Son dönem Netflix dizileri arasında yer alan Stranger Things, Dark ve 1983’te, ‘soğuk savaş’ temasının bir arka fon olarak kullanılması, sinematik kaygıların çok daha ötesinde anlamlar taşımaktadır. Soğuk Savaş’ı fon olarak kullanan yapımların nasıl bir düzlemde hareket ettikleri, soğuk savaş atmosferi ve bugün ile ilişkilenme biçimleri, soğuk savaş temsili/imgesinin yeniden işlevli hale getirilmesi kültürel hegemonyanın tarihsel inşa süreçleriyle yakından ilgilidir. Bu nedenle ilk olarak sinemada ‘soğuk savaş’ konseptinin nasıl ortaya çıktığı, hangi kültürel kodları kullandığı ve hegemonyanın çatışmalı dünyası içinde bugün ile olan ilişkisini anlamamız gerekir. Soğuk savaşın kültürel ve politik kodlarının bugün sinema ve dizi sektöründe neden yeniden dirildiğinin bir açıklaması olmalıdır.
‘DÜNÜN’ SOĞUK SAVAŞI, BUGÜNÜN NOSTALJİSİ
Emperyalizmin yönetememe kriziyle birlikte 1960’lı yıllarda gelişen sınıf mücadelesinin, demokratik talepler eksenli politik hareketlerin ve Avrupa’ya yayılan sosyalizm tehdidinin ertesinde ‘soğuk savaş’, kitleler üzerinde kültürel ve politik bir hegemonya kurmanın zeminini yaratmıştı. İçerideki düşmana karşı bir ‘öteki’ düşman tehdidi anti-komünist propoganda ve sürekli teyakkuz algısı ile işlerlik kazanmaya başladı. Özellikle, McCarthy dönemiyle yayılan ‘komünizm isterisi’yle ABD’nin demokrasi ve refahın ülkesi olduğu algısı yaratılmaya çalışılırken SSCB’nin bilimi ve teknolojiyi, savaşı tırmandırmak ve yıkım yaratmak için kullandığı/kullanacağı empoze edilmeye çalışıldı. Bu gelişme ABD’de 1945-55 yılları arasında yaşanan ve sonraki yıllara da damgasını vuran baskı ve şiddet politikalarının geniş kitleler üzerinde yayılmasına sebep oldu. Böylece, 1950’lerde paranoya ve endişeli ruh halinin sinemaya yansıdığı dönemde de “düşman” ‘uzaylı’lar üzerinden yeryüzündeki insanların kılığına girebilecekleri ve bizleri denetleyebilecekleri kalıbıyla; tıpkı “tamamen normal insanlar”[1] gibi görünen yaratıklarla sembolize edildi. Cherry’nin[2] de belirttiği gibi “Korkunun nasıl değiştiği ve filmlerin yapıldığı dönem ve mekânın sosyal, kültürel ve tarihi kaygılarına nasıl uyum sağladığı” kaygının tarihsel değişim seyrini anlamaya da faydalı olacaktır.
ABD iç politikasında komünizm, şeytanlaştırılan bir fikir ya da imge halinde baskının, korkunun ve denetimin temel aracı haline getirildi. Amerikan iç politikasının anti-komünist söylemi insandışı[3] karakteristiklere sahip bir düşman imajı yaratarak ürettiği öteki/biz ayrımı kitleler üzerinde kurulacak kültürel ve politik hegemonyanın yegane unsuru olmuştur. Bu insandışı özellikler taşıyan “düşman”, bilim ve teknoloji üzerinde hakimiyet kurmaya çalışarak büyük yıkımlar ve ölümler getirecektir. Bu tehdide karşı içeride korku ve tedirginliğe dayanan suni bir ‘birlik’ ve ‘beraberlik’ yaratılmaya çalışılmıştır. Böylece, ‘soğuk savaş’ söylemi ile kitlelerin içinde bulundukları ekonomi politik gerçekliklerin ilişkisi örtülmeye çalışılmış; ‘korku’ve ‘tedirginlik’ üzerine inşa edilen anti-komünist propaganda bunun önemli bir unsuru olmuştur.
Ayrıca, savaş tehdidi ve atom bombası denemeleri ile Sovyetler Birliği’nin ‘sosyalizmi yayma’ politikasıyla ilişkilendirilmiş, bu söylem Amerikanın 50’li yıllarda olduğu gibi, bugün de aynı söylemle sosyalizme ve işçi hareketine karşı saldırılarını, “totaliter rejimlere karşı mücadele”[4] olarak göstermiştir. Böylece dünün ‘soğuk savaş’ söylemi bugünün eşitsizliklerinin, baskıcı ve otoriter rejimlerin ve ekonomik-politik krizin sis perdesi olarak tekrar sahalara inmiştir. Sınıflı sömürüye dayanan toplumlar tarihin nükleer silah tehdidinin büyümesi, askeri ve askeri teknolojiye ağırlık veren rekabetin sertleşmesi üzerinden bir kutuplaşma varmışçasına ‘soğuk savaş’ çarpıtması ile silikleştirilmesi/yeniden yazılması, bugün aynı tarih yazımının yeniden ama başka ihtiyaçlarla ortaya sürülmesine sebep olmuştur. Peki, soğuk savaş döneminin sona erdiği, burjuvazi açısından yeni bir dünyanın oluştuğu bugünün koşullarında imgeler yoluyla ‘soğuk savaş’ söylemi bugün kültürel alanda, daha özelinde belli dizi yapımlarında nasıl işlenmiştir?
DÜNÜN NOSTALJİSİ
Doğrudan soğuk savaş teması olmasa da 80’ler pop-kültürü ile harmanlanmış bilim-kurgu dizilerindeki ‘korku’ ögeleri, tekinsiz olanı anlatmanin/hatırlatmanın bir aracı olarak ‘soğuk savaş’ atmosferinin tekinsizliğine başvuruyor. 2016 Netflix yapımı olan Stranger Things, 1983 yılında Hawkins isimli suç oranı düşük olan tipik bir Amerikan kasabasında geçiyor. Dizi 80’li yılların renklerine, müziğine, edebiyatına ve genel politik duygusal atmosferine başvurarak onları bir fon olarak kullanıyor. Fakat bu kültürel kodların yanısıra nükleer savaş tehdidi ve politik atmosferin tekinsizliği diziye asıl rengini veren iki ana unsur. Alman Netflix yapımı Dark dizisinde olduğu gibi Stranger Thingsde de olaylar çocukların kaybolması ile başlar. Benzer şekilde yine Dark dizisinde de Winden kasabasında 1953 yılında bir nükleer santral açılır ve santralde meydana gelen bir enerji patlaması ile geçmiş, gelecek ve şimdi arasında bir geçit açılır.
İki dizide de suç oranı düşük olduğundan çocukların kaybolmasıyla başlayan tedirginliğe karşı polis memurları “Bu kasabada olay olmaz. Muhtemelen kaçmışlardır.” diyerek karşılık verirler. Özellikle Dark dizisinde “Geçmiş, gelecek ve şimdi yok” gibi söylemlerle tarihin sürekli aynı şekillerde tekerrür ettiği, geçmişte gerçekleşen ‘korkunç’ olayların şimdiyle ilişkiselliği içerisinde zamanın tahakkümünden sıyrılmanın imkânsızlığı vurgulanmıştır. Öte yandan, “Tanrım, değiştiremeyeceklerimi kabullenmek için sabır, değiştirebileceklerimi değiştirmek için cesaret, farkı anlamak için akıl ver.” ifadelerini içeren bir Hitit duası dizide sıklıkla tekrarlanır. Bu ifadelerin paralelinde sıradan insanların zamanın tahakkümününden kaçamayacak, ya da bu tahakkümü tersine çeviremeyecek kadar edilgen/etkisiz olduğunu izleriz. Zaman, onu elinde tutanlar tarafından çoktan organize edilmiştir.
Yine iki yapımda da Enerji Bakanlığı’na bağlı bir nükleer tesiste gizli ve tehlikeli ama ülkenin bekası için kıymetli bir takım deneyler yapılır. Teknoloji, militarizm, korku, gözetim ve benzeri şeylerin ‘soğuk savaş’ döneminin temel unsurları olduğu düşünüldüğünde kasaba halkı bu birimlerde gerçekleşen gizli deneyler hakkında çocuklar ortadan kaybolana kadar neredeyse hiçbir tedirginlik hissetmez. Bilim insanlarının çocukları kaçırarak çeşitli deneyler yaptığı bu merkezde gerçekleşen büyük bir enerji patlaması ile başka boyutta bir dünyaya kapılar açılmıştır. Gerçek dünya ve upside down arasındaki kapı açıldığında tehlike artık kapalı kapılar ardında değil, ama tüm kasabanın günlük yaşantısına sirayet etmiştir. Upside Down denilen bu yer Hawkins kasabasının bir gölgesi gibidir. Güneşin hiç bir zaman doğmadığı, kar tanesine benzer parçaların havada asılı kaldığı, sisle örtülü ormanlarla çevrili, tekinsiz bir kasabaya dönüşmüştür Hawkins kasabası. Upside down boyutundaki bu ormanların içinde Demogorgon denilen yaratıklar dolaşır. Bu yaratıklar ‘tehlikeli dünya’/upside down ile ‘güvenli dünya’ arasındaki kapıdan geçerek yaklaşmakta olan/yaşanmış olan yıkımın temsili haline getirilmiştir.
Stranger Things’in ve Dark’ın geçtiği tarih olan 1983 yılı, dönemin ABD başkanı olan Ronald Regan’ın “şer imparatorluğuna karşı tetikte olalım” dediği zamana denk gelmektedir. Dizide soğuk savaşa doğrudan adres eden bir sahne olmamasına karşılık; Eleven isimli telepatik ve telekinetik yetenekleri olan çocuğun Upside Down’un dünyasında, bir üst düzey Sovyet görevlisini gözlemlediğine şahit oluyoruz. Yani dizide ABD hükümetinin, Sovyetlere casusluk yapmak için Eleven’in telepatik ve telekinetik yeteneklerini kullandığı açıkça belirtiliyor. Dizinin geçtiği yıl olan 1983, Amerika’nın, SSCB’nin artan sosyopolitik egemenliğine dair kaygıları ve rekabet halindeki küresel süper güçle olan şiddetli gerginliklerin tırmandığı bir yıldır. Buradan yola çıkarak Upside Down’ın tasvirinde göze çarpan ‘nükleer kış’ın[5] muhtemel nükleer savaş eğer gerçekleşmiş olsaydı Hawkins kasabasında nasıl bir yıkım olacağının küresel-ikliminin resmidir diyebiliriz. Demogorgon denilen yaratıklar ise nükleer yıkım sonrası süreçte bu nükleer iklimde tahrip edilen insanlığın geçirdiği çirkin mutasyon sonrası ortaya çıkan ‘canavarlaştırılmış’ yeni dünyanın ‘yeni’ canlılarıdır.
Demogorgonların yaşadığı alternatif boyut bir şekilde elektriğe, tellere, cihazlara ve iletişim cihazlarına bağlıdır. Canavar ‘gerçek’ dünyaya çıktığı anda elektronik aletlerde bozulmalar başlar. Aynı şekilde, Upside Down içine sıkışmış çocuklar gerçek dünya ile ancak elektronik aletler aracılığıyla iletişime geçebiliyor. İlk kaçırılan çocuk Will’in annesi Joyce kayıp oğluyla iletişime geçebilmek için duvara harfler çizer ve her harfe bir ışık vererek ilkel bir kodeks[6] yaratır; böylece kayıp oğluyla boyutlar arasında iletişim kurmak için bir klavye yaratmış olur. Tıpkı şimdi olduğu gibi, 80’ler hem teknolojideki umudun hem de teknolojinin burjuvazinin elinde yaratacağı potansiyel yıkım tehtidinin zamanlarıydı. 1983’te ‘soğuk savaş’ın derinliklerinde, teknolojik gelişmeler bir yandan büyük bir tehdit yaratırken; öte yandan yeni çıkmış dijital cihazlar insanların eğlence yaşamını, edebiyatın ve müziğin yayılma, üretilme biçimini yeniden düzenleyecekti. İşte 80ler ‘soğuk savaş’ fonlu dizilerin geçmiş nostaljisinin iki boyutu: kültürel değişim ve toplumsal kaygı. Öte yandan günümüzde 80lerde olduğundan farklı bir ‘küresel tehdi’ var ve bununla birlikte belirsizlik ve korku da başka bir biçim alıyor.
İnternet ve özellikle de sosyal medya sayesinde binlerce mil uzaklıktaki olayları öğrenebiliyor; saldırıları, yıkımları gerçek zamanlı olarak görüyor ve tehlikenin bir ihtimal olarak yakınlığı, sıklığı ve öngörülemez doğası, kitlelerin içinde bulunduğu çaresizlik ve umutsuzluk duygusuna katkıda bulunuyor. Başka bir deyişle, geçmişte canavarlaşmış bir düşmanın her an saldırma ihtimaliyle, bu ihtimalin olası belirsiz yıkımları kitleleri ‘eyleyici’lik sahnesinin dışına atıp tedirgin bir bekleyişe mahkum ederken; bugün ne zaman ve nasıl geldiği/geleceği belli saldırılarla karşı karşıyayız. Failleri daha ‘az’ gizli. Kitleler daha ‘fazla’ aktör. Hızlı bertaraf da olsalar, çabuk mobilize de olsalar ‘gerçek’ daha keskin. Bu demek değil ki siyaset artık daha demokratik bir alana çekildi. Emperyalizmin çepeçevre sardığı yaşamlarda ekonomik güvencesizlik, işçi cinayetleri, Akdeniz sularına gömülmüş yaşamlar, kadın cinayetleri ve daha saymakla bitmeyecek birçok saldırı günlük yaşantımızda daha hissedilebilir, daha can yakıcı, daha acil sorunlar olarak kendini dayatıyor. Maddi gerçeklikler ve bu gerçekliklerin bilinçlerdeki izdüşümü gitgide daha da belirginleşiyor, apaçıklaşıyor.
Bu durumda geçmiş nostaljisi, politikaları, müziği, giysileri ve pop kültürü referanslarıyla birçok formda geliyor; bu mevcut iklimde tercih edilen potansiyel tehdit çoğunlukla görünebilir ve ‘tekinsizlikten’ arınmış bir formda vücut buluyor. Çoğunlukla kapalı kapılar ardında gerçekleşen soyut bir çatışma yerine insanların bugün bilinebilir, kestirilebilir olana ‘razı’lığı 80ler nostaljisinin bugünün içinde güvenli bir alan oluşturmasına sebep olabiliyor. Böylece bilinemez ve öngörülemez olan anımsatılıp bugün yeni bir ‘güvenlik’ algısı inşa ediliyor. İmgenin gücüyle yeniden üretilen suni çelişkiler üzerinden korku, teyakkuz diri tutuluyor ve dehşet dolu dünya tasviri yeni bir tarih yazımı ile meşru bir çerçeve içinde sunuluyor.
[1] Başaran, Tuna (2007), Soğuk Savaş Sonrası Bılımkurgu Sinemasında Distopik Sistemler ve Kontrol Mekanizmaları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı.
[2] Cherry, Brigid (2014), Korku, Kolektif Kitap, İstanbul
[3] Rogin, M.P (1986), The Countersubversive Tradition In American Politics, Berkeley Journal of Sociology,Vol. 31 (1986), pp. 1-33
[4] Akdağ, Yusuf (2009) Özgürlük Dünyası. “Tarihi Doğru Okumak ya da Tarih Bilincinin Artan Önemi”.https://www.ozgurlukdunyasi.org/arsiv/32-sayi-212/275-tarihi-dogru-okumak-ya-da-tarih-bilincinin-artan-onemi
[5] Morelli, Michael (2016), We’re all living in the “Upside Down”: “Stranger Things” is a show about the internet’s dark sides.