yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

ÖNDER KIZILKAYA: HATIRADIR, YAK BU FOTOĞRAFI

Mehmet vardı! İçeriden yeni çıkmıştı. Birinci Piya, Sanat Hareketi, İkinci Piya… Yoksulluğu filan hiç dert etmediğimiz, çareler ürettiğimiz, cesur ve umutlu zamanlardı… Yoldaşlık ve kardeşlik günleriydi…

ASMİN

“Birinci Piya” yıllarında Mehmet’in öykü kitabı Asmin çıkmıştı. “Öykü kitabı” dense de şiir gibi bir kitaptı bence. Asmin’i çok sevmiş ve çok etkilenmiştim. O günlerde Asmin hakkında bir yazı yazmıştım. Yerimiz olursa o yazıyı da bu yazının arkasına ekleyelim[1]; sevinirim. Mehmet de sevinir… Aslında hepimiz sevinebiliriz, göğe bakalım…

SANAT HAREKETİ

Bakalım: “Birinci Piya”yı altı şiir kitabı yayınladıktan sonra kapadık. Kapanış kutlamasını Beşiktaş İnönü Stadı’nda yaptık; bir Beşiktaş maçı izleyerek: Mehmet Çetin, Nevzat Çelik, Ayşen Türkmen ve ben… Daha sonra Sanat Hareketi günleri başladı. Bu süreçte ideolojik metinler ürettik: müthiş öğretici bir süreçti. Tartıştık, öğrendik, dönüştük. Sanat Hareketi, hepimizi değiştirdi. “İkinci Piya”yı, buradan öğrendiklerimizin üzerine kurduk. Bence en iyi şiirlerimizi bu süreçten sonra yazdık: Mehmet’in Hatıradır, yak bu fotoğrafı, benim Ben kulunuz arsenik, Nevzat’ın Sevgili yoldaş kurbağalar kitabı, bu süreçten edindiklerimizle şekillenmiş kitaplardır…

KİTAP KARDEŞLİĞİ

Mehmet’in “Hatıradır,…” kitabıyla, benim “…arsenik” kitabım, kardeştir. Her açıdan kardeştir: Aynı zamanlarda, aynı mekânlarda ve aynı iklimde yazıldı. Birbirimizden alıntılar yapmış, birbirimize göndermelerde bulunmuş, hatta dizelerimize müdahale edip, değiştirmişizdir… Bu iki kitap “İkinci Piya”nın da ilk kitaplarındandır: Aynı bilgisayarda dizilmiş, aynı matbaada basılmış, aynı mücellitte ciltlenmiştir.

ADALYA

İki Piya arası zamanda toplantılar yaptık, evlere sığındık, maç izledik, yolculuklara çıktık, barlarda içtik, pikniklere, denizlere, grevlere, direnişlere gittik… Yeni insanlar tanıdık, derinliklerimizi keşfettik, kendimizi bulduk, kendimizi kaybettik; birbirimizin aynasında kendimizi seyrettik… İşte o günlerin birinde Antalya’ya gittik Mehmet’le, sigaralarımızı tüttüre tüttüre, sigaranın serbest olduğu zamanlarda bir otobüsle… Mehmet’in bir walkman’i vardı; yanına da üç beş kaset almıştı: Dire Straits, Jethro Tull, Eric Clapton filan… Kulaklığın bir ucu onda bir ucu bende… İstanbul’dan Antalya’ya inmiş, arkadaşlara uğrayıp orda burda oyalanıp Kaş, Kalkan, Fethiye üzerinden İzmir’e kadar gitmiştik. Kaş’taydık: Milliyet Sanat dergisiydi galiba! Dergiyi ya bir kafe masasında bulmuş ya da bir gazete bayisinden almıştık. Dergide, Attila İlhan’ın müthiş bir şiiri vardı, çarpılmıştık: “… çünkü ayrılık da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hala sevgili…” Mehmet, o yolculuktan “Adalya” diye bir şiir çıkardı. Adalya, “ben kulunuz arsenik”e de sindi ve arsenik’e kılavuzluk etti… Mehmet’in Adalya şiiri (ki şiirin tam adı, “adalya, bir daha bitti yaz. ağla”dır), Hatıradır, yak bu fotoğrafı kitabının son şiiridir.

KAOSTAKİ DÜZEN

Hatıradır, yak bu fotoğrafı, 80 sayfadan, üç bölümden ve 28 şiirden oluşuyor. Aslında bu kitap tek bir şiirden oluşuyor. “Kitap” değil de “albüm” demek, daha doğru sanki! Pink Floyd’un “The Wall”una benziyor bu kitap… Bu şiirler sesli okumaya çok elverişli. Rodrigo’nun gitar konçertosu filan fon olamaz bu şiire: Şiirin kendi müziği var; yer yer kakofoniye dönüşen bir müzik; hayvan böğürtüsünden çocuk ninnisine, radyo parazitinden çay şıngırtısına kadar her tür sesin girdiği bir kaos… Kaosu görürsünüz: “Kaos”un bir düzensizlik değil bizzat bir düzen olduğunu hissedersiniz. Bombalar düşer, biberon kırılır, bir çocuk ağlar, sonra marşlar başlar ve ardından çocuklar kısa pantolonlarıyla okula gider… Bu kaosa girerseniz çocukların okula gidişinin nelerden oluştuğunu görürsünüz; çocukların yürüyüşündeki uyumun, hangi uyumsuzluklardan yapıldığını anlarsınız…

“ORDA MISIN MEMEET..”

Kitaptaki her şiirin son dizesi, bir sonraki şiirin ilk dizesi oluyor: Şiirler birbirine ilmek atıyor: Kitabın senfonik yapısı da burdan geliyor. Kitabın ilk şiiri, “orda mısın memeet.. memet yaklaş biraz” diye başlıyor… Kitabın son şiiri, “memet.. orda mısın..” diye bitiyor. Kitap büyük bir tur atıp başladığı yerde bitiyor. Kuyruğunu ağzına almış bir yılan gibi suskunluğa düşüyor: “Sıfır” gibi duruyor. Bu “sıfır”ı boyutlandırabilirsek Mehmet’in şiirini daha iyi açıklayabiliriz. Bu “sıfır”a kartopu diyelim o halde! Kartopu yuvarlanıyor, “çığ”a dönüşüyor. Çığ, yuvarlanıyor; ne gelirse içine katıyor ve devasa bir kartopu halinde bir düzlüğe seriliyor. Mehmet, bu “çığ”ın içindedir: Kartopunun göbeğinde; çığı ilk başlatandır. Yani Mehmet, şiirinin içinde hatta göbeğindedir. Mehmet’in şiiri çığ gibi akar. Ritmi de bu akış belirler. Şiir; malzemesini, bu akış esnasında edinir… Çığın yuvarlanması biter; bir düzlüğe serilir. Mevsim değişir, karlar erir ve Mehmet ortaya çıkar. Mahmurdur, bahtiyardır… Seslenir kendisine (Ruhi Bey gibi sanki!): “orda mısın memeet..”

GERÇEĞİN DIŞI…

“Geleneksel dili kırma”yı çok çok önemseyen Mehmet, “başka” bir dille yazar şiirini. Çünkü bilir: Bu dünyanın dışına çıkmak istiyorsak, “gündelik dil” bize yetmez! Onun şiirlerinde kullandığı dil için “sayıklama” ya da “rüya dili” diyebiliriz. Dil, Mehmet’in şiirinde “gerçek”in dışına çıkabilmeye yarayan bir araca dönüşür. Gerçekdışından seslenir; gerçeğin sınırlarını genişletir, gerçeği yeniden tanımlar. Bilinçdışı da diyebiliriz buna. Oralarda dolaşabilecek cesareti vardır: Çünkü diline güvenir. O dille tanımlar bilinmezleri!… Ve dili, o derinliklerde yaptığı keşifler sayesinde daha da zenginleşir. Kübik ressamlar gibidir: Gerçeği daha gerçek kılmak için gerçeği tahrif eder. Alın size bir tahrifat… “Mı şiir”: “mı havalanır o kuşlar mı yeni bir aşktan / mı anne olurlar o küçük mavi kadınlar / mı ölürse erkekler çocuk olurlar / mı o zaman kiraz çalarlar / mı yeniden haziran olur aykokusu duyarlar / mı mavi olur ırmağa karışıp ırmakkuşu olurlar / mı bu kan uğultusu içinde birdenbire limonçiçeği”…

Hadi bi mavrayla bitireyim bu yazıyı! Önce Mehmet’in şu dizelerini yapıştırayım şuraya: “…bir de yetmişaltıncı sayfası vardı bir kitabın / managua sıcaklığını yitirmem vardı aşk gibi / dağlar altına gömülmem vardı son grizuda / yenilgilerden kalkıp sana gelişim yine / eski çaresizliğim, sevgilim…” (“Ayrılık prelüdü” – Hatıradır, yak bu fotoğrafı)

Hepimizin bir yetmişaltıncı sayfası oldu sayende; o sayfayı, kendimizce doldurduk. Evet Mehmet, açıklamanın zamanı geldi artık. Yıllardır meraktayız. Şahsım ve bu yazıyı okuyan seksen milyon kişi adına soruyorum: Bahsettiğin o yetmişaltıncı sayfa, hangi kitabın yetmişaltıncı sayfasıydı ve ne yazıyordu o sayfada? Lütfen açıkla! Bekliyoruz:))

 

[1] Demokrat dergisi Kasım 1991

diğer yazıları