yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

“Roma’dan Genç, İstanbul’dan Yaşlı” Şiirler

Dört beş yıl önce Hatay Tabip Odası’nda Antakya Şiirinin dört önemli ismi Süleyman El-İsa, Ali Yüce, Süleyman Okay ve Sabahattin Yalkın başlığı altında sunumlar gerçekleştirilmişti. Şimdi tahmin edersiniz ki, bu panelin yapıldığı Hatay Tabip Odası binası sadece bir yıkıntıdan ibaret.

Yaşar Kemal’in “umut insan içindir,” sözünü anımsayarak, bir gün Hatay Tabip Odası’nın güzel binasına kavuşacağını, yine paneller, sunumlar gerçekleştirileceğini düşünüyorum. Ama şimdi 2 Kasım 2019 tarihinde, salgının dünyayı evlere kapatmasından hemen önceki panelin izini sürmek istiyorum. Her şeyin eskisi gibi olduğu günlerdeki panelin izini…

Şair Edip Yeşil önsözünde, Edip Cansever’den bir alıntı yaparak, “İnsan yaşadığı yere benzer” sözünden hareketle, sanatçının yaşadığı coğrafyanın anlatılarından, mitlerinden beslendiğini aktarmış. İbn Haldun’un çok bilinen “coğrafya kaderdir” sözüne de gönderme yaparak, şairin biraz da kaderini şiirle değiştirmeye yöneldiğini yazmış. Edip Yeşil’in önsözünü okurken ve şairleri incelerken, her dört şairin de sosyalizme yakın bir anlayışla toplumcu gerçekçi şiirler yazmalarının tesadüf olamayacağını düşünüyorum. Panele konu olan şairler, ikinci dünya savaşının ve sonrasının zor günlerinde serpilirler. O zamanı Sabahattin Yalkın şöyle anlatır:

“…Gerçekte biz 2. Büyük Savaş çocukları idik. Ezik büyüdük… Süleyman (Okay), Arif (Coşkun)… Onlar da öyle. Ne üstümüzde vardı ne başımızda. Cepler nanay… Üç öğün yemek mi bilirdik? Tek bildiğimiz bol soğanlı bulgur aşı… Ama biti bilirdik, pireyi bilirdik, tahtakurusunu bilirdik; sıçanları bilirdik, sıtmayı, uyuzu, trahomu…”

Çağın ağırlığının yanı sıra şiirlerde Antakya’nın aurası hissedilir. Antakya’nın dört şiir atlısının şiirleri zaman ve mekândan mürekkeptir. Süleyman Okay şöyle yazar: “Antakya kapılarında / iflah olmam gayri / Antikus / dönmeyecek bu kente bir daha / gladyatörler / ayaklanmayacak / sen gelme istersen hayır gelme / bekleme beni kaçaklığın sancılı durağında / ben durağan değilim hiçbir yerde”

Süleyman Okay’ı sunan Utkan Büyükaşık, 1928’de Antakya’da doğan şairin, kırklı yıllarda emek ve demokrasi mücadelesine girdiğini, şiirlerini de bu yıllarda yazmaya başladığını aktarır. Okay, şiirlerinde düşünsel izleği ve Antakya’nın mitlerini birleştirebilir: “Bir tepenin boncuğundaydı –Çağıllık Mahallesi / Çakıl taşları kum zilli sesler / Yıkıntılar yıkıntılar / Habib-i Neccar Dağı gece nöbetinde şimdi / uyumadı hiç / eski bir türbede yaşar Habib-i Neccar / kesik başı bir meşin top gibi / yuvarlanmış aşağılara / yüzyıllardan beri arar gövdesini”

Okay’ın şiiri dünyaya açılan bir şiirdir, şiirlerinden birinde Nazilere direnen Sophie Scholl’u anlatır: “Sıska bir portakal ağacının altında / Sophie Scholl’un Beyaz Gül’ünü takardık göğsümüze / Yasaklanmış duvar yazıları ve kimliksiz bildirilerle”

Hatay Yayladağı’nda doğmuş Ali Yüce’yi aktaran Güler Kalem’se yazısına şairin şu şiiriyle başlar: “Su da susadı / Ateşten testilerle / Kekik nane / Hasır kilim nakış oya / Sevda dediğimiz bu mu / Gözlerimi bağlasalar bilirim / Antakya’da olduğumu” Yüce için şiir evrensel bir kaşıntıdır, evrenselliğin ilk belirtisi de insan sevgisidir. Yüce’nin şiiri insan sevgisi ve bilgisiyle örülü bir Antakya’da olmaktır, şiirinin köprüsünün ayakları bu iki oluştur: “Asarcık köprüsünden / bir kız geçer / yaprak dökülen yaşta / ekin biçilen boyda / dili ağzına sıkışık / Antakya köprüsünden / bir kız geçer / kuşlar uçan yaşta / sular akan boyda / gülmesi yüzüne sıkışık (…) / Antakya köprüsünden / bir kadın geçer / bir bacağı altın / bir bacağı kalay / ayakları tarihe sıkışık”

Ali Yüce, şiiri için şunları söyler: “Halk ne söylerse dosdoğru, apaçık söyler. Ben de öyle yapmaya çalışıyorum. Şiirimi her katmanda, her kültür düzeyinde kolayca okuyup anlayabilsinler, tat alabilsinler istiyorum. Sanatı bir sirk cambazlığı, bir sözcük akrobatlığı, bilinçaltı koridorlarında saklambaç oynamak olarak görmüyorum.”

Edebiyat insanı Tunay Devrim’se, kuşakları etkileyen Sabahattin Yalkın’ın şu şiiriyle yazısını açar: “Son Akşam Yemeği’nde / İsa’nın sunduğu şarap / gizi bilinmeyen kanıdır göğün / dağ kovuğunda yanar daha / Sen Piyer’den kalan mum / kentdeşim gizdeşim Habibneccar / kaya kaya ağaç ağaç bildiğim / ot ot çiçek çiçek böcek böcek / hısım akraba olduğum” Devrim’in başlığıyla Sabahattin Yalkın, Antakya’nın mitik anlatıcısıdır.

Yalkın, kendisini Antakya’nın yaşamsal birikiminin bir mirasçısı, çok dilli, çok dinli, çok renkli olarak tanımlar. 1934 yılında doğan şair liseden sonra Antakya’dan ayrılarak, üniversite eğitimi için İTÜ’ye gidecek, ilk şiir kitabını ise ellilerinde yayımlayacaktır. Yalkın şiire düşünsel katkılarda da bulunur. İlgi çeken şairlerin şiirlerini kopyalamayı tuval şiirciliği olarak tanımlar: “Diyelim, Fransız komünist şair Paul Eluard, onun ünlü Hürriyet Şiiri, 2. Dünya savaşı yıllarında yazılmış. Bakarsınız, Hürriyet sözcüğü yerine Barış ya da Vatan sözcüğü konularak neredeyse aynısı yazılmış. Boşuna bir uğraş, bunları kimse yutmaz. Diyelim Aragon. Elsa’nın Gözleri şiiri. Belki de sevgilisinin gözleri hiç de güzel olmayan birileri çıkar, Fatmasının gözlerini göklere çıkaran şiirler yazar Aragon’a özenerek. Bunların hepsi boş zorlamalar. Çünkü insanın en başarılı şiirleri kendinin olan, kendisine benzeyen şiirleridir.” Devrim’in sözleriyle, Yalkın için has şiir, özgünlük, özgürlük ve yenilik içerendir.

Edip Yeşil, çocukluk hayallerine ihanet etmeyen şair olarak aktardığı Süleyman El-İsa’nın şu şiirini paylaşır: “Çocukluk yıllarındaki oyun yerleri bizi çeker. / Özlem bizi çeker. / O zaman kanatlarını / Susamış renklerini ve fırçanı hazırla / Bir daha çocukluğumu, çocukluğunu geri al / Onlar uyandır, her köşede / Eski sevgimizin kalıntılarını taşı / Ve eski özlemimizi / Oraya anılarını serp / Antakya’daki küçük adımlarımızı çiz…”

Uluslararası birçok ödül alan, zamanın dayattığı toplumsal sorunları çözmenin hayallerini yazdığı şiirlerle kuran şair kendisini şöyle anımsatır: “Toprağa aşık olduğumu / Hayatı sevdiğimi / Sabahın ilk ışıklarını ararken / Barışın kalıntılarını / Hatırlayınız (…) / Benim için / Bu çocuğun büyümediğini / Onun şarkılarını / Yılların susturamadığını / Hatırlayınız”

“Roma’dan genç, İstanbul’dan yaşlı” Antakya, Filozof Libanius’un, Davut El-Antaki’nin, Cemil Meriç’in kentidir, Kavafis’i konuk etmiş, birçok şair yetiştirmiştir… Öykülerin kendisini farklı biçimlerde tekrar tekrar doğurabildiği bu kentin bir kez daha düşler kuracağına ve o düşlerin boy vereceğine inanç beslememek hata olur.

Bahtiyar Kaymak’ın “sadece şiir”de yazdığı gibi, “düşü ve yası yolda yaşayacağız.”

Ayşegül Tözeren
diğer yazıları

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir