Akbabalar Çağında, bazen isyankâr, bazen sitemli atmosferiyle okuyanı kendine çeken, bu atmosferin yanında umut aşılamayı da ihmal etmeyen bir ilk kitap. Kitabı oluşturan tüm şiirler bütünlüklü olması yönünden dikkat çekiyor. Cenk Kolçak şiirlerini sade, oyunsuz bir dille örmüş. Bu durum da şiirlerin büyük ölçüde anlaşılır olmasına hizmet ediyor. Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere, politik bir zemini var. Zorba düzenin leş yiyicileri, sümürücüleri, “Akbabalar” ile imlenirken, çağın ve toplumun meseleleri kitabın odak noktasını oluşturuyor. “Güneşe çıkardım kasıklarımı ben de, / Yakamda paçamda eril tırnakların iziyle!”
Politik zemin diyorum çünkü şiirlerde kendini bağırarak belli eden, hâliyle sırıtan bir politik kaygı yok. Kolçak, bu zemini şiirlerine temkinli bir şekilde işlemiş. Karamsar değil, yılgın değil; bu çağın, bu “akbabalar çağı”nın biteceğinden umutlu bir şiir personası var çoğu şiirde: “Bir gün / Bu karartma, bu uğultu dinerse / Düşerse yurdumun başındaki bu kanlı toka / Bilirim, yaldızlı ceninler günüdür / Kapınızı bir çalan olur nasılsa.”
Akbabalar Çağında, toplumcu şiir atmosferi taşıyor. Nutuk üslubuyla yazılmamış fakat kolektif bir zihniyetle yol alınmış. Kitapta eril tahakküme karşı bir kadının ağzından yazılan şiir de var, Ermeni Narek’in ağzından anlatılan, etnisite sorununa değinen şiir de. İçinde bulunduğumuz toplumu yansıtmayı amaçlayan şiirler, protest tavrını da böylece konusundan almış oluyor. Eleştireceğim ilk nokta, şiirlerde birtakım zorlama, yabancı ve şiir diline bakacak olduğumuzda fazlalık olarak nitelendirebileceğimiz kelimeler kullanılmış. Parite, fotosel, merserize vs… Söz gelimi, “Baktıkça, fotoselli göz kapaklarının kapanmasını bekliyor” cümlesinde geçen “fotosel” kelimesinin kullanımı, estetik açıdan ya da mantık açısından, nereden bakarsanız bakın isabetli bir kelimeye benzemiyor. Bu kelimelerin kullanılma sebebi, sanırım şiire ivme kazandırmak; şiirin içinde hareketlenmeyi, şaşırtmayı sağlamak ya da alışılmadık bağdaştırma kullanarak şiiri parlatmak olabilir. Fakat bu kelimeler amacına ulaşamıyor, aksine şiiri bir anlık bölerek sekteye uğratıyor.

Cenk Kolçak, çoğunlukla yalın bir dil ile bize sesleniyor. Şiirleri anlamak için büyük çabalar sarf etmiyoruz, gerçekten anlaşılır ve sade bir dili var, şiirler de gücünü bu temiz dilden alıyor. Alengirli bir söyleyişten uzak, odak noktası belirgin, bize verdiği işaretleri kolayca anlıyoruz. Aynı zamanda şiirler kendi içinde bütüncül. Uzun şiirlerinde bile anlam bir yerden bir yere savrulmuyor. Bu istenen, olumlu bir durum fakat ne yazık ki tekdüzelik tehlikesini de ardından getiriyor; bir sonraki mısrada şaşırmıyoruz, tüylerimiz ürpermiyor, afallamıyoruz çünkü Kolçak’ın konusu belli, şiirindeki derdi tasası belli, biz de neyi okuyacağımızı bir bakıma tahmin ediyoruz. Burada şu soru sorulabilir, nasıl yani, bir sonraki mısrada afallamamız mı lazımdı? Elbette burada şiirde kurulması gereken gerilimden bahsediyorum ki, bu gerilim okuyana hoş bir ürperme verir. Tam da bu noktada Kolçak’ın şiirlerinde gerilim unsurunun olmayışından bahsediyorum aslında. Bu ne kadar gerekli, elbette tartışılır. Bana kalırsa gerilim, şiirde imgeden sonra gelen en önemli unsurdur. Bu gerilimin yerini müthiş bir duygusal özdeşleşme alıyor çünkü toplumun her kesiminden kısım kısım bahsediliyor, böylece herkes kendinden bir şeyler bulabiliyor. Okuyucu olarak biz, anlatıcının baskın “ben”ine rağmen, şiir personasıyla duygusal bir bağ kurabiliyoruz. Anlatıcının baskınlığı diyorum çünkü Kolçak şair olarak aradan çekilmiyor, biz onun varlığını okurken hissediyoruz. Bu durum şiir personasının yitmesine neden olmuyor. Yalızca bakış açıları ve anlatıcı kimlikleri değişiyor ve böylece şiirler sıkıcı olmaktan da kurtuluyor. “Ben”in baskınlığı, genelde edebiyat türleri için istenmeyen bir durum fakat bu baskın ben, okuyucuyu yönlendirmiyor, onunla anlaşıyor, duygusal bağ kuruyor, onunla dertleşiyor. İşte bu yüzden, bu baskın “ben” ile birlikte biz de yükseliyoruz, üzülüyoruz, umutlanıyoruz, korkuyoruz: “… / Henüz anlam veremedikleri bir cümleden korkuyor: / -Kurumuş kan lekesi ya çıkmazsa şehirden!”
Cenk Kolçak’ın hayal dünyasının geniş olduğu, şiirlerinde kurduğu imgelerden, sıfatlardan belli oluyor. Şairin hayal dünyası, izini sürdüğü temada ulaşabileceği en üst noktaya ulaşmış. Birden, başka bir konudan bahsetse, kim bilir neler söyleyecek? Vurulan çocuklar, acılı anneler, kentin bedbahtlığı anlatılırken bir anda, bunlardan bağımsız, şairin, içinde ölüm, kan, anne, çocuk geçmeyen başka bir konuda şiir yazdığını düşündüğümüzde, hayal dünyasıyla harikalar yaratacağından kuşkum yok. Bu yüzden, ikinci kitabı için bambaşka bir hayal dünyasıyla karşılaşmayı ve biraz da şiir personasının bireysel olarak gizli kalmış anılarına okuyarak şahit olmayı umuyorum.
Estetikten de bahis açacak olursak, baştan söyleyeyim, Akbabalar Çağında estetikten yoksun diyebileceğim kadar altyazılı şiirlerden oluşuyor. Şiirlerdeki fikir doğrudan söylenildiği için şiirin “hissettirilmesi” fikrine uzak bir söyleyiş doğuyor. Bu konu da, kitabın en büyük açığı aslında… Altyazı konusuna örnek verelim: “Yüzümse, genç bir kızın kimsesiz meydanlarda / Saçlarına karanfil takması gibidir / Öyle ümitli, öyle diri” Bu dizeleri okuduğumuzda ilk iki dizeyle o kadar serinliyoruz ki, arkasından “öyle ümitli, öyle diri” dizesi geldiğinde “altyazı” devreye girmiş oluyor. Okur ilk iki dizede zaten hissettirilmek isteneni hissediyor. Şair belli ki ümitli ve diri hissettirmek istiyor ve bunu ilk iki dizeyle gayet güzel başarıyor. Üstelik genç bir kızın saçına karanfil takması imajı da çok başarılı. Ancak sonra gelen dizeyi ne yapacağız?
Özellikle vurgularım ki, tam manâsıyla bütüncül bir kitap. Yer yer trajik olabilen, içinde acıyı barındırırken aynı zamanda bunu sakin sayabileceğim bir üslupla birleşiyor şiirler. Birçok gönderme var, birçok imgenin doğrudan özel bir anlamı var ve bunları anlamak zor değil çünkü Kolçak’ın tertemiz, sade bir dili var. Bu paralelde söyleyiş de kapalılıktan uzak. “ya da bir düşün, bir gülüşün harcını / kanla karmaktan başka?” dizeleri, tam da Kolçak’ın şiirlerindeki genel atmosferi yansıtması bakımından önemli. Pis bir çağ, bedbaht insanların olduğu, haksızlıkların kol gezdiği, ölümlerin gittikçe çoğaldığı bir çağ. Bu çağı yansıtmaya çalışırken Kolçak’ın yaptığı şey de kesin bir ümitsizliğe kapılmadan çağı anlamlandırmaya çalışmak. Şair, düşlerin ve gülüşlerin harcını kanla karıyor fakat yine de bir güzel düş hâlâ orada ve hâlâ sımsıcak!
Akbabalar Çağında, Cenk Kolçak, şiir, Öteki Yayınevi, 62 sf.