yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Sermayenin Canavar Ağzında Gençler: Meslek Liseleri ve MESEM’ler*

* MESEM’lerin (Mesleki Eğitim Merkezleri) kuruluşunun oldukça yeni olması nedeniyle bu yazının kapsamı sınırlı verilerden ve gözlemlerden oluşmaktadır. Okuyucu bilmelidir ki konuyla ilgili daha geniş sosyal, politik ve akademik çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu yazının amacı da bu ihtiyaca yönelik çalışmaların önemine, belli başlı sorunlara ve eğilimlere dikkat çekmektir.

Kapitalizmin ilerleme seyri toplumsal iş bölümünün artması, kafa-kol emeği arasındaki ayrımın gelişmesi, farklı iş kollarının ortaya çıkması ve emek verimliliğinin artırılması için tekniğin ve emek-gücünün niteliğinin gelişmesine yol açtı. Meslek liseleri ve MESEM’ler de sermayenin ihtiyaç duyduğu nitelikli, genç ve ucuz işgücüne kavuşmasının bir aracı olarak işlev kazanıyor. Peki Meslek liseleri sermayeyle pratikte nasıl ilişkileniyor? Öğrenciler bu liselerin özel anlaşmalar yaptığı fabrikaların ihtiyaç duyduğu biçimde şekillenen bir müfredatla eğitim görüyor, stajlarını burada yapıyor ve mezun olduklarında bu fabrikalarda iş garantisi veriliyor. Örneğin Ankara’da yer alan Dikmen Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, otomotiv şirketi MAN ile anlaşmalı. Başka bir örnek ise Yenimahalle’de yer alan ve doğrudan fabrikanın ismini de taşıyan ASELSAN Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi. Bu liseler diğerlerinden farklı olarak daha yüksek puanlarla öğrenci alımı yapıyor ve birçok öğrenci tarafından en iyi yerlerde meslek sahibi olmanın bir aracı olarak görülüyor. Meslek liselerinin birçoğunda bilimsel eğitim verilmediği gibi uygulamaları dersler ve stajlarda öğrencilerin angarya işlere maruz kalarak, fiziksel sınırlarını aşan işlere zorlanarak sömürünün içine çekiliyor. Meslek liseleri birer fabrika olarak da işliyor. Uygulama derslerinde öğrencilere sıra, masa, dolap ve dezenfektan vb. birçok şey ürettiriliyor. Milli Eğitim Bakanı Özer bu yazının yazıldığı vakitlerde yazılı bir açıklama yaptı. Bu açıklamaya göre meslek liselerinde yaptırılan üretimden elde edilen kar 2022 yılının ilk 8 ayında geçen yıla oranla %243 oranında artışla 1 milyar 75 milyon liraya ulaştı.[2] Bunun yalnızca %6’sı öğrencilere ücret olarak ödendi. Birçok öğrenci gerekli önlemlerin alınmaması ve ağır çalışma nedeniyle uzuvlarını kaybedecek kadar feci ölümcül yaralanmalar dahi yaşıyor. Aldıkları ücret ise iş ekipmanı almaya dahi yetmiyor. 

İktidar bir dizi propaganda eşliğinde 2021-2022 eğitim-öğretim döneminde MESEM’leri açtı. Mevcut meslek liselerinin bünyesinde öğrenciler hem normal eğitim alabiliyor hem de o liselerin bünyesindeki MESEM programlarına kaydolabiliyor. Yalnızca MESEM olarak işleyen okullar da açılmış bulunuyor. MEB “Gelecek mesleki eğitimde” sloganı etrafında MESEM’lerin hedefini ihtiyaç duyulan nitelikli işgücünü karşılamak, erken yaşta mesleki eğitimi geliştirmek, gençlerin istihdamını sağlamak vb. olarak açıklıyor. Ortaokul diplomasına sahip olmak MESEM’lere kaydolmak için yeterli ve kayıt için yaş sınırı yok. MESEM öğrencileri haftanın bir günü okulda teorik eğitim alırken 4 gün sözleşmeli olarak işyerlerinde çalışıyor. 9, 10 ve 11. sınıf öğrencileri çırak olarak işe katılırken asgari ücretin %30’u ücret alıyor. 12. sınıf öğrencileri ise kalfa olurken asgari ücretin yarısı kadar ücret alabiliyor. Patronlar bu ücreti teşvik olarak işsizlik fonundan aldıkları bütçe üzerinden ödüyor yani bedavaya işçi çalıştırıyor. Enflasyonun karşısında temel ihtiyaçları karşılayabilmek için dahi uzun saatlerde mesailere kalmak oldukça yaygın. MESEM kaydı olan genç ve çocuk işçiler açısından da bu durum geçerli. Ancak patronlar asgari ücretin %30’unu resmi yollardan öderken fazla mesai ücretlerini olması gerekenden az olarak vergi kaçırabilmek için elden veriyor. Dolayısıyla sabit bir ücret söz konusu olmadığı gibi yolsuzlukla iç içe geçen genç ve çocuk emeğinin sömürüsü sermayenin kendini genişleterek yeniden üretmesinin kaldıracı oluyor. Neredeyse tüm çırak ve kalfalar asgari ücretin altında ücret alırken ücretin miktarı da iş yerinin koşullarına göre farklılık gösteriyor. MESEM mezunları Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi diploması ve Ustalık Belgesi alıyor. Çocuk ve gençleri doğrudan sömürünün içerisine çekmenin yolları daha önce de Çıraklık Okulları vb. ile denenmişti. MESEM’i farklı yapan bu amaca çok daha sistematik bir şekilde hizmet ediyor olması.

BUGÜNÜ GÜÇLÜKLE YAŞAYANLAR GELECEĞE NASIL BAKIYOR? 

Türkiye kapitalizmi ve siyasal iktidarın, eğitim alanının bu dönüşümünden ne umduğu oldukça açık. Bir yandan emekçilerin genç kuşakları eşit, nitelikli ve parasız eğitimden mahrum bırakılıyor. Nitekim ulaşımdan beslenmeye birçok eğitim masrafı karşılanamaz boyutlarda. Dolayısıyla meslek eğitimi veren okullar erken yaşta çalışmanın ve ev ekonomisine katkı sağlamanın/yük olmamanın bir alanı olarak görülüyor. Halihazırda eğitime kazanılması gereken ve gerekli olanaklara sahip olmayan birçok meslek liseli genç derslerinde başarısız oldukları, devamsızlık yaptıkları gerekçeleriyle idare baskısıyla sermayeye bedava işgücü sağlayan MESEM’lere yönlendiriliyor. Öğrenciler parasız eğitim hakkını sağlayacak kamusal kaynakların sermayeye aktarılmasıyla sömürünün içerisine çekildiği gibi kapitalistler de kar oranlarını bu yolla daha da büyütüyor. İşte bu tablo sermayenin, dişlerini henüz çocuk yaşta işçi olanların her bir hücresine kadar nasıl geçirdiğini özetliyor. Peki bu süreç öğrencilerin yaşamına, hayattan ve gelecekten beklentilerine nasıl yansıyor?

Meslek liselerini tercih eden öğrencilerin önemli bir bölümü çeşitli imkansızlıkların sonucunda ailelerinin ve çevrenin etkisiyle hareket ediyor. Gelecekte iyi bir meslek sahibi olmak için üniversite kazanmanın yetmediği, belli başlı bölümleri okumak gerektiği ve bunun için de dershane, özel okul, özel ders gibi okula ek eğitim alanlarına ihtiyaç duyulması emekçi çocuklarının yüzünü meslek liselerine dönmesinin başlıca nedenlerinden. Buralarda ise öğrenciler bilimsel bir eğitimin oldukça uzağında. Yalnızca okuldaki, atölyeler ve fabrikalardaki üretim alanlarına odaklanmaları noktasında sistematik olarak baskı görüyorlar. Ekonomik koşullar ise bu baskıyı öğrencilerin de içselleştirdiği bir zemin hazırlıyor. Zaten her koşulda işçi olmak, temel kültür derslerinde başarısızlık, belki ilerde bir işyeri ya da atölye sahibi olabilmek için erken yaşta çalışmaya başlamak ve üniversite okuyanın işsiz kaldığına dair söylem ve motivasyonlar bu içselleştirmenin çeşitli dışavurumları. Öte yandan öğrenci olmanın zorlayıcı koşulları karşısında çalışıp en azından kendi harçlığını çıkarabilmek ve aileye yük olmamak bu gerekçeler arasında. En çok tercih edilen mesleki alanlar bilişim, elektik ve motor bölümleri. Bunların hangisine yerleşileceği puana göre belirleniyor. Bu alanların tercih edilme nedeni ise iş bulma oranlarının daha yüksek olması. Ancak çoğu atölye ve fabrika CNC, torna ve freze tezgâhları kullanıyor. Bu makinelerin kullanımını öğrenmek ya da bunlara dair bir sertifika almak iş bulma ya da bulunan işte daha iyi koşullarda çalışma olanağını artırıyor. Fakat çoğu çırak bunların kullanımını ne okulda ne de staj yaptıkları, çalıştıkları yerlerde öğrenme olanağını bulamıyor. Daha çok angarya olarak görülen; makine parçalarının ve iş yerinin temizliği, getir-götür, mal indirme-bindirme, yağlama-boyama gibi işlerde çalıştırılıyor. Dolayısıyla mesleki eğitim adı altında kendilerine biçilen rol doğrultusunda öğrencilikten işçiliğe sürükleniyorlar. Stajyer alan ya da MESEM’li çalıştıran çoğu yer ise mesleki eğitim sağlamak bir yana angarya ve ağır koşullarda bir sömürü uyguluyor. Aşağılanmanın, hakaretin ve ölümcül çalışmanın ağırlığı altında müthiş bir ezilmeyle karşılaşılıyor. Stajlardan kazanılan ücretlerden yol-yemek parası düşülüp kalan para ailelere teslim ediliyor. Hatta çoğu zaman cebe biraz harçlık kalsın diye yola para vermemek için saatlerce yol yürünüyor, öğün atlanıyor.  

Örneğin OSTİM gibi on binlerce işçinin küçük atölye ve işletmelerde çalıştığı bir sanayi merkezinin sokaklarında yüzünde tüy bitmemiş, yağ ve kir içinde, ellerinde ya bir alet parçası ya da ustasının marketten istediği bir şey ile oradan oraya koşturan çıraklara rastlamamak mümkün değil. İş paydoslarının başında ve sonunda çalan sirenler OSTİM sokaklarının ders zilidir. Çıraklar bu sirenlerin aralığında daha çok koşturur ayak işleri için. Çalışma koşullarına dair en çok şikayet ettikleri şey gördükleri kötü muamele ile meslek bilgisi gerektirmeyen ve kendi fiziksel koşullarını aşan işleri yapmaya zorlanmak. Hem ezilip hem de meslek öğrenemeye tepki yoğun. Çoğu çırak kendi ustasını örnek verip, “o da böyle görmüş” diyerek kendi durumunu açıklıyor. Meslek lisesinde okumanın masraflarını dahi karşılayamayan öğrenciler ise hızla MESEM’lere yöneliyor. Halihazırda okulu bırakıp genç yaşta işçi olanlar ise MESEM’leri, hem haftada bir gün tatil yapabilmenin hem de ustalık belgesi alıp atölye açabilmenin bir aracı olarak görüyor. Buralarda bulunan genç işçilerin ve öğrencilerin çoğu mevcut koşullardan kurtulmanın yolunu ya atölye sahibi olmakta ya da mevcut iş yerinden çıkıp koşulların daha iyi olduğu bir yere girmekte görüyor. OSTİM’de yer alan meslek lisesi ve MESEM, sanayinin tam ortasında yer alıyor. Öğrencilerin ve genç işçilerin birkaç istisna dışında tamamı civardaki atölyelerde staj yapıyor ya da çalışıyor. 

HAYATI ÜRETİRKEN HAYATTAN KOPARILMAK 

Çırakların yaşını anlamak oldukça güç. Ağır çalışma koşulları beraberinde hastalıkları ve erken yıpranmayı da getiriyor. Buraya kadar ele aldıklarımızdan da anlaşılacaktır ancak belirtmek gerekir ki MESEM’liler meslek liselilerden farklı olarak genç ve çocuk işçiler. Bu durum onların ekonomik, sosyal ve kültürel olarak onları öğrenci olmaktan koparırken işçi sınıfının en dinamik unsurları haline getiriyor. Ekonomik kriz henüz bu düzeyde değilken OSTİM gençlerinin hayalleri arasında en popüler şey bir araba sahibi olmaktı. Bu arabanın aksamını düzenlemek, yarışlara gitmek gibi hayaller mevcut durumda artık gerçekleşmesi imkansız görülüyor. Eskiden gidilen Ankara takımlarının maçları da artık lüks haline gelmiş durumda. En çok yakınılan şey sosyal yaşantının yokluğu: Çünkü işçi olarak çalışanlar biraz olsun ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar para kazanmak için tatil günlerini dahi kapsayan mesailere kalıyor. Ertesi gün yeniden işe gitmek için gerekli fiziki koşulları sağlayacak kadar dinlenip tekrar tezgâh başına dönüyorlar. Öğrencilerin ise çekirdek alıp parklarda oturacak kadar bile harçlığı yok. Üstelik onların da çok büyük bir kısmı çeşitli hizmet alanlarında garsonluk, temizlik vb. işlerde yarı zamanlı çalışarak masraflarını karşılamaya çalışıyor. İş ya da okula gidip gelmek dışında neredeyse hiçbir şey yapamamak, bir yerde oturup çay dahi içememek, onların tabiriyle “boş gezmek” sosyal sıkışmışlığın boyutunu da ortaya koyuyor.

Zenginlik ve yoksulluk arasında yani kapitalistler ve emekçiler arasında uçurum her geçen gün büyürken emekçilerin genç kuşakları da bu uçurumun içerisine sürüklenerek sermayenin doyumsuz kâr hırsıyla geleceksizliğe itiliyor. Evrensel bir insan hakkı olan parasız ve eşit eğitim hakkı gasp edilenler, kendileri için kullanılması gereken kaynakların sermayenin çıkarına kullanılmasıyla katmerli bir sömürüye maruz kalıyor. Fakat bu ağır koşullarla yüzleşen her bir çocuk ve genç kendi doğal yaşantısı içerisinde sömürü mekanizmalarının nasıl işlediğinin hızlıca farkına varıyor. Bu düzenin sorumlularına karşı öfke biriktiriyor. Henüz çözüm arayışları kendi sınırlarında olsa da hayatın üretiminin merkezinde yer almanın getirdiği gerçekçilik, gerçekliği kendileri doğrultusunda dönüştürecek gücü de taşıyor. Bu gücün maddi koşulları biçimlendirecek bir gerçekliğe dönüşmesi için gösterilen her bir çaba, özellikle de koşulların alt üst olmaya son derece elverişli olduğu şimdilerde büyük önem taşımaktadır. 

Ekin Yoldaş Kalı
diğer yazıları