Yirmi beş yıl önce ortalığı kasıp kavuran bir tartışmayla içine tıkıldığı bu kirli torbayı açıp Latife Tekin’i yeniden düşünmek şimdi kimi ne kadar ilgilendirir? Ne var ki, Latife Tekin adı geçince, yeni romanları üzerine konuşurken, geçmişte uğradığı saçma sapan saldırıyı hatırlamadan olmuyor. Bugün hakkını verirken, o gün söylenenleri atlayamayız.
Bugün, ya da şimdi dediğimiz an, geçmişin ve geleceğin iplikçilerinin oluşturduğu bir düğüm noktasıdır. Genellikle içinden geçmekte olduğumuz zaman parçasında yaşadıklarımızın, bir süre önce olup bitenlerin bir sonucu, ya da devamı olduğuna inanırız. Oysa pek farkına varmasak da yapıp ettiklerimiz, geçmişteki köklerinin olduğu kadar, gelecekte yol açacağını düşündüklerimizin, hayallerimizin de ürünüdür. Yalnız geçmişimiz değil, geleceğimize ilişkin tasarılarımız, beklentilerimiz de “maddi bir güç” gibi hayatımızı etkiler, biçimlendirir.
Özellikle Gece Dersleri adlı romanıyla, “Eylülist” damgasını yediğinde onun aslında bir düğüm üstüne bir düğüm daha attığı üzerine konuşulmadı, konuşmadık. Ancak bunun çözülmesi için daima yol açıcı bir ipin ucunun yakalanması gerekirdi. Son romanlarıyla Latife Tekin bu olanağı bize verdi.
Ne yapmıştı Latife Tekin? Bugünden bakınca görülen şudur: 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, her sol örgütün kendi içinde kapalı kalarak yapmaya çalıştığı özeleştirileri, dertlenmeleri, “keşke”leri, yıkılmış bir militanın ağzından edebiyatın diliyle ortaya döktü. Oysa aynı dönemde, cezaevlerinde ölüm oruçları, işkenceler, faili meçhul cinayetler, canhıraş insan hakları mücadeleleri sürüyor, yeniden nasıl ayağa kalkılabilir, nasıl direnilebilir, yıkıntının altından nasıl çıkılabilir tartışmaları son derece zor koşullarda sürüyordu. Latife Tekin, kördüğümü en istenmeyen iplikçiğinden yakalayıp çekiştirdi. Aslında derdi “fâş” etti! Kıyametin sebebi buydu. En insaflı eleştiriler “zamanı mıydı yani?” biçimindeydi. Eserin edebi özellikleri, yenilikleri silindi gitti. Yalçın Küçük’ün, sonuçta “niye Balzac gibi yazmıyor?” sorusuna indirgenebilecek akıl almaz kesip atmaları kulaktan kulağa yayıldı, okuyan okumayan bunları tekrarladı. Okuyucunun, belli koşullarda biçimlenen algısı söylenenlerin nasıl anlaşılacağını acımasız biçimde etkiler. Gerçeklik, toz-duman, kan-barut içinde kendisine bir yol ararken önce bu çukura düşer.
Latife Tekin, zamanın hışmına uğradı. Kendisi için söyledikleri aslında hepimiz için söylenmiştir ve belki, yıllar önce kaba saba tartışıldığından daha ince bir tartışmanın konusu olacak kadar önemlidir: “insanın dışlayıp ötekileştirdiği varlıkların diyarına göçmüş bir yazar…”, şimdi yalnızca “kuşlar için yazıyor…” [1]
Belki bizi de artık dinlemeye hazır kuşlar olmaya çağırıyor.
[1] https://cengizkilcer.wordpress.com/2010/06/05/latife-tekin-%E2%80%9Ckuslar-icin-yaziyorum%E2%80%9D/