Kimyasal hadım ile birlikte anılan ve ‘tecavüz failinin hasta olduğu’ ön kabulüne dayanan anlayış gerçeği ne kadar yansıtıyor? Yaygın kanaatin işaret ettiği gibi ‘tecavüz faili’ hasta ve tıbbi tedaviye muhtaç kişi midir?
Tek kelimeyle hayır. Ağır ruh sağlığı hastalıkları olan kişilerin kontrolsüz eylemleri olabilir ancak bu kişiler, cinsel yaklaşımlarını gizleme becerisine de sahip değildir. Gizleme yeterliliği yoktur, herkesin içinde sarılıp öpebilir veya cinsel yakınlık kurmak istediğini uluorta belirtir. Akıl hastalığı nedeniyle uygunsuz cinsel yaklaşımlarda bulunan kişiler, o hastalık için tedavi edilirler. Suçla hastalık kavramlarının bir arada anılması, yersiz bir şekilde ruhsal bozukluğu olanların damgalanmasına yol açmaktır.
Oysa cinsel saldırı eylemlerini gerçekleştiren kişiler, bunun gizlenmesi gerektiğini bilir ve ona uygun tedbirler alırlar. Cinsel saldırı bir suçtur, “hastalık” değildir.
Cinsel saldırılarda, saldırganlara uygulanan rehabilitasyon, onların davranış ve anlayışlarını değiştirmeye yönelik oldukça komplike ve pek çok öğeyi içeren bir yaklaşımlar bütünüdür. Bu tedavi içinde, cinsel organın uyarılmasını/sertleşmesini engelleyen piyasada “hadım edici” ilaçlar diye bilinen hormonal maddelerin verilmesi bazen olabilir. Etkisi sadece bir parçadır, asıl olan farklı psikoterapik yaklaşımlardır. Bu tür ilaçlar, bu paketin içinde bazen olabilir ancak tek başına tedavi edici özelliği yoktur.
Burada sorun teşkil eden konulardan biri de, doktorlardan bunun ‘tedavi edilmesinin’ istenmesi ancak ne tedavi yapılacağının ‘hakim tarafından söyleniyor’ olmasıdır. Hakim, “Cinsel isteği kaldıran bir ilaç verin” diye bir reçete yazabiliyorsa ve hakimlerin bunu uygulama yeterliliği varsa, mahkemeler kendi yazsın. Doktorların ahlaki olarak tıp etiğine uygun olmayan bu tür yaklaşımları uygulamaları mümkün değildir.
‘Kimyasal hadım’ cezasının hedeflediğini iddia ettiği ‘caydırıcılık’, cinsel suçlar için savunulabilecek bir argüman mıdır?
İdamın geçerli olduğu, uygulandığı ülkeler ve dönemler incelendiğinde yapılmış çok sayıda karşılaştırmanın ortak bulgusu, ‘idamın caydırıcı olmadığı’ yönünde. Cezanın arttırılması tek başına caydırıcı değil. Zira, suçlar tedavi edilmez. Suç saptanmışsa sorumluğu vardır, cezası vardır. Bir akıl hastalığına bağlı ise de o hastalık tedavi edilir. Banka soyanı, eve giren hırsızı tedavi mi ediyoruz?
Resmi açıklamalarda ‘hadım’, ‘idam’ gibi şiddet içeren ve ‘önlem’ gibi sunulan yaklaşımlarda, ‘çocukların hak ihlaline göz yuman bir politika’ görüyoruz. ‘Hadım’ veya ‘kastrasyon’ diye anılan önerinin dayandığı varsayım, ‘cinsel motivasyonun’ neden olduğu anlayışına dayanır. Cinsel istek olmadığında, sertleşme gerçekleşmediğinde suçun yinelemeyeceği sanılmaktadır. En kötüsü hadım/idam gibi caydırıcı yararı olmayan yöntemlerle, ‘tecavüz kültürünü’ yok sayan bir anlayışın sürdürülmesi ve inkarın beslenmesidir. Cinsel saldırılar açığa çıktığında, nedenlerini örten mazeretlerle dolu bir tutum sergileniyor. İstismarcılar ve istismarcıların yakınlarının, bunu bir ‘akıl hastalığı’ olarak sunarak ‘durumu kurtarmaya’ çalıştıklarına çok kereler şahit olduk.
Bir diğer husus da, suçun esas öğesinin ‘cinsellik’ olmamasıdır. Esas olan ‘şiddet ve iktidar’ ifadesinin bir aracı olarak ‘güç’ göstermektir. Çözümü failin cinsel isteğini, cinsel dürtüsünü azaltmakta aramak yanıltıcıdır. Bu suçlar cinsel dürtülerle işlenmediği gibi, cinsel eylemler penisle sınırlı değildir. Bu öneriyle ilgili önemli bir sakınca da, cinsel istismar sorununu toplumsal arka planından bağımsız, bireysel bir konu gibi ele alıyor olmasıdır.
İdam devlet eliyle, toplum adına işlenen cinayettir. Dahası, çocukların cinsel istismarı bildirmeyle ilgili güçlüklerden önemli biri, sıklıkla failin baba amca, abi gibi aile üyesi veya yakını olmasıdır. Çocuğa ‘babasının ipini çekmesi görevi’ mi verilecek. Cezaların arttırılması, ‘suçu bildirmeyi caydırmaktan’ ve çocuğun yakınlarına bildirdiği istismarın, başkaları tarafından ‘örtbas edilmesini teşvik etmekten’ başka işe yaramayacaktır.
Cinselliği tabu sayan, kadın bedenini erkek zihniyetine göre konumlayan, toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden şekillenmiş ‘toplumsal ahlak’ ile ‘cinsel suçlar’ arasında nasıl bir ilişki var?
Cinsel şiddet konusunda en temel belirleyen, bireysel özellikler değildir. Cinsel şiddetin gelişmesinin de, sürmesinin de, açığa çıktığında cezasız kalmasının da sorumlusu toplumda egemen olan cinsiyet ideolojisi yani erkeklik ve erkekliğe imtiyaz, üstünlük tanıyan toplumsal anlayıştır. Türkiye’de bu konuda olumlu bir gelişme, feminist kadınların önemli katkılarıyla seksenlerin sonlarında gerçekleşti ve bu mesele gizli olmaktan uzaklaştı.
Cinsel istismarı bilmek ve açıklamak önemli ve zorunlu ilk adım olmakla birlikte, engelleme ve koruma mekanizması da mutlaka olmalı. Dünyada da cinsel saldırıların açığa çıkmasının 50 yıllık bir öyküsü var. Cinsel saldırılarla mücadele için üretilmiş politikaların Batı Avrupa ve ABD’de sistemli olarak uygulanması daha da yeni ancak üzerinde çalışılmış denenerek geliştirilmiş rehberler var. Bunlar sağlık, eğitim ve yasal konularda çalışan kurumların çalışma sistemine yerleştirilmiş durumda. Ve denetim mekanizmaları ile uygunsuz yaklaşımların ortaya çıkarılması ve izlenmesiyle ilgili çok ciddi yaptırımlar söz konusu. Çünkü, cinsel istismarın engellenmesi ve denetlenmesi bir kamu görevi aynı zamanda.
Türkiye için üzücü olan, 30 yılın kazanımlarının son yıllarda bırakılmış olması. Çok sayıda istismarcının tek çocuğa yaptığı cinsel saldırı olaylarında o saldırganların “devlet memurudur, askerdir veya itibarlı bir belediyecidir” denerek kayrıldığına son yıllarda çokça tanık olduk. Yaş büyütme vb. ‘indirimler’ de yaygın ikiyüzlülüklerimizden… Bunlar, ‘cinsel istismar faili’ ile ‘mağdurunun’ yer değiştirmesine yol açan çarpıtılmış durumlar.
Özetlersek erkek egemen anlayış, “kol kırılır yen içinde kalır” diyor ve bunu kadın, çocuk, özürlü, mülteci, yoksul kendinden güçsüz kabul ettiği herkese zorla kabul ettirmek istiyor.
Cinsel saldırıya maruz bırakılmış kadın ve çocukların ne kadarı tıbbi yardım alabiliyor? Tıp, bu konuda ne kadar etkin?
Cinsel saldırıların bir bölümünü hiç kimse bilmez. Bir bölümü ise sadece çok yakını olan bir iki kişi bilir. Bazı kişiler, olayı daha geniş arkadaş grubuna veya aile üyelerine aktarır. Yasal başvuruda bulunanların ancak ufak bir bölümü tüm aşamaları tamamlar ve bunların ufak bir bölümünde istismar eden kişi yasal yaptırım ile cezalandırılır. Bu konuda yasaları daha elverişli olan ülkelerden Avusturalya’da bile bu oran %10-20 düzeyinde.
Yasal başvuruda bulunmayan ama tedavi talebi olan mağdurlar da var. Cinsel saldırı yaşayan kişilerin kendilerini olumsuz değerlendirmeleri, ‘pis vs.’ bulmaları utanç duymalarına yol açar. ‘Utanç’, saldırıyı gizlemeyi kolaylaştıran en önemli etkenlerden biridir. Yine de Türkiye’de giderek artan sayıda kadının başvurduğunu görüyoruz.
Çocuk istismarlarının her türü toplumun çeşitli alanlarında yaşanırken, konunun en yoğun ve en yakıcı haliyle gözlendiği yerlerden biri de aile. Türkiye’de ensest vakalarının bu kadar yaygın olmasının (Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun 2014’te yayımladığı Türkiye Ensest Atlası Raporu’na göre yüzde 40) sosyal, politik zemini nasıl şekilleniyor?
Bu konuda istatistikler oldukça sınırlı. Yüzde 40 rakamını reddetmek içinde yeterince delilimiz yok. Ancak ben, doğru olduğunu düşünüyorum. Burada tek kasıt, cinsel ilişkinin ‘penatrasyonun’ tamamlanması değil zaten. Farklı cinsel temaslar da bu konunun içine giriyor. Böyle düşününce bu rakam, hiç yanlış görünmüyor.
‘Şiddet ile iktidar’ birbirinden ayrı düşünülmesi güç iki kavram. Cinsel şiddete zemin hazırlayan en önemli etken, güç ve iktidar sahibi olanların diğerleri üzerinde serbestçe sergilemesinin meşru kılındığı bir ortam oluşturmasıdır.
Çocuğa yönelik cinsel şiddetin önemli bir bölümü, yaklaşık üçte biri aile içinde yaşanıyor. Tamamen ‘yabancıların fail olması’ olayların onda birinden azını oluşturuyor. Aile üyesi değilse de yakın çevreden, güvenilir olduğu kabul edilen kişilerden kaynaklanan cinsel şiddet en yaygın karşılaşılan durum. Biraz önce değindiğim toplumsal yapı ve egemen ideoloji sorunun bu önemli boyutunun görünmez kılınmasını sağlıyor. Erişkinden farklı olarak çocuğa yönelik cinsel istismar daha az oranda fiziksel şiddet içeriyor. Daha çok çocuğun güvenini kazanmaya yönelik girişimlerle, adım adım ilerleyen bir yakınlaşma, çocuğun başta ‘yakınlık’ olarak değerlendireceği bir iletişim seçiliyor. İlişki kademeli olarak cinsel nitelik kazanıyor. Yine erişkinde gördüğümüzden çok daha süreğen, haftalar, bazen yıllar süren bir durumdan, sıklıkla yinelemelerle şiddeti artan bir olaydan bahsediyoruz.
Çocuğa yönelik cinsel istismarın görülmez, gizli kalmasını sıklıkla mümkün kılan nedir? Çocuklar daha çok kime anlatır?
Çok büyük bir ihtimalle, bunu, anneye veya güvenli bulduğu birine anlatacaktır. Burada okullardaki rehber öğretmenlere güveniyorum. Aileler, özellikle ergenlik dönemindeki çocuklara inanmıyorlar. Öğretmenler ve danışmanlar kuşkulanıp ailelere aktardıklarında aileler, ‘inkar’ ediyor veya aile çocuğa zarar veriyor. Okuldan alıyor, iş öldürmeye kadar uzanabiliyor. Okul ile aile işbirliği çok önemli. Burada da özellikle bazı özel okullar, ‘itibarlarının zedeleneceği’ anlayışıyla olayı kapatabiliyor. Oysa çocuğun olayı anlattıktan hemen sonra ‘bir başka güvenilir yer’ olduğunu bilmesi çok önemli.
Fail, çocuk bu durumdan rahatsızlık duyduğunu belli ettiğinde, bunu kendisinin de dahil olduğu bir ‘suç, ayıp’ olarak yansıtabilir çocuğa. Cinsellik ve hakları konusunda bilgisi olmayan bir çocuğun, ‘kendisinin masum olmadığını’ düşünmesi, olay açığa çıkarsa ‘masum görülmeyeceği, suçlanacağına’ inanması gizli tutmasının en önemli nedenlerinden. Böyle cinsel şiddet durumlarında; mağduru açık ya da gizli şekilde suçlu gören, ‘mağdurun kim olduğu’, ‘nasıl davrandığıyla’ ilgili etkenlerin önemini vurgulayan toplumsal tutum çocukları gizlemeye itmekte. Dahası toplumun mağduru suçlayan, onun davranışlarının mağdur olmasına neden olduğuna, bu nedenle seçildiğini ima eden tutumu bu olaylarda yaşanılan ruhsal zorlukların önemli bir bileşeni. Yani çocuğa yönelik cinsel suçların gizli kalmasında toplum, failin suç ortağıdır.
Ailelerin çocuk istismarına karşı, çocuklarını eğitme konusunda bilinçli olduğunu düşünüyor musunuz? Kendileri bilinçli mi?
Türkiye’de erkek çocuklarını penisleri ile oynayarak sevenler var. Böyle seviyor çocuğunu. Uygun olmayan bir oyun ve sevme biçimi. Dehşet veren, ‘erkeklik üstünlüğü’ anlayışını pekiştiren bir yaklaşım. Erkek/kız çocuk rol davranışları, ayrımcı olmamalı.
Kız ve erkek çocukların kendini ifade etme ortamı yaratılmalı. Kendini ifade eden çocuk cezalandırılmamalı. ‘Ayıptır, günahtır’ lafları ile çocuğun kendini ifadesi engellemeli.
Çocuk ‘zorla öpülmemeli’, ‘zorla makas almamalı’, ‘zorla kucağa oturtulmamalı’. İstemediğinde ‘zorla yedirilmemeli’, ‘özel bölgelerinin olduğu’ öğretilmeli. Çocuk, istismar olayını anlattığında ona inanılmalı ve güvendiğimiz belli edilmeli. Ne yapılacağı bilinemiyorsa bir uzmana başvurulmalı.
Söyleşi: Özlem Ergun