Belki denize, martıya, gökyüzüne en yakın yazarlardan biridir Sait Faik. Kocaman yüreğinin içine tüm insanlığı sığdırabilmiş, dahası sözcükleriyle yargılamadan onları yansıtabilmiş bir kalem. Benim için Burgazada’nın diğer adı. Yeniler ressamlarının arkadaşı, ama en çok Agop Arad’ın biricik dostu.
Bu yazıda Sait Faik’in ressam dostları ve onların resimlerine yansıyan Sait Faik imgelerine yer verildi. Agop Arad, Sait Faik’in şiir kitabı dışında tüm kitaplarını resimlemiştir. Şiir kitabı da yine Yeniler grubu ressamı Fethi Karakaş tarafından resimlenir. Bedri Rahmi Eyüboğlu ile birbirlerinden habersiz Mercan Usta’yı anlatırlar. Sait Faik “Gün Ola Harman Ola” öyküsüyle, Bedri Rahmi, Mercan Usta resmiyle. Fatih Mika ise, “Dülger Balığının Ölümü” öyküsünden yola çıkarak “Dülger Balığı Hesaplaşma” serisini yapar. Yeniler ressamlarıyla Sait Faik’in en önemli ortak noktaları sıradan insanın büyük dünyasını yansıtmalarıdır. Bugün de öykülerin resimlere yansıması Sait Faik’in öykü dilinin çağrışım zenginliğinin, imge gücünün kanıtıdır.
DOSTUM SAİT FAİK
“Sait Faik’in öykülerinde anlattıklarının resimlerini yapıyorum.” (A. Arad)
Agop Arad, (Sait Faik, Sarnıç, Çığır Kitabevi,
İstanbul, 1939, kapak resmi.
Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki dosttur Sait Faik ve Agop Arad. Ankara’da Çığır Kitabevi’nde tanışırlar. Sait Faik, Sarnıç adlı bir kitabının çıkacağını söyleyerek Arad’a resimlemesini teklif eder. Arad’ın “Seve seve” yanıtıyla ölene dek sürecek dostlukları başlamış olur. Şiir kitabı dışında Sait Faik’in bütün kitapların Agop Arad resimler.[1]
Agop Arad, “Sait Faik deseni”,
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi,
Taha Toros Arşivi
Agop Arad, (Sait Faik (gençliği),
Yürüyüş, Sayı 11, 5 İlkkânun 1942, s.15.)
Sait Faik “Yaşasın Edebiyat” adlı öyküsünde Arad’ı anlatır: “Canım ressam Arad ne oğlandır. Gözlüklerinin altındaki büyük ve koyu kahverengi gözlerinden dostluk akar. Ona her derdini söyleyebilirsin, dinler. Elinden gelirse, işini görür. ‘Arad oğlum şu….Benim hikayelerimi basar mı ne dersin?’ ‘Basmaz olur mu? Tabii…’ ‘Konuşur musun?’ ‘Şimdi’ (Abasıyanık, 1993:150) Birkaç gün sonra Sait Faik, kitap dosyasını bırakabilmiştir. Arad da Sait Faik gibi paraya değer vermez. Birbirlerine bu denli benzemeleri dostluklarını pekiştiren öğelerden biridir. Sanat aşkı, sokaktaki insanı yansıtma isteği, ezilenden yana olan tavır, tüm yaşamlarına ve sanatlarına yansır iki dostun.
Sait Faik’in “Kestaneci Dostum” adlı öyküsünü de Agop Arad resimler. Bu öyküde iki sanatçının yüreklerinden gelen sözcükler ve çizgiler buluşur. Zaten Arad: “En sevdiğim hikayecilerden Sait Faik’in yaptığını resimlerimde yapıyorum kanısındayım.” (Arad, Kültür Servisi, t.y.)der. Ahmet adlı bir çocuğun ayakta kalma mücadelesinin anlatıldığı öyküde, kahveci çıraklığından hamallığa geçen vasıfsız işçinin çöküşe doğru adım adım nasıl gittiğini görürüz. Ufak tefek görünümü nedeniyle askerdeki arkadaşları Ahmet’e “çocuk” lakabını takar, o, aldırış etmez. Kestane satan bir adam gördüğünde “kalbi sevgilisini görmüşlerin kalbi gibi oldu” (Abasıyanık, 1942:15) der yazar. Yaşamına anlam katan ilk andır belki de bu. Sazlı bir gazinonun köşesinde kestane satmaya başlar.
Agop Arad, (Sait Faik, “Kestaneci Dostum”,
Yürüyüş, 5 İlkkânun 1942, Sayı:11, s.12.)
Agop Arad, Ahmet’i tam da düşlerine dalmış, çocuk haliyle resimlemiştir. Ahmet’in hayatının belki de en anlamlı dönemini… Ahmet’in bu hayatta tek emeli çoğu insan gibi yükünün altında ezilemeyeceği namuslu, insanca bir iştir. Yaşama tutunma çabasıdır mangalı. Düşlerini ısıttığı simge nesnedir. Arad’ın desenlediği gibi hüzünlü ve düşünceli Ahmet’i mangalının başında rahat bırakmazlar. Bir gün Ahmet’in mangalını devrilmiş bulurlar. Ahmet: “Yasakmış burada kestane satmak” der. Sonrasında ne mangala elini sürer ne de kaldırıma saçılan kestanelere. Ama Ahmet yaşamak zorundadır. Yıllar sonra anlatıcı onu jandarma yanında elleri iple bağlı görür. Eroincilikten içeri girmiştir. Ahmet’in hep çocuk kalması, yalnızca genetik faktörlerden mi kaynaklanır? Yetersiz beslenme, Ahmet’in büyüyememesinde ne ölçüde etkili olmuştur? Ahmetler, çocuk bedenlerinin dışına çıkamadan bu toplumun dışına neden itilmişlerdir? Ahmet’in yaşam yolculuğu neden hapishaneye varır? Bu öykü, yazdıklarından çok yazmadıkları nedeniyle tehlikeli bulunmuştur devlet görevlilerince ve Sait Faik bu öyküsü için sorgulanmıştır. Kestane tezgahına kimin tekme attığını sorarlar emniyette. Sait Faik’in kestaneci çocuğu bulup getirmesini isterler. Sait Faik, yazdıklarının kurgu, Ahmet’in de bir öykü karakteri olduğuna zor ikna eder sorgulayanları.[2]
Sait Faik nasıl “küçük” insanı anlatıyorsa, Agop Arad da “küçük” insanı resimlemektedir. Buluştukları nokta edebiyatın diliyle resmin dilini buluşturan bir dostluktur. Yaşama önce Sait Faik gözlerini yumar. Ölmeden önce Arad onu ziyarete gider: “Arad’cığım, bu defa yolcuyuz.” (Milliyet Sanat, t.y.)demiş, ertesi gün yaşama gözlerini yummuştur Sait Faik. Sabahattin Âli’nin öldürülmesi, peşinden Orhan Veli’nin ve en yakın dostu Sait Faik’in ölümü Agop Arad’ı sarsar.
FETHİ KARAKAŞ
Sait Faik’in kaleme aldığı, “Sevişme Vakti” başlığı altında topladığı şiirleri Fethi Karakaş tarafından resimlenmiştir.[3] “Köprü” şiirinde Sait Faik, köprüyü kişileştirir. Üstünden gelip geçen insanların duygularını taşıyan köprü; Sait Faik’in kendisiyle özdeşleştirdiği bir simge nesnedir. Üstünden insanların yürüyüp geçtiği, bir yerden bir yere gitmelerini sağlayan bir araçtır ve araç olduğu için bu kadar çok insanı üstünde taşıyabilmektedir. Taşıdığı insanların hiçbiri kalıcı değildir. Sait Faik şiirde bu durumdan şöyle söz eder: “Her kim ki bir arkadaş bulmak için dolanmakta ise/ondan çekinmeli/ köprüde arkadaş olunmaz/ köprüden seyredilir” (Abasıyanık, 1958: 43). Söz konusu köprü Galata Köprüsü’dür. Fethi Karakaş, Galata Köprüsü’nün korkuluklarına dayanan bir figür çizmiştir. Kasketi ve giyimi köylüyü andıran figür, bir elini cebine atmış, denize ve mavnalara sırtını dönmüştür.
Fethi Karakaş, “Marikula Doğur
“Marikula Doğur” şiiri için Fethi Karakaş’ın yaptığı desende; sandalın ve Marikula’nın dikey çizgileri, eğrileri nesne ve insan arasındaki bağa vurgu yapar. Marikula’nın elbisesindeki çiçek deseninin sandalda yatay bant biçiminde devam etmesi ve renklerin değişmesi de aynı vurgunun devamıdır. Deniz; sandal ve kadın desenlerinin aksine yatay kesik eğrilerle sürmektedir. Marikula klişeleşmiş güzel kadın tipinin aksine naifliği ve kırılganlığıyla değil, emekçiliği ve gücüyle güzeldir. Marikula, bir Rum kızıdır, boynundaki haç kolye inancını simgeler. Doğum anına dek çalışan Marikula, berekettir, yazdır. “Sen: Taze dişlerinde hıyar kokusu…/Ağzında olgun domateslerin çekirdeği/ karpuz ve erik” (Abasıyanık, 1958: 45). Her doğum, balıkçı için iş gücüdür; güzellik ve güç yapılan işin kendisindedir.
Karpuz sergisi açma düşü kuran iki arkadaşı konu alan öykü, yaz sıcağına serin düşleriyle karşı koyan iki arkadaşın macerasını anlatır. Düşlerine ara verdiklerinde ya sahile denize inerler veya cami avlusunun gölgesinde kestirirler. Fethi Karakaş bu öykü için yuvarlak formlarla karpuz sergisi desenlemiş, sergi önünde ve sağında duran iki figürün dikeyliğiyle resimdeki ritmi oluşturmuştur.
MERCAN USTA VEYA GÜN OLA HARMAN OLA
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sanat ile zanaat arasındaki ilişkiyi önemsemesi, dolayısıyla bunu sanatına yansıtmasının bir örneğini Sait Faik Abasıyanık’ın Gün Ola Harman Ola öyküsünde buluruz. Öyküdeki karakter Mercan Usta, ayakkabı kutularına resim yapan bir zanaatkârdır. Öykünün adı, Gün Ola, Harman Ola’dır. Bu söz ayakkabı boyacısı bir çocuk tarafından boya sandığının üzerine yazdırılmak istenir. Mercan Usta ise “ayak altına yazı yazılmaz” diyerek çocuğun teklifini reddeder. Böylelikle edebiyatın gücünü ve mesleki saygınlığını gözler önüne serer. Sait Faik Abasıyanık, mesleği gibi kendisi de tükenmeye yüz tutmuş bir insanı betimler öyküsünde.
Bedri Rahmi Eyüboğlu resimlerinde hat, tezhip, nakış, çini gibi, geleneksel motifleri repertuar yapmış, onları modernize ederek resmine kimlik kazandırmıştır. Mercan Usta gibi zanaat ustaları, Anadolu kadını resimlerinde yer verdiği motiflerdir. Sait Faik, kendisini de bir zanaat ehli olarak görür.
“Canım Mercan Ustam! Ellerinden hürmetle öperim. Biz de bir zanaat ehliyiz: Yazı yazıyoruz a. Ne Mercan Usta’ya, ne kilimleri dokuyan ellere, ne yazmaları boyayanlara, ne kalıpları dökenlere, ne çeşmibülbülleri üfleyenlere saygı duyduk. Saygı duymadık da ne oldu? Dünyayı birbirine kattık işte…” (Abasıyanık, Son Kuşlar 2014: 46)
Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Mercan Usta”,
1952, Sait Faik Müzesi, Burgazada.
Sanayileşmenin zanaatçılığı yok ettiği, insanlığın düşünmeden tüketmeye itildiği modern çağın eleştirisini yazar hemen her öyküsünde dile getirir. Bedri Rahmi Eyüboğlu da Mercan Usta’nın resmini yapmış ve 10 Aralık 1952 tarihinde resmi “Mercan Usta’nın yüzü suyu hürmetine diyerek imzalamıştır. Son Kuşlar adlı öykü kitabı yayımlanınca Sait Faik kitabı alıp Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesine gitmiştir. Masanın üstünde duran kitaplardan birini alarak:
“Bedavaya mal yok oğlum. Kitap veririm, kitap alırım. Çak bakalım şuraya bir imza” (Abasıyanık, Son Kuşlar 2014: 134) Karşılıklı kitaplar imzalanmış, kitapların kapağını kaldırınca iki sanatçı da hayretle bağırmıştır, çünkü ikisi de aynı kişiyi sanatlarının konusu yapmışlardır: Mercan Usta.
Sait Faik ve Yeniler grubu ortak imgeleri ele almalarının yanı sıra, “sakıncalı eser” vermek gibi ortak bir paydada buluşmuşlardır. Sait Faik’in romanı toplatılmış, 1943 Eminönü Halkevi Sergisinde Yeniler grubunun resimlerine el konularak, sanatçılar kovuşturmaya uğramıştır. Nuri İyem hapisten çıktıktan sonra çevresindeki insanların uzaklaştığının farkına varır ve buna bir anlam veremez. O günleri anlatan anısı belge niteliğindedir. İyem’den dinleyelim:
“Bu mahpusluk ne menem bir şeyse, bazı dostlar bile selamı sabahı keser olmuşlardı. Yolda gelirken karşıdan görenler kaldırım falan değiştiriyordu. Beyoğlu’nda dolaşırken baktım çok saygıdeğer bir dost, Sait Faik, benimle aynı kaldırım üzerinde karşıdan geliyor. Yakıncaydı. Adamı sıkmamak için ben kaldırım değiştirmeye kalksam fark edecekti. Hemen yanımdaki Japon oyuncak mağazasının vitrinine bakarken dalmışım gibi yaptım. Bir el omuzuma dokundu. ‘Hey Nuri, nasılsın? Korkma, ben onlardan değilim. Geçmiş olsun. Ayrıca biliyor musun, benim Medarı Maişet Motoru’nu toplattılar. Haydi sağlıcakla kal.’ deyip gitti.”
DÜLGER BALIĞI HESAPLAŞMA
İnsanlar dünyasının acımasızlığı, sevgisizliği vurdumduymazlığı Sait Faik Abasıyanık’ın hemen her öyküsünde karşılaştığımız temalardır. Bu temaları ele alırken kimi zaman günlük yaşantıdan kesit sunan yazar kimi zaman da felsefi bir düşünceyi sembollerle ifade etmeyi uygun bulur. Doğaya egemen olmaya çalışan insanın hırsını ve acımasızlığını anlattığı Sinağrit Baba ve Dülger Balığının Ölümü öykülerinde karakterler balıktır. Sinağrit Baba öyküsünde sembolik bir anlatım biçimi tercih eden yazar, Dülger Balığının Ölümü öyküsündeyse ölümün kaçınılmazlığını ve insanın acımasızlığını “balık” metaforundan yola çıkarak anlatır.
Fatih Mika, “Dülger Balığı ile Hesaplaşma I”,
Asitoyma-kumlama, 50×65 cm., 2001.
Sait Faik Abasıyanık öyküsüne dülger balığının diğer adıyla Hrisopsaros (Hristos Balığı) nın efsanesini anlatarak başlar. Eskiden canavar huylu olan bu balık hiçbir balıkçıya aman vermez, tekneleri tıpkı bir dülger gibi keser, parçalarmış. Balıkçılar İsa’dan yardım istemiş. İsa da içlerinden birini tutarak, kulağına bir şeyler fısıldamış. O gün, bugündür, görünüşü çirkince de olsa, denizlerin en hassas, korkak balığı oluvermiş. Yazar bu balığın ölürken bağırdığını, renginin yavaş yavaş beyazladığını anlatırken insanlar dünyasının acımasızlığını vurgular. İnsanların dünyası öylesine kötüdür ki, dülger balığı atmosferimize alışırsa ilkçağlardaki haline dönebilir. Sait Faik’in pek çok öyküsü Fatih Mika için esin kaynağı olmuştur. İstanbul doğumlu Fatih Mika, burada başladığı felsefe öğrenimini yarıda bırakarak Yugoslavya Güzel Sanatlar Akademisi’ne gider ve gravür bölümünü bitirir. Aynı üniversitede uzmanlığını tamamlayan sanatçı hâlâ Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’nde “Gravür Teknikleri” dersi vermektedir. Mika özellikle edebiyat klasiklerinden esinlendiği gravürler dizisi yapmıştır. 1993-1996 yılları arasında yaptığı “Sait Faik’e Saygı Dizisi”nin çıkış noktası ise Sait Faik’in öyküleridir: “Son Kuşlar”, “Sinarit Baba”, “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın”, “Dülger Balığı ile Hesaplaşma”. Bu dizinin sonrasında Mika, “Sait Faik’e Saygı Dizisi”ndeki gravürleri değişik teknikler kullanarak “Hesaplaşma Dizisi”nde yeniden ele alır. Sait Faik Abasıyanık’ın Dülger Balığının Ölümü adlı öyküsünden esinlenen Fatih Mika (1956-), Dülger Balığı ile Hesaplaşma I adlı bir çalışma yapar. İtalya’da Piazza Vittorio halk pazarından dülger balığını alıp bir kartonun üstüne çiviler ve onu derin dondurucuya koyar. Çalışmak istediğinde onu dondurucudan çıkarır sonra eski yerine koyar. Marangoz aletlerinin de desenlerini çalışan sanatçı, ahşap bir zeminin üstüne balığı işler. Böylece balık metaforu, başka bir okumayla ve farklı bir sanat disipliniyle yeniden karşımıza çıkar.
Çizim: Burçak Yazıcı
SONUÇ
İşçimiz, zanaatçımız, trajedimiz, sevincimiz, aşkımız, sevdamız…Edebiyatçımız, ressamımız tek bir şeyi anlatıyorlar aslında. Bu çokluğun gerisinde yatan, bizim yaşantımız. Hem evrensel hem de özgün olanın vurgulanma çabasıdır resmi ve edebiyatı birleştiren ve ancak sanatın gücüyle kalıcılaşır ve anlam kazanır.
KAYNAKÇA
Abasıyanık, S. F. (1939), Sarnıç, İstanbul, Çığır Kitabevi.
Abasıyanık, S. F. (1942)“Kestaneci Dostum”, Yürüyüş, 5 İlkkânun, Sayı:11, s.12.
Abasıyanık, S. F. (1958), Şimdi Sevişme Vakti, İstanbul Varlık Yayınları.
Abasıyanık, S. F. (1993) “Yaşasın Edebiyat”, Bütün Eserleri 9 -Balıkçının Ölümü/ Yaşasın Edebiyat, Ankara. Bilgi Yayınları.
Abasıyanık, S. F. (2014) Son Kuşlar, İstanbul, İş bankası Kültür Yayınları
Kültür Servisi, Agop Arad, İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi, Taha Toros Arşivi.
Toprak, Ö.F. (1966), “Bir Sait Faik Yaşamıştı.”, Yön, TTA.
[1] Varlık yayınları tarafından 1958’de yayımlanan Sait Faik’in Şimdi Sevişme Vakti adlı şiir kitabı yine Yeniler ressamlarından Fethi Karakaş tarafından desenlenmiştir. (Bkz. Sait Faik, Şimdi Sevişme Vakti, Varlık Yayınları, İstanbul, 1958)
[2] Bu öyküyü Ömer Faruk Toprak okuduktan sonra “Yürüyüş” dergisinde basmayı önerir. Sait Faik kabul eder ama öykü yayımlandıktan sonra polisler Sait Faik’i aramaya başlarlar. Sait Faik, Toprak’a çıkışır: ‘Madem hikayemde kanuni mahzur vardı. Niye yayımladın?’ Arkadaşı Sait Faik’i yatıştırmaya çalışır. Şakayla aralarında geçen konuşma, yoksulluk günlerine gönderme yapar: ‘Ekmek karnen yanında mı Sait?’ O gözlerini açarak: ‘N’olacak?’ Gülerek şakadan takılıyorum. ‘Biliyorsun. Belki birkaç gün serbest bırakmazlar, ekmek karnen yanında bulunsun.’ Ertesi gün Meserret Kahvesi’nde olayı aktarır usta : “ Kestanecinin mangalına ‘Burada kestane satmak yasaktır’ diyerek tekmeyi vuran memur cezalandırılacak, sonradan eroinciliğe alışan kestaneci de okula verilecekmiş.’ Karakolda bu iki kişinin kimliklerini öğrenmek istemişler Sait Faik’ten.”(Ömer Faruk Toprak, “Bir Sait Faik Yaşamıştı.”, Yön, 13 Mayıs 1966, TTA)
[3] Sait Faik’in diğer tüm kitapları Yeniler Grubu ressamlarından Agop Arad tarafından resimlenmiştir.
Kağak Çizimi: Esra Enis