Zürih Opera ve Balesi, 3 Aralık 2016’da, tarihte eşine az rastlanmış bir şekilde disiplinlerarası kolektif bir çalışma ile opera, bale ve orkestra bileşenlerini aynı anda kullanarak Guiseppe Verdi’nin Messa da Requiem* (Ölüye Ağıt) eserini sahneye koydu. Eserin koreografisini Christian Spuck yaparken müzikal direktörlüğünü de Karina Canellakis ve Fabio Luisi üstleniyor. Bu sahnelemenin, özellikle kurumsal sanat topluluklarında disiplinlerarası çalışmanın eksik olduğu aşikâr olan bu dönemde, sanat dünyasına yeni bir soluk getirdiğini söyleyebiliriz. Opera sanatçısının bale sanatçısından öğrenerek dans ettiği, bale sanatçısının yer yer opera sanatçısından öğrenerek koroya dâhil olduğu bu eser, kolektif sanat üretiminin ve disiplinler arası entegrasyonun hikâyeyi anlatma ve karşı tarafa aktarma konusunda ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Birbirinden “farklı” olanın temel amacının aynı olması –ki burada ortak amacın bir ağıtı ses, beden ve müzik ile ortak bir şekilde örgütlenmesi olduğunu söyleyebiliriz– seyirciye yaşattığı deneyim açısından daha kalıcı ve düşündürücü oluyor.
Bir anlatım aracı olarak bedenlerini kullanan dansçılarla, yine bir anlatım aracı olarak seslerini kullanan opera sanatçıları ölenler için yan yana gelerek ortak bir şey söylüyor. Sesler ve bedenler; biriktikçe, büyüdükçe ve çoğaldıkça seyirci de dolaylı yoldan bu seremoninin bir parçası oluyor. Burada orkestranın önemi ise hayati. Çünkü bestecinin ölen “ruhlar” için yarattığı bu ağıtın notaları ve o notaları çıkaran orkestra üyeleri şarkı söyleyen ve dans eden bedenlere yol gösteriyor. Eseri izlerken en çok dikkat çeken ve tartışma açabilme potansiyelini barındıran yer de kendini bu şekilde ortaya çıkarmış oluyor. Altı ana kısımdan oluşan eserin her bir bölümünde odaklanılan şeylerin farklılaştığı, ama gerek sahne rejisinin gerek de koreografinin bizi ana fikre ve anlatılmak istenen derde adım adım taşıdığı fark edilebiliyor. Bu çeşitlilik, gücünü sahne üzerinde var olan sanat dallarının özgünlüğünden aldığı gibi aynı zamanda farklı disiplinlerden olan sanatçıların sahne üzerindeki ilişkilerinden ve temaslarından doğuyor. Eserde tercih edilen beden formlarının klasik balenin kurallı ve el değmemiş yapısından uzak olması ve daha gündelik hayatların tezahürü olarak sahneye denk düşebilecek bedenler tercih edilmesi, hatta yer yer tercih edilen bu bedenin de bozulması, “çirkinleştirilmesi” ve bununla birlikte kullanılan ışık tasarımı, insan bedeninin yaşadığı acılar karşısında verebileceği reaksiyonları gösteriyor. Koreografik yapının yanında ışık tasarımın gücü ise bir cümlede geçebileceğimiz bir yer değil. Işık tasarımının sahne üzerinde düştüğü yerler Verdi’nin ölüm ile yaşam arasındaki gördüklerinden ortaya çıkan notalar oluyor. Ters ışık sık sık ve geçişlerle kullanılarak dansçılarla birlikte koro yer yer kendi dünyasına dönerken yer yer de seyirci ile bütünleşiyor.
Bu noktada dansçıların değişip, dönüşen bedenlerine karşın opera sanatçılarının kararlı bedenleri ve jestlerini daha net kullanmaları bir ölüm merasiminin iki kısmını bize göstermeye çalışıyor. Acısını yaşama konusunda kendini bırakabilenlerle, bunu metanetle karşılamaya çalışanların parallelliğini ortaya koyuyor. Bu paralelliği ortaya çıkarıp parlatan da kuşkusuz orkestra ve orkestra bileşenleri oluyor. Koreografik düzenin bireysel ve bir kişinin öne çıkacağı bir düzlem yerine sahnedeki bütün bileşenlerin kendi yetenekleriyle kendini var edebileceği bir düzen kurulması ve özellikle bunun eserin doruk noktalarında parlatılması aynı zamanda da orkestradan yükselen müzikle opera sanatçılarının sesleri bestecinin yaşadığı döneme ve yaşamla ölüme olan bakış açısını bize göstermiş oluyor. Tabii ki burada bestecinin bakış açısıyla koreografın ve rejisörün bunu nasıl yorumladığı da sahnenin tasarımı ve yorumlanışıyla kendini gösteriyor.
Yazının sonunda özet bir çıkarım yapmamız gerekirse özellikle sahne sanatlarında disiplinlerarası ilişkinin bu denli güçlü olması bize sanata, hayata ve topluma dair bir şeyler söylüyor. Bundan yüz yıllar önce aynı acı etrafında notaları toplayan Verdi’nin bestesi bugün Zürih Opera ve Balesi sayesinde o “acının” etrafına bale dansçılarını ve opera sanatçılarını da ekliyor. Çıkan ses daha yüksek izlediğimiz her ne varsa daha da çok dokunuyor seyirci olarak bize. Aynı amaç için toplanmış ama farklı şekillerle kendini ifade eden ve farklı bedenleri olan sanatçılar eser boyunca sanki bize şunu söylüyor; aynı müziği farklı duyup, aynı notaları farklı dans eden biz sahne sanatçıları bu farklılıkları birlikte aynı potada eritip alkışların arasında alkışlayanlarla birlikte kayboluyoruz. Bedenlerimizle, hareketimizle, sesimizle ve oynadıklarımızla.
* Messa da Requiem, Guiseppe Verdi’nin İtalyan edebiyatında romantik dönemin temsilcilerinden olan Alessandro Manzoni’nin ölümü üzerine bestelediği birer ağıttır. Eser toplamda sadece Manzoni ile alakalı olmamakla beraber aslında daha önce ölmüşlerin ruhu için de bestelenmiştir.