Nilay Özer’in Korkuluklara Giysi Yardımı isimli üçüncü şiir kitabının yayımlanmasının üzerinden geçen dokuz yılın ardından, Everest Yayınları tarafından yayımlanan dördüncü şiir kitabı Yüzü Kelebeklerle Örtülü, 2024’ün Ağustos ayında okurla buluştu. Toplamda yetmiş dokuz sayfada on beş şiir olarak okura sunulan kitap üç bölümden oluşuyor: “Ödünç Yüz”, “Yüzü Kelebeklerle Örtülü” ve “Yüz/Yakın Plan”.
Yüzü Kelebeklerle Örtülü’deki şiirlerin okuru şiirin mekânına, nesnelerine ve kişilerine ortak eden davetkâr bir yanı var. Marikula’yla birlikte “bir gövdenin sıcaklığına yürüyen korku”yu sırtlayarak adımlayan o eski semt özlemi, kuyu ustası İlya ve ona gülümseyen Anna, sütten kesilmesine ramak kalan incir, yüze nakledilen kelebekler, unutulmanın yüzü; katledilmenin, öfkenin, aşkın, kovulmanın… Bir de bir dağa isim düşünmenin yorgunluğu elbet. Kaç yüzle yürünürse dünya yüzünde, o yüzlerin hepsiyle çıkılan bir yolculuğa davet bu. Anımsama ve sayıklamalar, sadece geçmişe doğru çıkılan bir yolculukta özlenen yüzlere ait değil, bugünümüze ve geleceğimize de dair. Şair, yarattığı bu çokkültürlü şiir toplamıyla yüzümüzü çok-dilli, kozmopolit bir yaşanabilirliğe tekrar dönmemiz için bizi her dizede diri tutuyor.
“değil misin bu türkünün ilk yakıcısı
güvercini kumrusu toplar birazdan
seni buraya saçtılar buranın darısı ol…[1]”
Özne Kurulumuna Kısa Bir Bakış
Yüzü Kelebeklerle Örtülü’de şiir öznesi, gerçek ve gerçekliğin kesişiminde duruyor gibi. Bir yanıyla varoluşsal mücadelesi bakımından öznenin kendisine benzeyen bir varlık olarak “yüz olan öteki” iken, diğer yanıyla tehditkâr bir yabancı olarak gösteriyor kendini.
Burada Lacanyen düşünce anlayışıyla yaklaşmak, Özer’in şiirlerindeki özneyi anlamamıza zenginlik katabilir. Çünkü Lacan’a göre gerçek ve gerçeklik arasındaki ilişki kırılgandır. Özer’in şiirlerinde özne, durmadan değişen gerçeklik algımızı yüzümüze vurur. Gerçeğin bu değişkenliğiyle anlamlandırılabilir duruma gelmesi, burada asıl üzerinde durulması gereken yerlerden biri olarak karşımıza çıkar. Şiirlerde Lacan’ın öznesi bir yerlerden bize göz kırpar: Özne, kendi bilinçdışı arzusuna yabancılaşan ve ötekiyle inşa olan yansıtmalı bir sürecin içerisinde yer alır. Yüzü Kelebeklerle Örtülü’de ilk bakışta dikkat çeken “öteki” anlatısı düzen, gerçeklik ve birey ilişkisinin tezahürüdür.
Lacan’a göre, birey simgesel ağa, başka bir gösteren adına temsil edildiği gösterenler düzenine dahil olur. Bu dahil olmayla birlikte bu temsil başarısız olur. Buradaki başarısızlık, özne ve onun temsili arasında bir eksiklik ya da aralık olduğudur. Özne kendisini simgesel düzen içinde tanımaktaki başarısızlığı yüzünden yabancılaşır.[2] Marikula’nın köklerine dokunduğu ağaçlar şiiri buna bir örnektir; “bir elbise bazen anıları taşırır” diyor ilya şiiri; sevgilime bir hediye: siyah kadife kutuda altı ölü kuş şiiri bu temsil eksikliğine bir örnektir. “Eksiklik” öznesi Özer’in şiirlerindeki özne-dil ilişkisi için de “anlamlandırma” sürecinin bir parçasıdır. Gösteren hiçbir zaman gösterdiği varsayılan şeyi tamamen açıklayamaz. Mevcut olmayan bir başkasını yani bir başka şeyi anlatır.
“ömrüm dediysem burada başladı şurada bitti
belki de hiç yaşanmadı kim bilir
belki ben bu anıyı bir şiirden edindim[3]”
Dil, Karakter ve Mekân İlişkisi
Şiirin eylem alanını anlayabilmemiz, kendisini kavrayabilmemiz için öncelikle ‘öz’üne bakmamız gerekir. Buradaki özden kasıt, şiirin evrensel özü olan dil olarak ele alınmaktadır. Özer’in kurduğu dil, şiirin dille kendine bir dünya yaratıyor olmasını kanıtlar gibi. Sadece kendine yeten bir dünya da değil üstelik.
Yaratıcısının doğasıyla şiirinin özünü oluşturan dil, Yüzü Kelebeklerle Örtülü’de kurulan imgeler, nesneler, renkler, mekân ve karakterlerle birlikte kadının, ötekinin, talanın, tarihsel hafızanın, politik olanın ve nihai olarak bugünün sesine dönüşüyor. Nilay Özer bu sesi, her zaman olduğu gibi verili olanın dışında kendine has bir dille çoğaltıyor.
“kadının biri bir ağaca tırmandı
ve bir daha dönmedi
ağaç gümüş gövdesini önce ikiye
iki daldan her birini beşe yediye
iğne yapraklara yeni sürgün kılcallara böldü de
kadın hangi yoldan gitti kimse bilmedi[4]”
Postmateryalist yaklaşımla, Özer’in şiirindeki görüngüler, sadece maddi etkileşimler sonucu oluşmuyor. Şair “iki kalpli bir gerçek inkâr edilebilir” sözü ile görüngülerin maddi köklerini yok saymadığı gibi ardından “iki kalpli bir gerçek olarak ben inkâr edilemezdim” olarak gelen kendini ifade etme vurgusu, güçlü bir postmateryalizm örneği olarak karşımızda duruyor. Bu da maddi (dış) dünyanın haricinde kurulan o özel ve gizli dili açığa çıkarıyor.
Arka planda cereyan eden bu dil, kamusal alanda olduğu gibi yalnızlıklarda da inşa edilen, çoğunlukla kadınların, queer bireylerin dahası ötekinin konuşabildiği, belki de anlaşabildiği bir dil. Şairin kullandığı bu dil, şiire giren karakterler, özellikle de şiirin konuşmacısı olan dramatik karakterin yani personanın verili düzenin dışında, her zaman için toplumsal cinsiyet rollerini aşan bir yerde durduğunu gösteriyor. Dilin kullanımından karakter inşasına, mekân seçiminden imgelere kadar tüm parçaları dikkatlice yerine oturttuğumda, Özer’in buradaki poetikasına dair aklımda oluşmaya başlayan yap-boz bana güzel bir soru sorduruyor: Alternatif bir feminist politika önerisi olan bilinç yükseltme, şiirde de bir örgütlenme biçimi olarak tezahür etmiyor mudur bugün?
“dua ile bağlanmış ipim vardı kendim çözdüm
sırtımdaki çarmıhı kendim bozdum şüpheyle
gece kilisesinden çaldığım ikonayı
suya bırakıp savuşturdum intiharı
yeni doğmuştu ay tırnağımla kazıdım
gökyüzünün ilk kürtajıydı bu[5]”
Şiirlerdeki direnç, sürekli devinim hâlinde olan; yorgun, kırgın, özlem dolu da olsa eylemselliği bırakmayan şiir öznesinin yaşama ve yaşatma ısrarından geliyor olsa gerek. Çünkü “yaşarken de bilinir kuyu bir derinliktir.”
Şiir birçok durumda onu yazan ve okuyan için eve dönmeme hâllerinin en güvenli sığınağı kuşkusuz. Şairin sevgilime bir hediye: siyah kadife kutuda altı ölü kuş şiirindeki “eve dönmedim o gece şiire gittim” dizesi bir veya birden fazla duruma bağlı olarak ortaya çıkan savunmasız ve/veya tedirgin bireyin alternatif sığınaklar arayışına dair açık ipuçları veriyor. Bazen bir iskele, bir telefon kulübesi evden daha güvenli bir liman olabiliyor. Değil midir ki yalnızlık, insanın nereye gitse kendiyle birlikte küfesinde götürebildiği evidir çoğu zaman? O an ev haricindeki güvenli mekânlarını yineliyor şair:
“telefon kulübeleri kadar güvenli değildi ev
eve dönmedim bir daha şiire gittim[6]”
Ezcümle, Nilay Özer’in kendine özgü bir teknik ve dille kurduğu şiir evreni, okurunu çok katmanlı düşünmeye sevk ediyor. Şairin bize sunduğu evrenin olanaklarını anlam açısından herkes için daha da genişletebilmek adına Yüzü Kelebeklerle Örtülü’den yukarıda bahsettiğimiz gibi daha birçok soru çıkarılabilir elbet. Biz şimdilik, gerçeklik algısı ve dilin sınırsızlığıyla kalalım burada, Nilay Özer ise yazsın her daim.
yüzü kelebeklerle örtülü[7]
çiçeklerimi sulamanı istemiştim
gömleği buruşuk petunyayı
melek tavusa dönüşen begonvili
hayvanlarımı doyurmanı istemiştim
kanınla sütünle kendi etinle
hep bir hayat nakli aramızdaki
eşyalarını taşırken boşaltırken evimi
unuttururken sözlerimi zamana
şunu yanıtla demiştim
suyun kalbi neresinde
neresinde suyun kalbi
geçmişin bahçesinde
bir taşın oyuğuna gömdüğüm kuş cesedini
rüzgâra ver demiştim yapabildin mi
hep bir mezar nakli
kasıtsız anlam nakli aramızdaki
çelişkiyi benden al bu yokuşu bu düzü
bir dağa isim düşünmüş kadar yorgunum çoğu zaman
ve oldurmak istiyorum şeyleri
bozkırın ortasında soyunup
kelebekleri çağırıyorum tenimle
gelip örtüyorlar yüzümü her yerimi
hep bir rüya nakli
uçuşsuz kanat nakli aramızdaki
üzüntünün şeklini almış bir köpek
beni öylesine değiştirdi ki
yaşayamıyorum eski yüzümle
sende dudaklar gördüm
iki ayrı denizden ağlayan gözler
ne çölde kum sayımı
ne ölü dilleri konuşan yağmur
sıradan cümleler bağışla bana
hep bir imkân nakli
hep bir imkân nakli aramızdaki…
[1] Nilay Özer, “Olmayan” şiirinden, Yüzü Kelebeklerle Örtülü, (İstanbul: Everest Yay. 2024) sf. 63
[2] Saul Newman, Bakunin’den Lacan’a Anti-Otoriteryanizm ve İktidarın Altüst Oluşu (İstanbul: Ayrıntı Yay., 2006) s.217.
[3] “Marikula’nın köklerine dokunduğu ağaçlar” şiirinden, s. 16.
[4] “Erotik Dükkan” şiirinden, s. 63.
[5] A.g.e., sf. 17
[6] “Sevgilime bir hediye: siyah kadife kutuda altı ölü kuş” şiirinden, sf. 71
[7] “Yüzü kelebeklerle örtülü”, sf. 35