yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Sansürün Özelleştirilmesi

Sosyal medya şirketlerinin geçtiğimiz aylarda, bir önceki ABD Başkanı Donald Trump’ın hesaplarını birkaç gün içerisinde önce askıya alıp ardından da süresiz kapatması, politik yelpazenin tüm taraflarında ifade özgürlüğü ve bu platformların kullanım koşulları temelli tartışmalara yol açtı. Başkanlığının son aylarında ABD’de yükselen ırkçılık karşıtı hareketin etkisiyle Twitter’ın Trump’ın bazı tweetlerine uyarı eklemesi ile başlayan süreç, ABD kongre binasına Trump destekçilerinin saldırısı sonrası Twitter ve Facebook’un ABD başkanının hesaplarını askıya alması ve hemen sonrasında da süresiz kapatması ile devam etti. Bu iki dev şirketi Trump’ın Youtube kanalını askıya alan Google ve hâlihazırda kısıtlı olan hesabını yine süresiz kapatan Snapchat izledi. Zaten bu birkaç şirketin hesabınızı silmesi sosyal medyadan yok olmanıza yetiyor. Bugünün medya ortamında bu engelsiz ve denetimsiz güç muazzam bir güç.

Tabi sansürün muhatabı ABD Başkanı olunca bu derecede bir sansür gücü büyük yankı uyandırdı. ABD ve Türkiye’deki muhalifler dâhil birçok kesim, Trump gibi aşırı sağcı bir politikacıyı sansürlediği için Twitter’ı yüceltti. Bu şirketlerin Trump’ı sansürlemesinde ABD’deki ırkçılık ve aşırı sağa karşı mücadele edenlerin sosyal medya şirketleri üzerinde kurduğu baskının da etkisi büyük oldu.

Biraz daha geriye gidelim. Aynı Twitter 2019’da, tam da Trump yönetiminin Küba ve Venezuela’ya ambargoyu ve düşmanca tutumunu sertleştirdiği bir dönemde, Küba lideri Miguel Díaz-Canel’in, Küba Komünist Partisi’nin, birçok bakan ve görevlinin ve Küba’nın en büyük medya organlarının hesaplarını da, üstelik çok stratejik bir zamanlamayla, askıya almıştı. 11 Eylül 2019’da tam da Díaz-Canel’in sosyal medyadan da çeşitli şekillerde aktarılacağı duyurulan ve ABD ambargolarını hedef alan halka seslenişinden hemen önce başlayan sansür, ertesi sabaha kadar sürmüştü. Üstelik Twitter bu sansürü, resmi bir talep de olmadan, sanki ABD hükümetinin bir kolu gibi, kendi iradesiyle uyguladı. Daha da eskiye gidersek, 2010’da Wikileaks ABD hükümetinin diplomatik yazışmalarını sızdırınca, yine herhangi resmi talep olmadan, Amazon, internet servisleri firması EveryDNS.net, PayPal, MasterCard, Visa gibi şirketler kendi iradeleri ile Wikileaks’e internet hizmetlerini durdurmuşlardı. Türkiye’de de Facebook, Twitter ve Google’un AKP yararına, bazen resmi taleplerin de ötesinde, sansür örnekleri var geçmişte. Örneğin Etkin Haber Ajansı’nın (ETHA) Youtube hesabı, haberlerinde “terör örgütlerine ait fotoğraf ve açıklamalara” yer verdi diye direkt Youtube tarafından 2017’de kapatılmıştı. 2015’te ise Twitter’ın Türkiye’deki sansürlerini araştıran bir grup akademisyen, sansürlenen hesap ve tweet sayısının Twitter’ın açıkladığından kat kat fazla olduğu sonucuna varmıştı.

Son yıllarda etkisi azalsa da, eski medyanın tüketicilerini pasif ve itaatkâr, yeni medyanın “kullanıcılarını” ise aktif ve isyankâr gören, dijital ve geleneksel medyayı birbirinden kati çizgilerle ayıran ve sosyal medya şirketleri ile hükümetleri de benzer şekilde karşı karşıya konumlandıran mekanik ve tarihsellikten yoksun hâkim anlayışın üzerini örttüğü birkaç nokta var. Bir ülkedeki dijital medyanın özgürlük alanı geleneksel olarak adlandırılan medyanın ne kadar özgür olduğundan bağımsız değil. Ayrıca ne bu iki medya birbirinden izole, ne de dijital medya bir ülkedeki güç ve sınıf ilişkilerinden bağımsız.

İnternet denince genelde kontrol edilemeyen, yönetilemeyen, bulutumsu bir şey tasavvur ediyoruz. Hâlbuki devasa sunucu çiftliklerinden trafik değişim noktalarına, denizaltı kablolarından kişisel bilgisayarlara oldukça maddi ve çok katmanlı bir yapı. Bu yapının önemli bir kısmının kontrolü ve yönetimi de büyük oranda özel şirketlerde. Bu katmanlardan biri arama motorları, sosyal medya platformları ve finansal transfer ağlarının olduğu bilgi akışı/aracılığı sistemleri.  Google, Amazon ve Facebook’un ABD ve dünyanın en büyük şirketleri arasında olduğu, bu şirketlerin bırakalım politik arenada olan bitene karşılık yaptığı altyapı, içerik ve kullanım koşulları ile ilgili düzenlemelerini, rutin, teknik görünen birçok düzenlemelerinin dahi ifade özgürlüğü ya da kişisel bilgilerin gizliliği gibi alanlarda önemli karşılıkları var. Üstelik ABD başta birçok ülkenin resmi kurumlarıyla çok yakın ve ticari ilişkiler içerisindeler. Kapitalist toplumsal ilişiler içerisinde sosyal medya dâhil bu şirketlerin çıkarları ile politik, bürokratik, finansal egemen grupların çıkarları birbirine oldukça bağlı.

Burada sosyal medyanın günümüz toplumsal hareketlerinin sesini duyurma, kamuoyu oluşturma, iç iletişim ve örgütlenme gibi alanlarda kullanımını ya da ana akim medyanın dışındaki haberciler, haberler ve fikirlerin sosyal medyada kendisine yer bulmasını ve bunların önemini yadsıyamayız. Aynı şekilde çeşitli devlet birimleri, hâkim sınıfların partileri ve özel şirketlerin de aynı kişi ve grupları fişleme-gözetim (“surveillance” ya da sürveyans) ve kişisel bilgileri elde etme, propaganda ve örgütlenme için yine aynı teknoloji ve platformları kullandığını, üstelik bunu daha büyük kaynaklarla ve daha örgütlü yaptığını da gözden kaçırmamak lazım. Bu teknolojilerin kimler tarafından nasıl kullanıldığı ve konuşlandırıldığı ve bu platform ve teknolojilerin sahiplik yapıları ve nasıl işletildiği soruları bize örneğin Twitter’ın neden Gezi direnişi sırası ve sonrasında, hatta 2014’te Türkiye’de engellendiği dönemde bile kullanıcı sayısının artmasına rağmen AKP ile bir orta yol bulmaya çalıştığını ve bugünlerde de neden AKP’nin temsilci bulundurma, hâkim veya mahkeme kararı ile verilen erişime engelleme kararlarını dört saat içinde uygulama gibi şartlara uymayı kabul ettiği konusunda fikir verebilir.

SOSYAL MEDYANIN KULLANIM VE DEĞİŞİM VE DEĞERLERİ

Toplumsal hareket ve kriz dönemleri sosyal, siyasal incelemeler için eşsiz fırsatlar yaratır ve her zaman önemli veriler üretir; hayatın normal akışı ve donmuş görünen ilişki ve süreçlerin sekteye uğradığı ve egemenlerin çıkarlarına meydan okunduğu zamanlar farklı taraf ve stratejileri daha görünür ve gözlenebilir kılıyor. Medyanın kullanımı ve konuşlandırılması açısından Gezi direnişi ve sonrasında olanları kabaca hatırlayalım. Gezi protestoları sırasında çok kısa sürede anlaşıldı ki AKP medyasının yanında ana akım medya da eylemcileri çoğunlukla ya görmezden geldi ya da karşısında durdu. CNN Türk’ün penguenleri protestoların simgelerinden biri olurken, eylemler medya plazaları önlerine kadar taştı. Zaten eylemciler tarafından hâlihazırda yoğun olarak kullanılan sosyal medya, Gezi’de olan ve Gezi’yi destekleyen herkesin ağırlıklı mecrası oldu. Polis şiddetini ifşa etme, AKP’nin ve ana akim medyanın söylemlerini kırma, parkın içinden ihtiyaç listelerini yayma ve protestolara çağrıdan, hangi sokakta polis barikatı, saldırısı olduğu, hangi sokakta mobil ilkyardım olduğu, hangi evlerin protestocuları kabul ettiğine kadar çok geniş bir alanda ve etkili kullanıldı. Bu arada yazışmaların devletin çeşitli birimleri tarafından da takip edildiği günler hatta aylar, yıllar sonra gelen gözaltılar ve iddianamelerle de ortada.

Birkaç ay atlayıp Twitter’a erişimin engellendiği döneme bakalım. Zaten katlanarak artan Twitter kullanıcı sayısı yasak sırasında da –VPN, Tor gibi, yasakların etrafından dolaştıran teknolojiler sayesinde– katlanarak artmaya devam etti. Öncelikle Türkiye’deki erişim engeli nasıl delinir eksenli bir yönerge yayınlayarak muhalif kullanıcılarının yanında görünen Twitter, kısa süre sonra kullanıcı sayısı artmasına rağmen AKP ile masaya oturmakla kalmadı; hükümetin yasaklanmasını istediği dönemin çok popüler bazı hesaplarına Türkiye’den erişimi de engelledi. Hatta bunun üzerine dönemin Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, “Twitter hizaya geliyor” demişti. Peki, kullanıcısı ve kullanım oranı artmasına rağmen Twitter neden “hizaya geldi”?

Bu sorunun cevabı, sosyal medya hesaplarının kullanım değeri ve değişim değeri ilişkisinde, o dönem Twitter’a katılanlar için Twitter hesaplarının kullanım değeri ile Twitter şirketi için o hesapların değişim değeri arasındaki çelişkide yatıyor.  Sansürün özelleştirilmesi olarak nitelediğim ilişkinin merkezinde de bu çelişki var. Örneğin Gezi eylemcileri ve destekçileri açısından kendi görüşlerini yaymak, ana akim medyayı ve sansürü atlayabilmek, kendi aralarındaki iletişimi sağlamak, örgütlenme, eyleme çağrı, gibi sayısız kullanım değerinden bahsedebiliriz. Twitter (ve diğer sosyal medya şirketleri) açısından ise bu kullanıcı hesaplarının değişim değeri her türlü kullanıcı bilgi ve verileri. Arama motorlarından sosyal medya platformlarına kadar kişisel bilgi ve verilerin toplanması, kategorize edilmesi ve üçüncü şahıslara satılmasına dayalı dijital medyanın iş modelinde, örneğin sansürü atlatan TOR gibi teknolojiler kullanıcılarla ilgili veri ve bilgilerin bu platformlara akışını sekteye uğratıyor. Türkiye’de yasaklı olduğu dönemde Twitter’a erişimin ve kullanıcılarının artması, kullanıcıyı gizleyen/anonimleştiren ya da en azından konum, IP adresi vb. bilgileri manipüle eden sansür atlatma teknoloji ve uygulamalarının yaygın kullanımı sayesinde oldu. Bu teknolojilerin kullanımı sayesinde Twitter’a kullanıcı bilgi ve veri akışının aksaması, kullanıcı hesapları ve bu hesapların etkileşiminin Twitter için bir değişim değerinin neredeyse kalmamasına yol açtı. Meselenin özü o gün de buydu, bugün de.

Türkiye ve benzer bazı ülkelerin zaman zaman başardığı “yeni medya” şirketleri ile sansür ve fişlemede taşeron ilişkisi aslında ABD’de çok daha temel düzeyde. Yukarıdaki, göz önünde gelişen Wikileaks ve Küba örneklerinin dışında perde arkasında örneğin çıkarların nasıl birbirine dayandığı 2016 yılında Hillary Clinton’ın sızdırılan e-posta trafiğinde, ABD dışişleri bakanlığı ile Google arasındaki bir dizi yazışmadan görülebilir. Bu yazışmalardan anlıyoruz ki o dönem dışişlerinin hiçbir talebi yokken, Google, Al-Jazeera’yi de yanına alarak, Suriye’de ABD’nin rejim değişikliği hedefine uygun şekilde hükümet görevlilerinin taraf değiştirmesini “özendirecek, takibini yapacak ve muhalefeti cesaretlendirecek” bir uygulama geliştirip dışişleri bakanlığına hediye ediyor. Bakanlığın üst düzey görevlileri de bu öneriyi ilgiyle aralarında paylaşıyor. ABD’de sadece Küba örneğinde olduğu gibi sansür değil, bu yazışma ve Wikileaks örneklerinden de hareketle denebilir ki, internetin farklı katmanlarının kontrolü/idaresi de özelleştirilmiş durumda.

NE YAPMALI?

Trump, ABD seçmenleri tarafından koltuğundan indirildi, fakat ABD başkanını sansürleyecek güce sahip bu şirketlerin üzerinde ne demokratik bir kontrol mekanizması ne de kullanıcıların bilgi ve verilerini koruyacak yeterli yasal düzenlemeler var.

Son dönemde Avrupa Birliği başta olmak üzere kişisel verileri koruma ve internet aracı şirketlerinin icraat ve düzenlemelerini yasal bir çerçeveye oturtma çabaları birçok ülkede gündemde. Henüz geçtiğimiz ay İngiltere’de sürücülerin ve emek örgütlerinin mücadelesi kazanımla sonuçlandı ve Uber, 70.000’den fazla sürücüsünü, yasal düzenlemelere karşı harcadığı milyonlarca dolara rağmen, çalışanı olarak kabul edip sürücülerin asgari ücret, yıllık izin gibi haklarını tanımak zorunda kaldı. İnternet ile ilgili hiçbir yasal düzenlemeyi kabul etmeyen sakat libertaryen anlayışa rağmen yerel yönetimlerden emek örgütlerine ve kullanıcılara kadar birçok grup etkili denetim ve yasal düzenlemeler için mücadele ediyor. Ancak bu noktada kimin ne amaç ve içerikle bu yasal düzenlemelere giriştiği önemli. Örneğin Türkiye’deki sosyal medya başta olmak üzere dijital medya ile ilgili yeni yasal düzenlemelerin kullanıcı bilgilerini ve emekçileri koruma amacı ile getirilmediği açık. Larry Lessig’in dediği gibi, “Siber alanda özgürlük devletin yokluğundan gelmeyecek. Özgürlük burada da, diğer alanlarda olduğu gibi, belli bir tip devletten gelecek.”

Farklı uygulama, sayfa ve platformları kullanırken tüm çevrimiçi işlemler ve sonucunda ortaya çıkan bilgi ve verilerin çoğunlukla kitle/profil hedefli reklamlar için gözetlenip toplandığını ve satıldığını biliyoruz. Fakat bu bilgi toplama işleminin içeriği ve boyutları hakkında bir fikrimiz yok—hangi bilgilerin toplanıp nasıl gruplandığı ve kimlere satıldığını bilmiyoruz. Bu bilgi ve verileri toplayan, isleyen, satan, satın alan şirketler ise kullanıcılar hakkında oldukça bilgili. Mark Andrejevic’in “asimetrik gözetim” dediği bu durum daha önce özel mülkiyete konu olmayan her türlü bilginin metalaşmasının sonucu; bu metalaşma ve dijital alana çit çevirme sureci bugün internetteki aracı şirketlerin kârlarının ve güçlerinin de, sansürün özelleştirilmesinin ve yeni gözetim-fişleme şekillerinin de kaynağında.

Mevcut durum bugünden yarına değişmeyecek, fakat daha özgür ve demokratik bir medya düzeninin mücadelesi eşitlik, özgürlük ve emek mücadelesinin bir parçası olarak eldeki araçlarla ve hatta kapitalist birikim mantığının dışında alternatifler üreterek yürütülebilir. Bugün hâlihazırda üreticilerin sahip olduğu ve kullanıcı bilgilerini toplayıp satmaya dayanmayan platformlar mevcut ve sendikaların destekleriyle kurulmaya da devam ediyor. Örneğin Modo ve Union Taxi adli platformlar çalışanlarının sahipleri olduğu ve ABD’de Uber’e alternatif olarak ortaya çıkan kooperatif platformlar. Ya da Amazon’un Mechanical Turk’une alternatif kooperatif mecralar da hem ABD hem de AB’de ortaya çıkmakta. Bununla bağlantılı bir diğer hedef de sendika, parti ve çeşitli toplumsal örgütlerin bizzat dijital medya ve uygulamalar geliştirmesi olmalı.

Aras Coşkuntuncel
diğer yazıları