yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Şair Necvan Derviş: “BİZİ MEZARLIKTA DEĞİL, SÖZCÜKLERDE ARASINLAR!”

Yakın zaman önce Ayrıntı Yayınları’ndan Mehmet Hakkı Suçin çevirisiyle dilimize kazandırılan Kudüs’ün Kapısında Kelimeler kitabının şairi Necvan Derviş’le bir söyleşi gerçekleştirdik. Şairle İstanbul’da yan yana geldiğimizde İsrail’in Filistin’i işgali sürüyor, dünya bu işgale karşı sessizliğine devam ediyordu. Derviş’le hem kendi şiirine hem Filistin ve Arap edebiyatına dair konuştuğumuz gibi işgalin ve direnişin, ülkesi ve dünyadaki yansımasını da konuştuk.

 

Şiirlerinizde Filistin’le beraber Araplar, Kürtler, Türkler, Osmanlı İmparatorluğu, Bizans gibi birçok farklı izlek var. Bu kültürel çeşitliliği nasıl açıklamak istersiniz?

Ulus devlet modern bir olgu. Eski bir şey değil… İyi tarafları da var, korkunç tarafları da. Geçmişe nostaljiyle bakmadığımı söyleyeyim öncelikle. Osmanlı zamanlarına nostaljik gözle bakan bir Osmanlıcı değilim. Ama tarihi biraz da adil ve cesurca okumamız gerekiyor. Neredeyse yüz yıl önce, bu odadakilerin hepsi aynı kimlik kartını taşıyordu. Aynı coğrafyada, aynı evraklarla hareket ediyorduk. Yüz yıl önce aynı vatandaşlığı taşıyorduk.

Pencereden baktığımızda, Kadıköy’deki bir Ermeni kilisesini görüyoruz. Ulusal devlet kimliklerinden bahsettiğimizde, bunlar modern olgular ve özgür bir insan bunlar çok da önem verememeli. Uluslar birbiriyle çok bağlantılı, ortada saf kimlikler yok. Herkes, herkestir. Bir açıdan, ben ötekiyim ve öteki de ben. Bunu bir kültürel kavramdan ziyade gerçeklik olarak okuyabiliriz. Kimlik meselesine geri dönersek, birincisi, Arap kimliği ırksal değil, dil temellidir. Benim “Kimlik Kartı” adlı şiirim tam da benim bir Arap olarak kimliğimi temsil ediyor. Bu, benim anladığım hâliyle bizim kimliğimiz. Bazı insanlar Arap milliyetçiliğini yanlış anlıyor ama benim için Araplık, sadece modern milliyetçi bir kavram değil, aynı zamanda kültürel bir kimlik. Hz. Muhammed’in döneminde bile böyleydi. Onun parlak bir sözü var. Hadiste şöyle der: “Arap ırkına mensup olmasa da Arapların dilini konuşan herkes Arap’tır.” Bu, kültürel kimlik için parlak bir tanımlama. Dünyada bunun gibi başka bir kimlik yok. Hayatınız boyunca Fransızca yazsanız bile, sizi asla bir Fransız yazar olarak kabul etmezler. Sadece Frankofon olursunuz.

 

Bahsettiğiniz “Kimlik Kartı” şiirinizde Suriyeliler, Cezayirliler, Kürtler, Hicaziler var ve sonunda, “bundan daha azıyla Arap olunamaz” diye bir dize geçiyor. Arap olmak, “Kimlik Kartı”ndaki tüm kimlikleri içermek zorunda mıdır?

Evet. Evet, aksi takdirde Arap değilsinizdir. Aksi takdirde aptal ve dar görüşlü olursunuz, tarihinizi bilmiyorsunuzdur. Örneğin, Arap dünyasındaki okullarda, Bizanslıların Arapların düşmanı olduğu öğretilirdi. Bazı dönemler için bu doğrudur ancak Bizans medeniyetinin İslam medeniyetiyle iç içe geçtiğini ve bu medeniyeti miras aldığımızı unutmamamız lazım. Şimdi bu medeniyet bizim medeniyetimizin bir parçası. Avrupa’dan daha fazla bizde mevcut bu medeniyet.

 

Mahmud Derviş’in de bir “Kimlik Kartı” şiiri var. Kendi kimlik numarasını söyleyip “Ben bir Arabım” diyor ve böyle devam ediyor. Sizin “Kimlik Kartı” şiiriniz Mahmud Derviş’in şiirine bir yanıt olarak düşünülebilir mi?

Yok hayır. Şiiri yazarken Mahmud Derviş’i düşünmedim. Hatta bu türden bir kimlik kavramını da Mahmud Derviş yaşamı boyunca hiç yazmadı. Onun şiirlerindeki kimlik, başlangıçta komünist ve ulusal bir kimlik bileşimiydi ve sonra Akdenizli bir şeyleri de içermeye başladı. Ama kimliğin bu vizyonuna ulaşmadı. Bunun Filistin ya da Arap şiirinde yaygın bir şey olduğundan da emin değilim. Ama dürüst olmak gerekirse, başlığı koyarken ve şiiri yayına hazırlarken, başlığın aynı olduğunu ve şiirin içindeki mesajlardan biri olduğunu fark ettim. İki kimliği gördükten sonra hangisini almak istediğini ya da kendisini hangisinde bulacağını okuyucuya bıraktım.

 

Şiirlerinizde birçok kimliği sıralıyorsunuz ama bu sıralama hep Kürtlerle başlıyor. Bunun nedeni nedir?

İlk olarak, bunlar kültürel kimlikler değil. Bu şiir benim gerçek kimliğim. Bunların hepsiyle, kendi hayatımdan, ailemin, atalarımın hayatından kişisel bağlantılarım var, bunlar da Filistin’den. Hem çok farkında olduğum hem bilmediğim şeyler var. Bunlar bilinçdışındalar. Bunların önceki hayatlarımla ilgili olduklarını, daha önceden birkaç hayat yaşadığımı ve bu kimlikler arasında gidip geldiğimi düşünüyorum. Hayatlarımdan birinde Kürt, bir diğerinde Ermeni oldum. Bundan neredeyse eminim. Yani, bu kurgu değil. Bu benim hikâyem. Bu şiirde tam olarak hayatımdan bahsediyorum. Hiçbir şey eklemedim. Bu arada, bu şiir on yıldan uzun süre önce yazıldı. Şimdi kimlik kartlarının yeni bir dizinini yapmak istiyorum çünkü kimliğim biraz daha genişledi. Diller, hikâyeler, kültürler, insanlar açısından bakınca şairler bir televizyon anteni gibidir. Bu antenler iyi antenlerse, muazzam şeyler getirir. Ve her zaman evrenin size ne gönderdiğini, bu antenlerin ne yakaladığını anlamaya çalışmakla meşgul olursunuz.

 

Kitabınızda sürekli bir Filistin motifi görüyoruz. Nasıl hissederseniz hissedin, ne düşlerseniz düşleyin her şey Filistin’le ilgiliymiş gibi. Üzgünseniz de, anne özlemi çekiyorsanız da, yalnız hissediyorsanız da… Bu şiirler Türkiye’de yayımlanacağı için mi böyle bir seçki yapıldı, yoksa gerçekten ana temanız bu mu?

Hiçbir zaman bir okuyucuyu düşünerek tek bir şiir yazmadım. Ana tema bu mu… belki. Emin değilim. Çeşitli dönemlerim var ve her dönemde farklı bir şeyler yazdım. Antenler her seferinde farklı şeyler yakaladı. Ama bunun seçilmiş şiirler olduğunu unutmamak gerek. Bu hem benim kitabım hem de aynı zamanda çevirmen Mehmet Hakkı Suçin’in kitabı. Bu kitaptaki şiirleri o seçti. Elbette, benim bir parçam Filistinli, ama daha çok bir Arap şairiyim çünkü Arapça yazıyorum ve Arap yazı geleneğine mensubum. Kendimi aynı zamanda Doğu’nun şiir geleneklerine mensup Doğulu bir şair olarak da görüyorum. Bu geleneklerin yani Arap, Fars, Hint-Fars ve Osmanlı-Fars şiirlerinin hepsi Arap şiirinden etkiler taşır. Bir araya gelerek, başka Doğulu akım ve kaynakların da eklenmesiyle muazzam zengin, büyük bir şiir geleneğini oluşturuyorlar. Mesela, el-Buhturi’ye, Ebu Temmâm’a hatta el-Mütenebbi’ye kıyasla Hafız Şirazi’ye çok daha yakınım.

 

Her zaman Filistin’i özlüyor, Filistin’i düşünüyorsunuz. Filistin, şiirlerinizde hem bir cennet hem de bir cehennem. Başka bir yerde neden olamıyorsunuz? Filistin’i özlediğinizde aynı zamanda cenneti ve cehennemi de özlüyorsunuz. Bu hissi nereye koyarsınız? Şiirlerinizde herhangi bir yere ait olamama hissi olduğuna katılır mısınız?

Bu doğru. Herhangi bir yere ait olmama hissi var ama aynı zamanda her yere ait olma hissi de var. Köklerim yok ama her yerde köklerim var.

 

Peki, olmadığınız yerlerde mi mutlusunuz?

Bir aralar Kore’deydim. Orada bir Budist tapınağında Korece bir kütüphane vardı. İngilizce çevirisi olan tek bir kitap bulabildim. Bir Budist şairin şiirleriydi ve dizelerinden birinde, “Dünya tek bir yerken ne diye sürekli gelip gitmekten bahsediyoruz” diyordu. Yani dünya tek bir yer. Arapçada “misafir” kelimesi yolcu, gezgin anlamına, Türkçede ise konuk anlamına geliyor. “Misafir” benim pozisyonumu iyi tanımlayan bir kelime.

 

Bizim zihnimizde Filistin şairi eski referanslarla canlanıyor. Bu referansa göre oranın şairleri siyasi hareketin bir parçasıydı, bazıları sözcüsüydü, Arafat’la yol yürüyordu. Dolayısıyla tanıdığımız Filistin şairini, sadece bir şair olarak görmüyoruz, direnişle de ilişkilendiriyoruz. Sizin şiirini okuduğumuzda halk için sorumluluk duygusu veya onların sesi olma fikri ise sadece edebi düzeyde yansıyor. Çünkü Türkiye’de sizin ve aynı dönemde yazan şairlerin şiiri çok yok. Böyle bir ayrım var mı? Bunu nasıl değerlendirebiliriz?

Bu soru çok önemli. Filistin edebiyatını, şiirini, sanatını ve genel olarak Filistin kültürel söylemlerini algılama meselesine parmak bastınız. Filistin şiiri ve edebiyatı dünyanın bazı yerlerine, mesela Türkiye gibi bazı ülkelere ulaşan birkaç isimden çok daha geniş bir çerçeve oluşturuyor. Zamanla bazı isimler bir tür stereotipik Filistin şairi imajı oluşturdu.

 

Şiirlerinizde taş atmadığınız için eleştiriliyor musunuz?

Hayır, çocukken kendim taş attım. Taş atıyordum. Ama şiirlerimde taş atmıyorum.

 

Bunun için suçlanıyor musunuz?

Aslında hayır. Son dedece politik, anti-kolonyalist, İsrail karşıtı birisiyim ve bu, duruşumda, makalelerimde, röportajlarımda ve muhtemelen en etkili Arap günlük gazetesinde kurduğum, 10 yıldır yönettiğim kültür bölümünde uyguladığım editörlük politikalarımda çok açık olarak görülebilir. Ama şiir yazarken, şiir yazıyorum

 

Hangi gazete?

Al-Araby Al-Jadeed (Yeni Arap). Ama şiire geldiğimizde, şiir hakkında konuşuruz. Şiir, iyi şiir olmalı. Filistinli, Kürt veya ne olursanız olun bir avantajınız yok. Çok haklı davalar için mücadele eden kötü şairler gördüm, davaları önemliydi ama şiirleri değildi. Şiirde slogan atamazsınız. Benim için şiir, içinde gündem olmayan bir şeydir. Şiirde bir gündem oluşturamazsınız. Eski bir söz vardır: “Dünya ile çatışma içinde olduğunuzda düzyazı yazarsınız, kendinizle çatışma içinde olduğunuzdaysa şiir yazarsınız.” Ben her ikisiyle de çatışma içindeyim.

 

Sık sık Tanrı’ya sesleniyorsunuz. Tanrı, bu işgalde, direnişte ve coğrafyada bir taraf mı? Taraf ise hangi tarafta?

Bu bağlama göre değişir. Bu şiirlerde birkaç farklı tanrı görürsünüz. Merhametli İslam’ın Tanrı’sını bulursunuz ama aynı zamanda merhametsiz İslam öncesinin Tanrı’sını da bulursunuz. İsa’yı, bir Filistin özgürlük savaşçısı olarak beliren şekilde bulursunuz. Elbette onu bir Filistinli olarak görüyorum. Ve bu yönüyle, Hıristiyanlık bir bakıma bizim milli dinimiz. Nüfusumuzun küçük bir kısmı Hıristiyan, çoğunluğu ise Müslüman. Ama Hıristiyanlık bir tür milli din, milliyetimizin bir parçası. Ve evet, İsa’nın hikâyesini, Hıristiyan anlatısını sürekli olarak yeniden yazdığımı fark ediyorum. Ama bunun birçok boyutu var. Bazı boyutlar direnişle ilgili, bazılarıysa insanın dünyadaki kriziyle ilgili. Çünkü İsa, şairane bir metafor olarak zengin bir kişilik. Tek boyutlu değil. Yani, bazı şiirlerim dini şiirler gibi gelebilir. Yunanistan’da bir arkadaşım var, bir teolojik derginin baş editörü, bir Yunan Ortodoks ilahiyat dergisi. Şiirlerimi o dergide bir tür Hıristiyan şiiri gibi yayımlıyor. Arkadaşım bana derginin sayılarından verip yüzümde şaşkınlık ve gülümseme gördüğünde “evet, biliyorum, ama iş görüyorlar” demişti. Burada demek istediği “Mümin bir Hıristiyan olmadığını biliyorum, ama şiirlerin iş görüyor” idi.

 

“Uydurmalar” bu kitaptaki diğer şiirlerden biraz farklı. Bu şiirde neden farklı bir dil kullanma ihtiyacı hissettiniz? Gerçeklik, olduğu hâliyle yeterince gerçek değil mi? Gerçek görünürken gizleniyor mu? Bu şiirin kitabın bütününden ayrı olarak ironik bir arka planı var. Neden böyle bir ayrım yapma ihtiyacı hissettiniz?

Çok iyi bir yorum, gerçekten doğru. Bu şiir aslında bir yazı olacaktı. On beş yıl önce bir Kore dergisine gazeteci sıfatımla yazacaktım. O sırada Filistin’de olup bitenler hakkında bir yazı yazmam istenmişti. Filistin hakkında medyanın söyledikleri, tüm terminolojisi yanlış. Filistin’de olanları uluslararası medyada tanımlamak için kullanılan tüm terimler uydurma. Bunu söyleyecek bir yazı yazmayı düşünüyordum. Yazıyı yazamadım, onun yerine bunu yazdım, buna da şiir dedim.

 

Adorno, “Auschwitz’ten sonra şiir yazmanın barbarca olduğunu” söylemişti. Siz de Fincanlar şiirinizin sonunda “nasıl dökülüyorsak biz, öyle dökülsün kelimeler de / ve bu şeffaf dökülüşte bitsin bizimle kelimeler” diyorsunuz. Çok şey oldu, çok acı, çok katliam gördük. Ve evet, belki biz de bittik bütün bu olanlardan sonra… Şiirler ve kelimeler de mi şimdi son bulmalı? Adorno’yla aynı şeyi mi söylüyorsunuz?

Aslında öyle değil, hayır. Daha çok, sözcükler biziz, sözcükler bedenimizdir. O kadim sözü hatırlayın: “Başlangıçta söz vardı”. Biz insanlar, bizler sözcüklerdik. Ve sonunda, bizler de sözcük olacağız. Gelecekte ben, siz, hepimiz sözcük olacağız. Yani bizi mezarlıkta aramasınlar. Sözcüklerde arasınlar.

 

“Kudüs” şiirinde şöyle diyorsunuz: “Hediyeliklerini satanlar, acılarını da satsınlar.” Bu, bizim ülkemizdeki Filistin’e yönelik tavrı da çok iyi özetleyen bir şey. Sizlerin acılarını ve hediyeliklerini pazarda satıyorlar. Katliam olduğunda Filistin şiirlerini okuyorlar ama İsrail’le ticaret ilişkilerine devam ediyorlar. Gemiler limanlara doluşuyor ama aynı zamanda aynı devlet imkânlarıyla Filistin eylemi de düzenleniyor. Ne dersiniz bu duruma?

Bu karmaşık bir soru. Bunun üzerine samimi olarak düşündüm. Ve şunu fark ediyorum ki bu konuda çelişkili duygularım var. Bir yandan, bu büyük eylemleri ve Filistin için yapılan her şeyi görünce mutlu oluyorum. Aynı zamanda, Filistin ve Kudüs’e dini sebeplerle önem atfeden dindar insanların duygularına da saygı duyuyorum. Din saygıdeğerdir ama destek vermek için tek etmen olmamalıdır. İnsanların, haklı davaları, daha en baştan sadece haklı oldukları için desteklemeleri gerekir. Bu çerçevede bu insanların hem Filistin davasını hem de diğer haklı davaları desteklemelerini beklerim. Birçok haklı dava var. Sadece belki de Filistin, bugün dünyadaki en açık, en belirgin sömürgecilik örneği.

Türkiye’ye geri dönersek, son 20 yılda Filistin, adeta rejimin davası gibi görünmeye başladı ve şu anki iktidar partisinin tekelindeymiş gibi görülüyor. Bu durum diğer partilerin zayıflığını da gösteriyor. İktidar partisinin birçok sıkıntılı yanı var, Arap dünyasıyla ilişkilerinde göz önünde bulundurulması gereken şeyler var. Arap dünyasına olan açıklık duygusu jeopolitik olarak iyi bir şey ve sürekli olarak Batı’ya ve Avrupa’ya bakanlardan çok daha iyi bir şey. Ama medyada söylenenlerle sahada olanlar arasındaki çelişki açık. Söz söylemek, bir duruş sergilemek yeterli değil. En azından Türkiye’de, Avrupa’ya kıyasla, mücadelemiz terörizm olarak adlandırılmıyor. Ancak İsrail’le ticari ve ciddi birtakım diğer işbirlikleri hâlâ devam ediyor. Tabii aynı zamanda, Türkiye’nin şu an Batı’ya karşı güçlü bir pozisyonda olmamasını da anlıyorum. Türkiye, NATO’nun bir parçası. Yani, bir şekilde bir şeyler denemeye çalışıyorlar ama bu, Türkiye’nin politikasındaki çelişkilerin bir parçası. Benim gibi birinin katkısı ya da bu konuda söyleyecekleri çok belirleyici olmayabilir. Ama dışarıdan bakıldığında çelişkileri görüyorum, bazı şeyleri takdir ediyorum ama aynı zamanda eksik olan şeyleri de görüyorum. Fakat sizinle en azından söz düzeyinde yan yana duran birine karşı sert konuşmak zor. İdeali bu olmasa bile, bunu da takdir etmek gerek. Türkiye’nin, Filistin davasını destekleme konusunda daha iyi adımlar atabileceğine inanıyorum, en azından İsrail’le ticareti ya da diğer işbirliklerini durdurmak ya da en aza indirmek konusunda daha iyi adımlar atabilir. Bunu yapmanın mümkün olduğunu düşünüyorum.

 

Peki Arap dünyasına daha açık olunmasının kültür alanındaki sonuçlarını nasıl görüyorsunuz?

Bunun kültürel sonuçları son derece fakir. Türkiye’deki İslami akımın önündeki en büyük engellerden birisi karşılarındakini kimliklerinin tüm unsurlarıyla Araplar olarak değil, yalnızca Müslüman kardeşleri olarak görmek istemeleri. Arap dünyasıyla kültürel ilişkilerinde İslam kardeşliğini öne çıkarmak istiyorlar, ama tarihin ve şimdiki gerçekliğin gerçekten önemli sorunlarına parmak basmadan. İşte bu, işe yaramamasının başlıca sebeplerinden biriydi.

Ama aynı zamanda kültüre yaklaşımlarında kendilerini milliyetçi veya solcu olarak tanımlayanlara da eleştirilerim var. Dünyanın bizim yaşadığımız kısmında Batı merkezli olmak bir hastalık. Bu da Türk kültürünün (tabii Arap kültürünün de), solcunun veya milliyetçinin krizinin bir parçası. Her zaman Batı’ya bakıyorlar. Ve Batı, onlarla gerçekten ilgilenmiyor.

 

Avrupa ve İsrail’de de Filistin yanlısı eylemler yapılıyor. Bu gösterilere nasıl bakıyorsunuz? Filistin’de bu durum nasıl algılanıyor?

İsrail’de mi? Hayır, İsrail’de böyle bir şey yok.

 

Siyonizm karşıtı Yahudilerin protesto haberlerini görüyoruz ama.

Neturei Karta’dan mı bahsediyorsunuz? Onlar, İsrail devletinin büyük bir hata olduğunu düşünen bir Yahudi grubu. Onları İsrail polisinden dayak yerken görebilirsiniz. Bunlar küçük bir grup, onlara saygı duyuyoruz ve duruşları çok önemli. Dünyadaki Siyonizm karşıtı Yahudilere gelince, bunlar İsrail’in dünyadaki Yahudileri temsil etmediğinin, Yahudilerin İsrail tarafından temsil edilmeyi veya onun suçlarının bir parçası olmayı reddettiğinin kanıtıdır.

İsrail, kolonyal bir toplum. Sağ da sol da kolonyal projenin bir parçası. Dünyaya sanki içlerinde barış hareketleri de varmış, solcuları varmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu da oyunun bir parçası. Bu, kolonyal bir orkestra. Her biri farklı enstrüman, ancak nihayetinde kolonyal bir orkestrayı oluşturuyorlar.

 

Avrupa’daki gösteriler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Avrupa’daki gösterilerle şunu anlamış olduk. Avrupalılar da bizim gibi işgal altında. Neden? Çünkü temsilcileri, hükümetleri onların iradelerine aykırı hareket ediyor. Avrupa zor bir dönemden geçiyor. Avrupa hükümetleri ucuz iş insanlarından oluşuyor. Bunlar saygı duyulan, görece etik değerlere sahip eski tip tüccarlar değiller. Şimdi iş insanı görünümünde psikopatlar görüyoruz. Mesela Elon Musk’a bakın, neredeyse bir robot. Ve bir gün başkan olabilir. Amerika’ya bakın, Trump gibi bir adam başkan oldu ya da ondan da kötüsü, şu Biden. Hepsi ucuz iş insanları, iş yapmak için o makamdalar. Britanya’ya bakın, Rishi Sunak da herhangi bir sağduyu taşımayan bir iş insanı, İsrail’de karısının işleri devam ediyor. Yani ortada yozlaşmış iş insanlarından oluşan bir ağ var. Dünyanın bugünkü politikacıları bunlar.

Avrupa’daki gösteriler kesinlikle muhteşem ve insanların farkındalığa sahip olduğunu gösteriyor. Fakat onları yöneten sistem onların duruşuna ya da iradelerine gerçekten yanıt vermiyor. Yani insanlar bir şeyi protesto ediyor, duygularını gösteriyor, bunu yaptıkları için iyi hissediyorlar ama bu bir işe yaramıyor. Bu, aynı zamanda günümüz aktivizmine bir eleştiridir. Aktivizm böyle bir şey hâline geldi. En kötüsü de sosyal medya. Sosyal medyada bir şeyler paylaşılıyor ve böylece iyi hissediliyor.

 

Bir şiirinizde Kudüs ve Mekke arasındaki karşılaştırmayı görüyoruz. Bu, Türkçede de örnekleri olan, aynı zamanda Charles Dickens’taki Paris ve Londra gibi bir karşıtlığı hatırlatıyor. Bu iki şehri neden karşılaştırıyorsunuz?

Sanırım Kudüs ve Mekke meselesi Türkiye bağlamında farklı bir boyuta sahip. Kudüs ile olan ilişkinin, Mekke ile olan ilişkiden çok daha güçlü olduğunu fark ettim. Tipik bir dindar Türk’e duygularını sorsak, Kudüs’e Mekke’den daha yakın hissettiğini görürüz. Acaba bu, Kudüs’ün 1917’de Osmanlı’dan alınıp İngiliz sömürgeciliğine ve ardından Siyonist sömürgeciliğine geçmesinden mi kaynaklanıyor? Bu bir tür tarihsel sorumluluk, suçluluk duygusu mudur? Muhtemelen, dini ya da kutsal yönlerden daha baskın olan bir milli duygusal faktör var.

 

Kitabınıza da adını veren “Kudüs’ün Kapısında Kelimeler” şiirinizin başında, “Ey Rabbim, Kudüs ile Mekke arasına bağladı beni, Allah’ın Resulü” diyorsunuz. Bu dizelerden, Hıristiyan geleneği ile İslam arasında bir yerlerde kalmış olmak gibi bir şey mi anlamalıyız?

Hayır, bu tamamen İslami bir şiir. Şiirde konuşan kişi de ben değilim. Burada iki coğrafya arasında sıkışıp kalmış birisi var. Sömürgecilikle yüzleşiyor çünkü Kudüs’te Siyonist sömürgecilik, Mekke’de bir çeşit kapitalist sömürgecilik var. Birçok tarihi yapı silinip modern yerlere dönüştürüldü. Mekke’deki McDonald’s belki de bu tarihi yapılardan birinin yerine kurulmuştur. Bu iki yerde de -ve aralarındaki her yerde- son yüzyılda sömürgecilik nedeniyle çok acı çekildi, bugün de çekiliyor. Bu, dünyamızın bu bölgesindeki ana sorun. Bu bölgede kaç ülke kendi politik ve ekonomik kararlarını verebiliyor? Ben Filistin’in işgal altında olan tek ülke olduğundan emin değilim.

 

Peki Filistin’de şiir, direnişten nasıl ilham alıyor? Ya da Filistin’deki direniş, şiirden nasıl ilham alıyor? Siz de bir direniş şairi olarak görülüyorsunuz. Bu bir şairi sınırlıyor mu teşvik mi ediyor?

Bazen bu bir etiket hâline gelebiliyor. Soru şudur, hem sanatın ihtiyaçlarına, şiir sanatının ihtiyaçlarına hem de gerçekliğin ihtiyaçlarına nasıl adil bir şekilde yaklaşabilirsiniz? Buradaki insanlar hayatlarını, çocuklarını, evlerini kaybediyorlar. Yaşama sebeplerini kaybetmek üzereyken bir şeylere tutunup yaşama devam etmeye çalışıyorlar. Ve şimdi bu ülke, onu tüketenlerin ülkesi oldu. İsrail’in soykırımıyla bu insanlar şimdi büyük bir yıkım içindeler. On binlerce insan öldü, yaralandı yüz binlerce insan yerinden edildi. Peki şiir, tüketenlerin ve tüketilecek olanların coğrafyasında neyi temsil ediyor?

Şiir bir eğlence sanatı değildir. Eğer hayatın kıyısında değilseniz, bir şekilde ölüme yakın değilseniz, yok olabileceğinizi hissetmiyorsanız, şiire gerçekten yakın olmazsınız. Ve fark edeceksiniz ki trajedilerde insanlar şiire yönelir. Şiirin dinî, Şamanik kökleri vardır. Dinlerden daha eskidir başlangıcı. Yani modern bir sanat değil, çok kadim bir sanattır.

Sorumuza gelirsek; mesele, her ikisine de adil olmak, gerçekten iyi şiirler yazmak ve bununla birlikte diğer bir görevi de yerine getirmektir. Şiirin görevlerinden biri de yazılmamış tarihi yazmaktır. Resmî tarihe karşı, ihmal edilmiş, bizim örneğimizde de kolonyal tarihi yazmak.

Bu gerçeklikteki bir şair, aynı zamanda bir tarihçi olmalıdır. İşte şiirin diğer rolü budur. Şiir elbette bir sanattır ama aynı zamanda insan hayatıyla da bağlantılıdır. Kendimi ideolojik bir şair olarak görmüyorum. Benim tek ideolojim insandır. İnsanı savunan her şeyi benimsiyorum. Ve eğer davalardan bahsedecek olursak, iki kavramla ifade edebilirim davanın ne anlama geldiğini: İnsan onuru ve toplumsal adalet. Bunlara ters düşen her şey, şiirle de ters düşmelidir. Bu iki şeye karşı olabilecek hiçbir şeyi yazmam. İnsan onuru insan eşitliğini, insan haklarını vs. içerir. Bunlar insan onuru içinde yer alır. Dolayısıyla Filistin mücadelesinden bahsediyorsak, bu da insan onurunun içinde yer alır. Ve bunu sadece Filistin halkı için değil, tüm bölge için böyle görüyorum. Ulusal nedenlerden bahsedemezsiniz. Bu tüm bölgeye, tüm alana, tüm topraklara ve belki de tüm dünyaya aittir. Ve Filistin davasına destek olan insanlar, bunun farkındalar.

İsrail son 85 günde 22.000’den fazla insanı öldürdü, enkaz altında kalanlar da var. Bunlar sayılmıyor. Enkaz altında tam olarak kaç kişi olduğu bilinmiyor. Öldürülen 22.000 kişiden 9.000’i çocuk. Eğer bu cezalandırılmazsa herhangi bir sömürgeci veya zalim rejimi aynısını yapmaktan ne alıkoyacak? Filistin halkının dünya halklarından beklentisi nedir? Herkesin dünya çapında ne yapması gerekiyor? Sanırım, öncelikle dünya çapında hükümetlerle ilgili bir sorunumuz var. Hükümetler halkları temsil etmiyor. Bu, neredeyse tüm dünyada açığa çıktı. Bu yüzden, bu devletlerin yapacaklarından bir beklentim yok.

En gevşek oyuncu ise Birleşmiş Milletler’dir. Gazeteci olduğum zamanlarda Birleşmiş Milletler’de bir ay geçirdim. Birleşmiş Milletler’den daha yoz, boş ve aptal bir organizasyon görmedim. Anlamsız konuşmalar yapıp çok sayıda kâğıt basmaktan başka yaptıkları bir şey yok. O yüzden daima, basılan bu kâğıtlara acıdığımı söylerdim. Dünya halklarının örgütlenmesi ve ellerinden geleni yapması gerektiğini düşünüyorum. Kültür alanında bunu yapmak da bizim sorumluluğumuz. Bu kötülüğe karşı insanlar örgütlenmeli. Sahip oldukları tüm araçları kullanmalılar. Örneğin Türkiye’de, İsrail’e karşı kültürel ve ekonomik boykotu sonuna kadar destekliyorum.

İsrail kriminal bir rejimdir ve sadece Filistin’e değil, bölgedeki tüm ülkelere kötülük yapmaktadır. Size küçük bir örnek vereceğim. Irak’ı kim yok etti? Irak, İsrail’in sürekli kışkırtmalarıyla Amerikalılar tarafından işgal edildi ama Amerikalılar sonunda Irak’ı işgal ettiklerinde, amaçları Saddam Hüseyin rejimini devirmek değildi. Amaçları ülkeyi yok etmekti. Size İsrail’in dahline dair küçük mikro örnekler vereceğim, büyük örnekler değil. Hurma ihracatında en büyük payın hangi ülkede olduğunu sorsanız, insanlar Suudi Arabistan der, Irak der. Irak hurma üretiminde dev bir ülkeydi. Amerikalılar Irak’ı işgal ettiğinde, İsrail’den bir grup tarım uzmanı Mossad ajanlarıyla birlikte Irak’a giderek Irak hurma ağaçlarının tüm türlerini çaldılar. İşgal altındaki Filistin’e, “İsrail’e” getirdiler. Ve Irak’tan çalınan hurmalardan, teknolojiyle kendi hurmalarını yetiştirdiler. Ülke büyük yıkıma uğradığı için Irak hurma ihracatını durdurmak zorunda kaldı. Dini bütün Türklerin Ramazan’da ya da her gün masalarında yedikleri şeyin adı Kudüs Hurması. Oysa Kudüs Hurması, çalınan Irak hurmasıdır ve şimdi İsrailliler tarafından Türkiye’ye satılıyor. Yani, dindar Türkler, her gün Kudüs Hurması satın alıp yiyerek, Müslüman kardeşlerini öldüren İsrail’i ekonomik olarak destekliyorlar. Demek istediğim şu, eylemlere gitmeden önce, Kudüs Hurması almaktan vazgeçin.

İsrail’in bölgede sömürgeciliğin bir aracı olduğunu insanlara söylediğimizde, bunu bir slogan zannedenler oluyor. Hayır, değil. İsrail bir araç, bölgede sömürgeciliğin bir tür askerî üssü. Hatta Türkiye içine ve etrafına bile İsrail müdahale etmiyor mu? Herkes bunu biliyor ama hâlâ İsraillilerle işbirliği ve ekonomik faaliyet devam ediyor.

 

Siyasi boyutun yanı sıra kültürel de bir abluka var. Örneğin, birçok Filistinli yazar ve şair dünya çapında çeşitli şekillerde sansürleniyor. Ödüle layık görülenlerin ödülleri bile ellerinden alınıyor. Bu kültürel saldırıyı ve sansürü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu anda Batı, kurbanın dilini kesmeye çalışıyor. Dili olmayan bir kurban istiyorlar. Ve bunda trajikomik bir şey var. Örneğin Almanya, “artık Nazi değiliz” diyor. Kapıdan çıkmış oldular. Ama pencereden geri girdiler. Nazi geçmişleriyle hiçbir ilgileri olmadığını göstermeye çalışırken, şimdi aynı uygulamaları Filistinlilere ve bölgede ne olup bittiğinin gerçek hikâyesini söylemeye cesaret eden herkese karşı yapıyorlar. Peki, onlarla Nazi rejimi arasındaki fark nedir? Gazze’deki soykırıma askerî olarak da katkıda bulunuyorlar. Biz Holokost’u kendi gözlerimizle görmedik. Şimdi ise insanlar her gün televizyonda Gazze’deki soykırımı görüyor.

Batı gerçekten utanca batıyor. Biz bunu daha önce de söylüyorduk. İnsan haklarının herkese uygulanmadığını, beyaz insanlar için olduğunu söylüyorduk. İşte bunlar kanıtları. Eğer Batı’ya, Batı değerleri mitine hâlâ inanan birileri varsa, hayal görmeye devam etsin. Özellikle de aramızda olup kendilerini Batı’nın bir parçası olarak hayal edenler.

 

Filistin’deki kültür, sanat, edebiyat ortamı hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Filistin kültürünü düşündüğünüzde hem Filistin içini hem de dışını düşünmelisiniz. Amerika’da, İngilizce yazan genç Filistinli şair ve yazarlardan oluşan güçlü bir hareket var. Harikalar. Avrupa’da, Amerika’da, Avustralya’da gerçekten harika sesler var. Ayrıca, kültürel alanda Siyonist şantajı kabul etmeyen uluslararası bir hareket de var. İsrail ve emperyalist kolonyal müttefikleri Filistinli sesleri sansürlemeye çalışıyor, ki bu şimdi daha da geniş çaplı uygulanıyor. Ama aynı zamanda yeni alanlar da var.

 

Kitabınızın ilk şiiri olan ve daha önce 2018’de bizim dergimizde yayımlanan “Gazze’de Uyku” şiirinizin sonunda “Var mı daha fazlası?” diye soruyorsunuz. Soru hâlâ aynı yerde duruyor. Siz ise şiiri 2008’de yazmışsınız. Şiirin üstünden geçen onca zamanda Filistin için hiçbir şey değişmedi. Her şey daha da kötüye gitti. Yıkımlar, sürgünler, cinayetler, hırsızlıklar… Ve bundan daha kötüsü olamaz dediğiniz her an, daha da kötüleşiyor. “Var mı daha fazlası?”

Bu şiir hâlâ canlı olduğu için üzgünüm, aynı şeyler oluyor ve biz hâlâ uyuyup uyanıp bugün kaç kişinin öldürüldüğünü soruyoruz. Bence şu anda Filistinliler, bölgedeki Batılı kolonyal projeye karşı koydukları için bir bedel ödüyorlar. İsrail, Batı’nın askerî bir üssü. Bu savaşta bile çok açık olarak gördük, İsrail en ufak bir tehlike yaşadığında, Amerika onları korumak için Amerikan ordusunu gönderiyordu. Ve tüm Batılı ülkeler silahlarıyla onları destekliyordu. Zaten iyi donanımlı bir orduya sahip olmalarına rağmen. Yani, bu şiirin anlattığı gerçekliğin canlı ve geçerli olması üzücü.

Ne yazık ki, çok fazla söylentinin olduğu ama çok az bilginin ve fikrin olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Türkiye gibi bir ülkede bile, ekonomik krizin gerçek sebeplerine bakmak yerine pek çok insan bunun sebebi olarak Suriyeli mültecileri suçlamayı tercih ediyor.

Bir şeyden eminim. Direnişimizin asla teslim olmayacağından. Ne olursa olsun. Ve görünüşe göre halk da teslim olmak istemiyor. Ne pahasına olursa olsun, insanlar öldürülse bile direneceğiz diyorlar. Bu etkileyici bir şey. Ve aynı zamanda tek seçenek de.

 

İngilizceden Çeviren: Olgun Dursun
Fotoğraf: Erdost Yıldırım

Yeni e Dergisi Yayın Kurulu
diğer yazıları

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir