SELİME BÜYÜKGÖZE
1980’li yılların Türkiyeli feministler için özel bir yeri var. Bugün sözü çoğalan, yaygınlaşan, çeşitlenen feminizmi kadınların ağzına almaya cesaret edebilmesi vekendileri hakkında söz söylemeye başlamaları bu yıllara tekabül ediyor. Dünyada 60’lı yıllarda feminizm güçlü bir hareket olarak ortaya çıkmış, feministler pek çok konuda yazıp çizmişti. Türkiye’de feministler önce bu kitapları çevirmeye başladılar. Çeviri grubu kısa bir süre sonra kendi kadınlık deneyimlerini konuştukları bilinç yükseltme toplantılarına dönüştü. Somut dergisinin 4. Sayfa’sında yazmaya başladılar, 1987 yılında ise Dayağa Karşı Yürüyüş ile sokaklara taştılar. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise Mor Çatı, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve KADER gibi kurumları kurdular.
80’li yıllarda Türkiye’de feminist hareketten bahsederken adı anılmadan geçilmeyecek pek çok isim var, Şirin Tekeli de bunlardan biri. Aynı zamanda her işe bulaşmış olanlardan biri. Hayatına baktığınızda Türkiye’de feminist hareketin köşe taşlarını, hareketin tarihine baktığınızda ise her taşın altında Şirin Tekeli’nin ismini görürsünüz. Her ne kadar politik mücadelesi pek çok alana yayılmış olsa da hayatı ve feminist mücadele arasında böyle bir içe içelik mevcut. Kişisel olanın politik olduğu iddiasını taşıyan bir harekette mücadele ediyor olmak böyle bir deneyim.
Kişisel hayatı, özellikle de kendini feminist olarak tanımlamadan önceki hayatı feministleştiğinin hikayesini de anlatıyor. Felsefeci ve öğretmen anne babanın tek çocuğu olarak 1944 yılında Ankara’da dünyaya gelir ve üniversite için ayrılana kadar bu şehirde yaşar. 1962 yılında annesinin üniversiteyi yurtdışında okuması için teşvik etmesiylehukuk okumak için Paris’e gider. Bu şehri seçmesinde lise yıllarında etkilendiği ve ilerleyen yıllarda onu etkilemeye devam edecek olan varoluşçu yazarlar ve o yıllarda büyük etki uyandıran Fransız Yeni Dalga Sineması’dır. Şirin Tekeli’yi feminist olarak tanıyan okuyucu varoluşçu yazar denildiğinde haklı olarak Simone de Beauvoir’ı okuduğunu düşünür. Halbuki o yıllarda Sartre ve Camus’nün kitapları çevrilmişken Beauvoir Türkçeleştirilmemiş ve Şirin henüz Fransızca öğrenmemiştir. Cezayir Savaşı nedeniyle çalkantılı politik ortam ve sokakta süregiden şiddet Paris’ten ayrılmak istemesine neden olur. Hukuk okumayı da sevmemiştir. Lozan Üniversitesi’ne giderek Siyaset Bilimi bölümüne başlar. Üniversite yıllarında Marksizm’le ilgilenmeye başlar.
Üniversiteyi bitirdikten sonra Türkiye’ye döner ve İstanbul Üniversitesi’nde işe başlar. Kürsüdeki ilk kadın asistan olur. 1975’te, Tüm Üniversite, Akademi ve Yüksek Okullar Asistanları Birliği (TÜMAS) kurucuları arasında yer alır fakat üniversiteyi demokratikleştirmek için kurdukları bu örgütte cinsiyetçi iş bölümü sürmekte ve kadınlar olarak söz alıp konuşmakta güçlük çekmektedir. Kısa süre sonra aralarında Gülnur Acar Savran ve Şahika Yüksel’in de bulunduğu asistan kadınlar bunu kendi aralarında tartışır ve 1979’da TÜMAS kadın komisyonunu kurarlar. Doçentlik tezini kadınların siyasal hayata katılımı üzerine yazıyor olması yakın dostları tarafından bile alay konusu olur. Siyaset bilimi gibi ciddi bir alanda kadın meselesini araştırmayı “hafif” bulurlar. Türkiye’de kadınların politik karar mekanizmaları ve kadrolarda parmakla gösterilecek kadar az olduklarını ortaya koyduğu Kadınlar ve Siyasal-Toplumsal Hayat isimli bu çalışmayı 1978’de tamamlar.Feminizmin burjuva ideolojisi olarak görülmesinin yarattığı baskı nedeniyleBatı’daki feministleri ve tartışmaları takip ediyor olmalarına rağmen adını dahi anamazlar.
YÖK’ün kurulmasıyla üniversiteden istifa eder. YAZKO için bir kadın dergisi çıkarmak ve kadın dizisi hazırlamak için kadınlarla bir araya gelir. Juliet Mitchell çevirmeye koyulurlar. Bu süreç aynı zaman feminist kavramların Türkçeleştirilmesi sürecidir. Toplanmaları bilinç yükseltme toplantılarına evrilir ve feminizmin yanı sıra kadınlık deneyimlerini konuşmaya başlarlar. Feminizmin en özgün yanlarından biri feministlerin kendi deneyimleri üzerine düşünerek politika yapmaları, feminist fikirlerin kadınları kendi kadınlık deneyimlerine bakmaya, toplumsal kadar özel olanı da sorgulamaya itmesi.
1983 yılında bir grup feminist YAZKO’nun Somut Dergisi’nin 4. Sayfa’sını hazırlamaya başlar. Köşesinde bir feminanın bulunduğu bu sayfa, ilk defa feminist yazıların yayınlandığı bir mecra olur. Şirin Tekeli yayın ekibinde yer almaz fakat yazıları ile sayfanın parçası olur. Sayfanın 30. yılında hazırlanan kitapta bu yıllara dair anılarını aktarırken sayfa kenarındaki küçük feminanın hafızasında sayfanın yarısını kapladığını, yıllar sonra tekrar gördüğünde küçücük olduğuna şaştığını paylaşır. Devamında ise şöyle der: “Mahcup feminizmimizin simgesi mi bu anı? 1980 öncesi ruh halimi böyle tanımlamıştım. Kadınların 4. Sayfa’da buluşması bir “görünürlük” kazanma ve “kendi sözünü arama” serüveni olsa da, 1980’lerin başında sanıyorum hepimiz mahcup feministlerdik[1].”
Sonraki yıllar mahcupluğu coşkuya bırakır. Kampanyalar, etkinlikler, yazılar ardı ardına gelir. Şirin Tekeli 1985 yılında CEDAW’ın (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) uygulanması için dilekçe kampanyasınıve Medeni Kanun reformu mücadelesini başlatır. Şirin Tekeli aynı zamanda bir insan hakları savunucusur, 1986’da İnsan Hakları Derneği kurucu üyeleri arasında yer alır. 1987 yılında gelindiğinde ise Dayağa Karşı Kampanyayı örgütleyerek ilk defa kadına yönelik şiddeti kamusal alanda dillendirirler. 17 Mayıs 1987’de Yoğurtçu Parkı’nda 12 Eylül’den sonraki ilk izinli yürüyüş olan Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü yapılır. Bu aynı zamanda sadece kadınların düzenlediği ve katıldığı ilk yürüyüştür. Bir avuç olacaklarını düşündükleri bu yürüyüşe yaklaşık 2500 kadın katılır. Yürüyüşe “Kadınlar üstündeki baskılara son” yazılı, çiçeklerle süslü dövizi ile katılan Şirin Tekeli kürsüde bir konuşma da yapar. Stella Ovadia’nın ifadesiyle “nihayet kendi için bir şey yapmanın ve söz söylemenin” coşkusu ile doludurlar.
90’lı yıllarda vakıf ve dernekler kurarak hareketin kurumlarını açarlar. Şirin Tekeli Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı ve KA-DER (Kadın Adayları Destekleme Derneği) kurucu üyeleri arasında yer alır. Son olarak Ahmet Tekeli’nin kendisine bıraktığı miras ile Şirin-Ahmet Tekeli Kadın Hukukçuları Destekleme Vakfı’nı (KAHUDEV) kurar.
Aralarında kendisinin de bulunduğu, Türkiye’den yirmi kadın araştırmacının, 1989 Nisan’ında Almanya’da düzenlenen bir sempozyuma sunduğu bildirilerden oluşan 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar kitabını yayına hazırlar. 2017 yılında yayınlanan Feminizmi Düşünmek kitabında ise 40 yıl boyunca yazdığı yazıları derlemiştir. Şirin Tekeli aynı zamanda pek çoğu feminizm üzerine olan kitap çevirileri yapmıştır.
Şirin Tekeli’yi tanıyanlar, dostluk, yoldaşlık ilişkisi olanlar ondan bahsederken fikirlerinden, inandığı yoldan ödün vermeyen inatçı bir kadın olduğunu bir yandan da kendini öne çıkarmaktan imtina eden kolektif çalışma becerisine sahip biri olduğundan bahsederler. Şirin Tekeli ömrünün son yıllarını kedileri ile beraber yaşadığı Bodrum’da geçirdi ve 13 Haziran 2017’de hayatı sona erdi. Bedenini bilimsel araştırmalarda kullanılması için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne, mirasını ise kurucusu olduğu vakıf ve derneklere bağışladı.
Şirin Tekeli’nin Türkiye’de kadınların önünü açmış, düşünme ve eyleme cesareti vermiş öncü kadınlardan biri. Bıraktığı feminist mirası kelimelerle tanımlamak çok güç ama kavramak için bugün feminist sözü sahiplenen, sokakları, meydanları terk etmeyen kadınlara, taleplerine ve 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nün görkemli kalabalığa bakmak bize yardımcı olur diye düşünüyorum.
[1]Somut 4. Sayfa İlk Feminist Yazılar. Kadın Kültür İletişim Vakfı