yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

KOMPLO NASIL ÜRETİLİR, NEDEN İNANDIRICIDIR

Ekonomik krizler, savaşlar, darbeler, suikastlar, uyuşturucu ticaretinin karanlık dehlizleri ve son olarak dünya çapında salgın hastalık, uzun süren kapatılmış bir hayata, yoksullaşmaya mahkûm edilmiş halklar arasında, olup bitenlerin açıklanması, anlaşılması ihtiyacını ağırlaştırdı. Basit, akla yatkın, gerçeğe uygun açıklamalar yeterince güçlü ve inandırıcı bulunmayınca, uzun bir süredir bütün dünyada “her şeyi açıklayan komplo teorileri” için alıcısı bol bir piyasa yarattı. Kötülüklerin ve belaların tek bir nedenle, ama aynı zamanda soyut ve belirsiz bir kaynakla açıklanması her zaman halk alışkanlıklarına daha uygun düşmüştür. Bu açıklama tarzı, düz bir çizgi üzerinde basit neden sonuç ilişkileri kurar, daima belirsiz bir kaynak gösterir, çözümün ulaşılamaz bir yerde olduğunu vaaz eder. Bir bakıma hayatı kolaylaştırır, bizi çaresizliğimizle baş başa bırakır. Sonda söyleneceği şimdi söyleyelim, hayat komplolardan ibaret değildir, ama komplolardan kurtulmuş bir toplumsal ve siyasal hayat şimdilik ne yazık ki mümkün de değildir.

KOMPLONUN TEORİSİ

“Komplo teorileri”, herhangi bir olayı, görünür olanın dışındaki etkilere ve amaçlara bağlayan sözde açıklamalardır. Komplo teorileri gerçeği gizem bulutları içinde, heyecan ve şaşkınlık yaratacak biçime sokarak örtmeye hizmet eder. Kimi zaman hayali geniş amatörler tarafından (işin acıklı yanı) inanılarak ortaya atılır, kimi zaman profesyonel “dezenformasyon” kurumları tarafından, yanıltma ya da propaganda amacıyla uydurulur. İkinci türden olanlar, genellikle istihbarat örgütlerinin ürünüdür ve ortaya çıkışları, siyasi tarih kadar eskidir. Firavun saraylarından emperyalist merkezlere kadar, her çağda, her ülkede işlevli, taçları deviren, kafaları kesen, zindanları dolduran muhteşem yalanlar inşa edilmiştir. Her ayrıntısı hesaplanmış, tanıklar yaratılmış, kanıtlar üretilmiş, bağlantılar çarpıtılmış, yollar kesiştirilmiş, rastlantılar zorunlu kılınmış ve ortaya inkâr edilemez, aksi düşünülemez “mantıklı açıklamalar” çıkarılmıştır.

Kuşkusuz komplonun çalışabilmesi, yalnızca kurgunun başarısına bağlı değildir. Başarı için iki temel koşuldan söz edebiliriz. Öncelikle yalanın nesnel hayatta bir karşılığı olması gerekir. Yalan, zaten var olan ilişkilere, olaylara, insanlara dayandırılmalıdır. Ve daha önemlisi, aksini iddia edecek olanlar konuşamaz duruma getirilmelidir!

İkinci koşul, ancak “kapalı rejim” denilen yönetim biçimlerinde tam olarak sağlanabilir. Bu, aynı zamanda, bu türden rejimlerin en “komplocu” rejimler olduğu gerçeğiyle örtüşür. Elbette her iktidar kendi çapında denetim altında tuttuğu araçlarla, kendi “gerçeğini” tek gerçek olarak kabul ettirmeye çalışır. Ancak eğer başkaları, başka araçları kullanarak, “başka bir gerçek” daha olduğuna dair ses çıkarabiliyorsa, başarı şansı azalacaktır. Komplo için uydurulmuş olanla gerçeğin mücadelesi, pek çok durumda bir söz düellosu olmaktan çıkar, sahici bir savaş halini alabilir.

Her komplo, bir tepkimeler zincirinin halkası olarak düşünülür. Siyasal, toplumsal, ekonomik ya da uluslararası alanda olsun, kendisine bağlı başka komplolarla birlikte planlanır. Ancak sıralanışları büyüklüklerine ya da etki güçlerine göre değil, stratejik hedef içinde tuttukları yere göre belirlenir. Bazen görece küçük bir söylentiyle ya da ihtiyaca göre genel sarsıntı yaratacak büyük bir “bomba” ile tepkime başlatılabilir.

Bununla birlikte, profesyonel tezgâhlardan çıkmış komplolar, çoğunlukla “üreticinin” kendi tarihsel geçmişinin deneyleriyle oluşturulmuş şablonlara sahiptir ve bu yüzden şifreleri, işin uzmanları tarafından kolayca çözülebilir. Farklı olaylarda, tanıkların ifadeleri, eylemlerinin gerekçeleri büyük ölçüde birbirine benzer. Örneğin, eğer bir suikast ya da sabotaj söz konusuysa, fail genellikle “karşı taraftan” birisi olarak seçilir! Reichstag kundakçısı Marinus van der Lubbe, “komünistlere yakın” bir adamdı! Bulunabilseydi bir Yahudi daha uygun olurdu kuşkusuz. Kennedy’yi öldürmeye memur edilen ise, “Küba sempatizanı” idi! Bizde ise, “milli hislerine yenilmiş öfkeli genç” tipi kullanılagelmiştir. Herhangi bir örgütle ilişkisi olmayan “yalnız kurt” elverişli bir profildir. Bu aynı zamanda kimi çevrelerde kabul edilmesi kolay bir açıklama ya da en azından bir “mazeret” sağlar.

Profesyonel komplolar, ne kadar ince hesaplara dayansa da sonunda komplo üretmekle görevli kurumların tarihsel deneyimleriyle oluşmuş algoritmalara göre kurgulandıkları için çözümlenmeleri profesyoneller için büyük sorun olmaz. Ne var ki, hepsi aynı derecede gizli ve komplocu olan karşıt “istihbarat” örgütleri arasında bir sır olarak kalır. Hepsi birbirinin ne halt yediğini bilir, kolayca anlar, ama açık konuşamazlar. Bu onlar arasında, kuralları sürekli değişen bir oyun olarak sürer… Meraklısı için bu alanda yapılmış pek çok araştırma, yazılmış roman ve anı kitabı vardır.

KOMPLOYA İNANMAK

Tarih adına düzülmüş destanların, yazılmış romanların, yapılmış filmlerin hemen hepsi tepedekiler arasında geçen rüşvet, ihanet, cinayet, rezalet ve elbette cinsellik iplikleriyle dokunmuş düğümler üzerine kurulur. Bütün bunları içeren her söz, alıcısı hazır popüler ürünler halinde ortaya saçılır. Geçmişte olup bitenlerin masallaştırılması, yalnızca geçmişin karartılmasına değil, aynı zamanda geleceğin kurgulanmasının olanaksız hale getirilmesine de yol açar. Bu tür yayınlara bakılacak olursa, bütün tarih bir komplolar yığınından ibarettir. Bunları okuyan, dinleyen, kulaktan kulağa yayılmasına aracı olan herkes komplonun vazgeçilmez bir parçası olarak devreye girer, çünkü uydurulmuş bilgi, ne kadar yaygınlaşırsa o kadar “hakikat” olur. Dezenformasyon, “yığınlar tarafından kucaklandığında” maddi bir güç halini alır!

Genellikle halk yığınları bunun gönüllü çalışanıdır. Çok eski gelenekler, töreler, folklorik alışkanlıklar, din ve büyü, halkların düşünme biçimini “gerçeğin gizli ve anlaşılamaz” olduğu kanısıyla yönlendirir. Bu kavrama düzeyinde, çıplak gerçeğe, gözle görülüp sınanabilir olana göre, “akıl almaz” olan daha “gerçektir!”

Gündelik hayatı içinde sürekli aldatılan, yalanın ve sahtekârlığın bir yönetme biçimi olduğuna inanmış olan kesimler, komplo teorilerini kabul etmeye yatkındır. “Kendileri dışında” güçlü ve erişilmez merkezler tarafından hayatlarının belirlendiği düşüncesi, tarihsel bir yabancılaşma olarak toplumsal hayatın genlerine yerleşmiştir. Ancak kendi gücünü sınayarak kavrayabileceği uzun ve sert mücadeleler içinde bu yanılgıdan kurtulabilir.
Tarihin masallaştırılması, hakların kendi gücüne güvenmesine, kendi eylemlerinin sonuçlarını denetleyebilmesinin olanaklı olduğuna, kendi düşüncesinin bağımsızlığına inanmasına ağır hasar verir.

Son salgın hastalık, bu türden düşüncelerin ve eğilimlerin yaygın biçimde etkili olduğuna dair birçok örnek sergilemiştir. Bir sosyal medya kullanıcısı, tipik bir örnek olarak şunları söylüyor: “Ortada pandemi falan yok. Resmen modern tarihin en büyük ekonomik-politik yalanı ile karşı karşıyayız… Tüm ABD havuz medyası hatta Atlantik medyası bunların elinde. Tüm Akademi ve sosyal medya da bunların elinde… Küresel ilaç devlerinin ceplerinin doldurulması… Şampuan reklamı gibi 6-7 farklı sözde aşıyı test etmeden piyasaya saldılar. Ve deli para yaptılar. Anti-demokratik, özgürlükleri kısıtlayan yasaları yürürlüğe soktular, tıpkı 11 Eylül sonrası gibi…”

Salgın hastalık, yalnızca bu ülkede değil, dünyanın her yerinde benzer “komplo teorileri” için yaygın bir piyasa yarattı. Mayıs ayının son günlerinde Londra’da yapılan çok büyük bir gösteriye, “aşıya ve maskeye hayır” diyen çok farklı kesimlerden bir milyona yakın insan katıldı. “Küreselci güçler”, özellikle Elon Musk, Bill Gates, Jeff Bezos gibi belli başlı tekelciler hastalık yalanının “yaratıcısı” olarak suçlandılar. Tümü maskesiz, “mesafe kuralı”na karşı kucak kucağa dans ederek yürüyenlerin oluşturduğu bu kitlesel gösteriden sonra, Londra’da oldukça gerilemiş olan salgın yeniden yükselişe geçti.
Bu çok basit örnekte, komplo kavramıyla belirlenmiş düşünme biçiminin, bütün toplumu ilgilendiren etkiler doğurabildiğini görebiliriz. Hastalığın yayılmasıyla, belli bir komplo merkezinin etkisinin yayılarak amaçlarının gerçekleşmesi arasında benzerlik kurabiliriz. Bütün sorunların kaynağının “dış güçler”, “küresel ajanlar”, şu ya da bu “terörist gruplar” olduğuna inanların yaygarası karşısında, kapitalizmin, diktatörlüklerin, ekonomik çıkar ve sömürü ilişkilerinin bulunduğunu söyleyenlerin sesi kolayca bastırılabilir.

Komplo teorilerinin en yıkıcı etkisi, kitleler üzerinde derin bir yabancılaşma yaratmasıdır. Bunun “masallaştırılmış tarih”, “komployla açıklanan siyasal ve toplumsal ilişkiler” gibi araçlar üzerinden yürütülmesi ise, her şeyden önce, bağımsız bir gelecek tasarımını engelleyen bir rol oynamaktadır. Gelecek hakkında kendisinin karar verme konumunda olmadığına inanmak, “hayatımızı onlar belirliyor”, “geçmiş neyse gelecek de yalnızca o olur” türünden kalıplarda ifadesini bulan boyun eğmeyi, durumu kabullenmeyi, değiştirmenin mümkün ve gerekli olduğunu düşünmemeyi getiriyor. Her türden komplo teorisinin en yıkıcı etkisi budur.

Elbette hayatımız, uydurulmuş teorilerin yanı sıra gerçek komplocu ilişkileri de barındırıyor. S. Peker’in ifşaatı, bütün siyasal ekonomik yapıyı sarmış olan sayısız komplonun ördüğü bir ağın varlığını açıkça gösterdi. Bilginin aktarılmasının bu biçimi de uyduruk teorilerin yarattığı etkiye benzer bir sonuç doğruyor. Komplolar dünyası, “komplo teorileri” aracılığıyla yabancısı olduğumuz bir gücün hayatımızı denetlediği, yönlendirdiği duygusunu güçlendirecek biçimde gözümüze sokuluyor. Bunun bilinçli olarak böyle düzenlendiğini söylemek başka bir komplo teorisine yol açar. Fakat mevcut ilişkiler zemininde komploların açıklanmasının bu ortamın tabiatından bağımsız olamayacağını görmemiz gerekiyor. Kötülüğün ne kadar yaygın, belanın ne kadar “derin” olduğunu görüyor, ama çözümün elimizin ulaşamayacağı bir yerde durduğuna, yine bizim dışımızda birileri tarafından kurtarılabileceğimize inandırılmak isteniyoruz. Açıklamalara yapılan pek çok “yorum”, “Allah hepsinin belasını versin!” biçiminde. Şimdi de bize “gerçeklerle uyutulan bir halk” tanımı layık görülüyor!

Tarih, aldatma perdesini yırtmayı başarmış kitlelerin gücüyle ilerler.

Aydın Çubukçu
diğer yazıları