kişi ile yaşadıkları karşılaşmayı ve sonrasında gelişen ilişkiyi anlatıyor Petzold. Ateş ise hem bu hikâyenin hem de yazlığın etrafını çevreleyen bir yangın. Konudan kısaca bahsedecek olursak, Leon ve Felix işlerini sakin bir ortamda tamamlamak için Felix’in ailesine ait olan yazlığa gider. İki arkadaş yazlığa vardığında orada Nadja adlı bir kadın daha olduğunu öğrenir. Nadja, Felix’in annesinin bir arkadaşının yeğenidir ve orada kalmaktadır. Leon orada yalnız olmadıklarını öğrendikten sonra huzursuz olmaya başlar. Çünkü planı son romanına odaklanmaktır. Felix’in ise güzel sanatlara hazırlaması gereken bir fotoğraf dosyası vardır. Fakat Felix, Leon kadar üçüncü bir kişinin varlığından rahatsız olmaz.

İlk gün Nadja ile karşılaşmaz ikili. Daha sonra gece Nadja’nın odasından gelen sevişme sesleriyle Leon daha da huzursuz olmaya başlar. Leon tanımadığı hatta henüz görmediği bu kadına adeta nefret beslemeye başlar, sürekli şikâyet eder. Nadja’yı nihayet gördüklerinde Leon’un ilk yaptığı şey gürültüden rahatsız olduğunu söylemek olur. Sonrasında aralarına adı Devid olan biri daha dâhil olur. Bunlar olurken bir yandan da ilk etapta yazlığa 30 km uzakta bir yangın vardır. Film boyunca yangın söndürme uçaklarının sesini duyarız. Kimse yangının oraya varacağını düşünmez ama Petzold, bu dörtlü arasındaki ilişkinin ateşini gerçek yangınla paralel verir ve nihayetinde o alevler kasabaya ulaşır.

 

Faust Miti…

Filmin tanışma bölümünü bu kadar geniş anlatmamın bir sebebi var, o da birbirini yeni tanıyan bu insanların karşılaşma aşamasının sancılı olması. Hatta karşılaşma anını uzatan Petzold, özellikle Leon’un merakı ve huzursuzluğunu neredeyse kusursuz anlatıyor. Leon’un son kitabına odaklanmaya çalışması ve yaşadığı stresten dolayı henüz görmediği bir yabancıya karşı oluşan nefreti yazlığın basık, huzurlu ama tedirgin atmosferi ile iç içe geçiyor. Dahası Leon yaşadığı hem bu huzursuzluğu hem de yaratım süreci sancısını ve gerilimini oradaki tüm herkese yansıtıyor. Çünkü ikinci romanını çalışan genç bir yazar olan Leon, birkaç güne orada editörünü ağırlayacaktır ve kitabı editörün istediği gibi değildir. Ama Leon’un tek gerginlik sebebi bu değildir, çünkü onun esas problemi kibridir. Bu kibri ilk olarak Nadja ile karşılaşma öncesi ortaya koymaya başlar: ‘Nadja Rus mu?’ Leon’un ses tonunda aşağılama vardır. Devid ile yemek yedikleri masada ise onun mesleğine kafayı takıp bu defa onu aşağılamaya çalışır. Daha sonra aynı kibri kasabada dondurma satan Nadja’ya da yapar. Okuması için nüshasını verdiği romanının Nadja tarafından beğenilmemesi üzerine Leon’un tepkisi yine benzer olur.

Leon’u izlerken bu yalnızlaşmasını ve yaratım sancısını Thomas Mann’ın bir Almanya alegorisi olan Doktor Faustus’taki ana karakter Adrian Leverkühn’e benzettiğimi söylemeliyim. Faust mitine bağlantılı anlatılan romanda Adrian’ın da sancılı yaratım süreci vardır. Bu gerilim onu yalnızlaştırır ve Şeytan Adrian’ı en zayıf noktasından yakalar. Leon’u yakalayan şey elbette buna benzemez. Nadja’nın ‘etrafına bak’ demesiyle çevresindeki yangının sadece maddi anlamdaki alev olmadığını anlar Leon. Adrian Leverkühn kadar bahtsız değildir ama süreç boyunca ortaya koyduğu kibir benzerdir.

Bir yanıyla Leon tüm bu huzursuzluk içinde görünüş olarak sempatik de bir kişidir. Petzold seyirci karşında Leon’u tamamen şeytanlaştırmaz. En azından yaratım süreci için Adrian gibi ruhunu şeytana satmaz Leon. Petzold, kibirli bu adama ironik yaklaşır. Seyirci de tamamen nefret etsin istemez.

 

Sade Ama Keskin Bir Hikâye

Christian Petzold, bu dörtlü arasında geçen ilişki karmaşasını, etraflarını saran bir yangın ve kaygılarla çerçeveleyip son derece sade bir şekilde anlatıyor. Fakat hikâyenin sadeliği konuyu hafifletmiyor aksine o miskin yazlığın üzerine çöken ağırlık keskin bir şekilde hissediliyor. Ama hissedilen tek şey huzursuz bir ilişki bütünü değil, Petzold’un alaycı bir bakışı da vardır bu atmosferde. Tam olarak bu yüzden Leon’u kibirli bir kötü değil, kibirli bir huysuz yapar. Son söz olarak toplumsal ilişkilerdeki iktidar olma arzusu, özellikle sanatsal yaratım sürecindeki kibir ve yalnızlaşmaya dair önemli duygular barındırıyor film.

 

Suzan Demir
diğer yazıları