Öykülerinizin -var ise elbette- ana meselesi nedir?
Çok işimiz var, fazlasıyla yorgunuz. Kime sorsak başını işinden kaldıramayacağı kadar meşgul. Koşturuyoruz. Çoğunlukla duygusal bağ kurmadığımız bu çok çeşitli işlerimizle o kadar meşgulüz ki yedi milyar insan içinde biricik olduğumuzu unutuyor, unutmayı seçiyoruz. Doğduğumuz andan itibaren sonsuz değişkenle şekillenen yaşamlarımızın biricikliğinden uzağız ve kendi hikâyemizin ana kahramanı olduğumuz aklımıza bile gelmiyor. Günümüz dünyasının stresli ortamından ötürü sinirliyiz ama neye sinirlendiğimizi bilmiyoruz. Öykülerimle yapmaya çalıştığım şey okuru bir an için yavaşlatmak, sorumlunun sadece sistem olmadığını aynalamak ve sıradan insanların da hikâyelerin baş kahramanı olabileceğini göstermek. İlişkilerimizi genel geçer kabullerin buğulu perdesi arkasından idare edip görmemeyi seçtiğimiz doğa-insan ilişkisinin eksikliğini hatırlamak ve hatırlatmak.
Cortazár’ın bilindik sözüdür: “Roman puanla kazanır ama öykünün tek şansı nakavt etmektir.” Buna karşılık, “Öykü,” der Carver, “bir şeyleri açığa vurmalı, ama her şeyi değil”. Kurgu öykünüzün neresinde yer alıyor?
Başlangıçta karakterin hikâyesi değişime ve sürprizlere açık olmakla beraber bir patikada ilerler, temel hatlarıyla bellidir. Yine de hikâyenin kronolojik bir sıra izlemesi takibi kolaylaştırmakla beraber yeterli gelmiyor. Kırmak bozmak sonra parçaları tekrar bir araya getirmek istiyorum. Parçaların yerlerinin değiştirilmesi söz konusu olunca bunu her seferinde farklı yollarla yapmayı denediğimi söyleyebilirim. Karakter hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olursak, onunla o kadar sıkı bir bağ kuracağımıza inandığım için geçmişe gitmek anılar dinlemek, karakterin yapısında temel değişikliklere neden olan ayrıntılara değinmek öykülerimin genel kurgu yapısını özetleyebilir.
Toplumu içeren ya da ona ilişkin herhangi bir alanda hâkim olan vasatlık, sanatsal üretim alanlarına ne şekilde sirayet eder, çağdaş öykümüz ölçeğinde değerlendirir misiniz?
Herkesçe bilinen hikâyelerin, masalların, mitlerin ortak noktalarına baktığımızda, her şeyin iyi ya da kötü ama olağan devam ettiği bir rutin ile başladıklarını görürürüz. Önce hikâye kahramanının yaşadığı yer ve etkileşime geçtiği insanlar hakkında tekrar eden bilgiler ediniriz. Bu kahramanımızın rutinidir. Oğlan çocuğu kabile hayatı içinde güvende yaşayıp giderken bir gün erginlenme töreni yapılır kabilenin dışına bırakılır. Artık güvenli alanını terk etmiştir. Geceyi dışarıda geçirir, kaplanı avlar ve kabilesine bir erkek olarak geri döner. Yani asıl olay güvenli alanın terk edilmesi ile başlar. Günümüzün stres dolu yaşantısında maruz kaldığımız her türlü zorluğu çeşitli yollarla normalleştirme ve güvenli alanımızda kalma eğilimi gösteririz. Bu normallik nedeniyle vasatız ve vasatlığımızı normalleştirmek ancak yabancılaşmakla mümkün olabildiğinden kendimizi ifade etme ihtiyacımızı bastırmış durumda ve kendimize yabancıyız. Hikâyede kahraman yaşadığı onca şeyden sonra hiç değişmemiş olsaydı bir kahramandan ve dolayısıyla bir hikâyeden bahsedemezdik. Bu bağlamda güvenli alanımızdan çıkıp kendimizde ve dolayısıyla çevremizde herhangi bir değişiklik yapmayacaksak, vasatlığın rahatlığıyla gül gibi geçinip gideriz ama bu durumda birey olmaktan bir o kadar uzak kalacak ve insan popülasyonunda +1 olmaktan öteye gidemeyeceğiz ve bir hikâyemiz olmayacak demektir. Hiçbir hikâye barındırmayan bir sanat eseri bilmiyorum ki mümkün müdür?Sonuç olarak, kendini ifade etme ihtiyacını bastırmış olmanın yol açtığı vasatlığın her dönemde olduğu gibi günümüz dünyasında da sanatsal üretimin cılız kalmasının başlıca nedenlerinden biri olduğunu düşünüyorum.