yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

The Queen’s Gambit Üzerinden İki Portre: Elizabeth Harmon ve Gülsevil Yılmaz Dombaycığil

The Queen’s Gambit isimli Netflix dizisi, yayınlandığı 23 Ekim 2020 tarihinden beri Dünya çapında seyirci kitlesi tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmaya devam ediyor. 1983 yılında Walter Tevis tarafından yazılan The Queen’s Gambit romanı, dizinin popüler olmasıyla 37 yıl sonra The New York Times gazetesinde de en çok okunan kitaplar listesine girdi. Netflix’in twitter üzerinden açıkladığı bilgiye göre, mini dizi 92 ülkede ilk 10’a girerken, 63 ülkede ilk sıraya yerleşti. Dünyanın en büyük arama motoru Google’da “Satranç nasıl oynanır” aramalarında son 9 yılın en yüksek seviyelerine ulaşmış durumda. Online satranç sitelerine üye olma sayısı 5 kat arttı, satranç takımı satışları ise %1048 artış yaptı ve elbette Türkiye de de durum farklı değil. Özellikle satranç kitaplarındaki artış sevindirici. Özetle popüler mini dizimiz dünya çapında bir rüzgâr estiriyor. Bakalım bu rüzgâr daha ne kadar esecek, merakla ve ilgiyle takip edeceğiz.

Dizinin elbette bu kadar popüler olmasının nedenlerinden birinin kadın erkek ilişkileri, aşağılanma, ikinci sınıf muamele ve cinsiyetçilik üzerinden bir tartışmanın da fitilini ateşlemesiydi. Öyle ki kadın satrancı denilince akla ilk gelen büyük usta (WGM) Judit Polgar, dizi karakterinin yaşadığı sorunlar bizim yaşadıklarımızın yanında “hiç” kalır derken, İranlı büyük usta (WGM) Dorsa Derakshani, rakibinizi yendiğinizde şaşırıyorlar; yenildiğinizde ise “zaten böyle olacağı belliydi” diyerek sizi aşağıladıklarını belirterek, turnuvaların farklı ülkelerde olduğunu dolayısıyla farklı kültürlerle tanıştıklarını belirterek haliyle rıza yaşının yüksek olduğunu kimi zaman 20 yaş büyük birinin tacizine de maruz kalabildiklerini belirtiyor.

İzlemeyenler için spoiler vermeden diziden kısaca bahsedelim. 1950’ler Amerika’sında anne ve babasını kaybeden ve yetimhanede büyümek zorunda kalan Beth’in okulda bir temizlik görevlisinin ona satranç öğretmesi ve yeteneğinin keşfedilmesiyle başlayan süreçte, lisede kendinden yaşça büyük ve “erkeklerin dünyası” olarak kabul edilen bir oyunda, tüm rakiplerini yenmesiyle dikkatleri üzerine çekiyor. Ancak okul yönetimi tarafından çocuklara verilen yatıştırıcı ilaçlar, Beth’in bir bağımlılık ilişkisi içerisine girmesine neden oluyor. Öyle ki ilaçları kullandığında daha iyi satranç oynadığını görüyor, ilacın etkisiyle yattığında tavanda satranç tahtasıyla zihninden satranç oynayabiliyor. Yetimhaneden evlatlık alınıp bir ailenin yanına yerleşen Beth, hayatını satranca adamaya karar verdiğinde okulu bırakıyor ve hedefini Dünya şampiyonluğu olarak belirliyor. Gelişim döneminde uçakla satranç turnuvasına giderken annesi tarafından uzatılan içki kadehiyle birlikte alkol bağımlılığı başına büyük dertler açacak, sonrasında annesini kaybedecektir. Diziye dair bu kadar bilgi yeter, gerisi meraklı okuyucumuzun diziyi izlemesine kalsın.

Türkiye’de de satranç camiası tarafından kimi zaman yerden yere vurulan kimi zaman da olumlu eleştiriler alan diziyi, kadınlar kategorisinde ilk ve tek olimpiyat madalyasını ülkemize getiren takımda yer alan Gülsevil Yılmaz Dombaycığil ile konuştuk. Dombaycığil’in kariyeri oldukça kabarık. 1976 ila 1982 yılları arasında Türkiye genç kızlar satranç şampiyonluğu, 1984 Kadınlar Türkiye Şampiyonluğu, Kadın milli takımı olarak en yüksek puanla Libya olimpiyat madalyası ve birçok kupa… Okurlarımızı daha fazla bekletmeden tarihe, bugüne ve geleceğe dair sohbetimize başlayalım.

The Quenns Gambit dizisini, Beth Harmon karakterini kendinizle özdeşleştirdiğinizde nasıl buluyorsunuz?

Filmi çok beğendiğimi ifade etmek isterim. Bir kurgu da olsa satrancın gelişimine katkı sağlayacağını düşünüyorum. Özellikle kadınlar açısından, bir hedef belirlendikten sonra o hedefe giden yolların güllerle süslü olmadığını, belirli bir disiplin içerisinde çalışarak başarının mümkün olacağını, bağımlılık ilişkilerinden zihnimizi kurtardığımızda cinsiyet fark etmeksizin kariyer basamaklarını aşacağımızı gösteriyor. Filmin bu kadar popüler olmasında da özellikle her kadın kendini karakterle özdeşleştirmesi ve kadınlar arasında çokça izlenmesinin de kendi yaşamlarıyla karakter arasında duygusal bir bağ kurması yatıyor.  Oyunlardaki taş dizilimlerinin yanlış olmaması, gerginlikler de gayet iyi aktarılmış. Burada dizinin danışmanlığını yapan Garry Kasparov ve dünyaca ünlü satranç eğitmeni Bruce Pandolfini’nin etkisi, dönemin kuralları, taş tutuşlar gibi ayrıntılarda yanlışa düşülmemesini sağlamış. Etkileyici bir diziydi elbette.

Dizinin kadın karakteri Beth Harmon hakkında, Evrensel gazetesinde 31 Aralık 2020 tarihli ‘Son Kale’ adlı köşesinde Evrensel Bilgin, karakteri tanımlarken şöyle bir tanımlama yapıyor: “sezgisel oyun tarzıyla Mikhail Tal’e, saldırgan oyunuyla Bobby Fischer’e, final maçında dünya şampiyonu Borgov’u yenmesiyle Fischer- Spassky maçına, kızıl saçlarıyla Judit Polgar’a, alkol bağımlısı olarak şampiyonluğu kaybeden ve alkolü bıraktıktan sonra tekrar şampiyon olan Alekhine’e benziyor.’’ Aslına bakarsanız bütün satranç şampiyonlarının Beth Harmon karakterinde simgeleştiğini belirtiyor. Bu görüşe katılır mısınız?

Aslına bakarsanız bir kurgu karakter olarak hepsinin cisimleştiği bir karakter olarak hepsine benzemekle birlikte, ben biraz da 1927 yılında ilk Dünya Kadın Şampiyonu olan Vera Menchik’e benzetiyorum. Onun hayatına atıfta bulunduğunu da düşünüyorum.  Bir Nazi saldırısında trajik bir biçimde öldürülüyor. Buradan onu da anmış olalım.

Dizi, aynı zamanda cinsiyetçilik üzerinden de açtığı bir tartışma var. Beth Harmon karakteri üzerinden bakıldığında satrançta cinsiyetçilik nereye oturuyor? Siz oynadığınız maçlarda sıkıntılar yaşadınız mı?

Ben bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum. Benim ilk öğretmenim babamdı. Satranç ailesi içerisinde öğrendim bu oyunu. Abim Turan Yılmaz eski Türkiye şampiyonu, ablam Gülümser Yılmaz 11 kez Türkiye kadınlar şampiyonu oldu. Dolayısıyla satranç oynamayı, oyun tecrübesini kendi ailemdeki erkeklerle oynadığım için tecrübeliydim onlara karşı. Turnuvalarda özellikle erkekler, kadınları daha düşük seviyede görüyorlar. El sıkışmayan, sinirlenip kalkan erkekler oluyor. Elbette psikolojik etkileri oluyor bizim iç dünyamızda. 9-10 yaşlarından itibaren satranç turnuvalarına katıldım. Evde bu tecrübeye sahip olduğum için erkeklerle nasıl baş edeceğimin provasını da yapmış oldum. Tecrübeli bir yapıdaydım en azından. 1980’li ve 90’lı yıllarla bugünü kıyaslamak gerekirse, elbette bizim dönemimiz daha zordu. Her şeyden önce teknoloji, internet, kitaplara ulaşım, satranç kitaplarının çevirisi, antrenör, bire bir çalışma gibi temel disiplinler o dönemde maalesef yoktu. Satranç kitaplarına bile yurt dışına turnuvalara gittiğimizde kurulan stantlardan ulaşabiliyorduk. Bugün açısından okullarda bile satranç dersleri seçmeli olarak veriliyor. Daha zor bir dönemdi bizim için. O yüzden dizi satrancı popülerleştirirken diğer yandan cinsiyetçiliğe vurgu yapması, geçmişle bugün arasında bağlar kurması önemli.

Erkeklerin satrançta daha başarılı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Fiziksel dayanıklılık farkı var kadın ve erkek arasında. Daha güçlü olduklarını zannediyorlar. Ama asıl olan şey, çalışmaktır. Düzenli, disiplinli, destek alarak yapılan her çalışmanın kadınlar açısından bir başarı hikayesi yazılacağını, 1992 yılında Judit Polgar, Kasparov’u yenerek (ki dünya satranç tarihinde şampiyonu yenen ilk kadın olarak da tarihe geçti) gösterdi. Satrançta özellikle 9- 10 yaşlarında satranca başlayan kız çocukları, yenildikleri zaman moral olarak çöküyor ve oynamak istemiyorlar. Bu problemi çözebilirsek kadın satranç oyuncularını kaçırmamış olacağız. Burada Türkiye Satranç Federasyonuna büyük sorumluluk düşüyor.

1987 yılında, satranç bir savaş oyunudur, kadınların doğasında savaşmak yok, onlar çocuk bakmaya yönelsinler diyen bir Kasparov, kurguda olsa bu dizide bir kadın satranç şampiyonuna danışmanlık yapıyor.  Tezat değil mi sizce…

 Aslına bakarsanız Kasparov’un bu söylemi üzücü bir durum tabii. Dizi de final maçı için Borgov’un yerine düşünülmüş ancak kendisi kabul etmemiş. Kim bilir belki de 1987 yılında söylediklerini düşünmüş olabilir ya da kendi egosunu yerle yeksan etmek istememiş de olabilir. Gerçi Polgar cevabı 1992 yılında zaten vermiş. (Gülüşmeler)

TÜRKİYE SATRANCININ DREYFUS DAVASI

Dorsa Derakhshani. 18 yaşında büyük usta oluyor ve şu an 22 yaşında. 2017 yılında Gibralter Satranç Festivalinde başörtüsüz oynadığı için İran satranç takımından çıkarıldı. Gerekçeler farklı olsa da sizi 1976 yılına götürmek istiyorum. FİDE o yıl Satranç olimpiyatlarını İsrail’e veriyor fakat Sovyetler Birliği, Doğu bloku ülkeleri ve Arap ülkeleri olimpiyatları boykot etti. Biraz okurlarımıza o dönemin hikayesini anlatır mısınız?  

1976 yılında 42 ülkenin protestosuyla karşılaşan İsrail boykot edilince İran devreye giriyor ancak iç politikadan ve güvenlik nedeniyle Libya çağrı yapınca İsrail’e değil Libya da yapılan satranç olimpiyatlarına gittik. Altını çizerek söylüyorum, 13 yaşında bir kız çocuğunun başarısını FIDE’nin baskısından kaynaklı TSF’nin tarihçesine geçirmediler. Bu bir utanç tablosudur. Sonuçta biz oraya kendi başımıza gitmedik. Milli takım olarak kadınlarda altın madalya aldık ancak TSF bunu görmüyor. Tek kelimeyle yazık. Kaddafi’nin yaşımdan kaynaklı turnuvadan sonra sarayına çağırıp fotoğraflarımız bile var. İşte biz kadın sporcuların yaşadığı sorunların başında bir de böyle problemler var. Bizi motive etmeleri gerekirken, elimizden tutmaları gerekirken aksine politik nedenlere kurban edildik. Derdimiz para da değil, bu başarının tarihe kaydedilmesini istiyoruz; hepsi bu. Federasyon satrancın olimpiyatı yoktur diyor bize ama bugün biliyoruz ki, Satrancın olimpiyatı vardır. TSF’nin kendi sayfasında bile 1991 yılında kurulduğunu yazıyorlar; oysa 1954 yılında kuruluyor. Mahkeme tutanakları ve Dışişleri bakanlığının oluru da bizim hukuksak anlamda da haklı olduğumuzu gösteriyor.

O zaman satrancın içine biraz daha girelim. Dünyada 1700 büyük ustadan yalnızca 37’si kadın. Türkiye de de yanılmıyorsam 12 GM var. TSF’nin sitesinde lisanslı sporcu sayısı 13660 ancak Dünya sıralamasında ilk 100’de 2 sporcumuz var. Bu rakamlar size ne söylüyor? 

Bizim ülkemiz için konuşacaksak, satranç alt yapısına önem verilmiyor. Küçük yaşlarda satranca giriyor ancak destek verilmediği için, motivasyon düşüyor. Bir realite var. Turnuvaya katılan kız çocukları 3-5 kere kaybedince maçtan sonra ağlayarak çıkıyorlar ve küsüyorlar. Bunu bugün kadın satranççılarımızın sayısına bakarak da görüyoruz. Bakın şöyle bir örnek vereyim. 1992 yılında ara verdim. 28 yıllık bir ara ama hala Türkiye sıralamasında 20. Sıradayım. Bu satrancımızın gelişmediğine dair istatistiki bir bilgi sunuyor. Satranç eğitimiyle ilgili yapısal sorunlarımız var. Politik oyunlar çok oynanıyor. Ahbap çavuş ilişkisiyle bu iş olmaz. Destek yok. Hem maddi anlamda hem de moral motivasyon anlamında. Turnuvalar oteller de yapılıyor, kiminin parası var kiminin parası yok. Bireysel bir çukurun içine atılıyoruz, debelen dur. 1 yıl Türkiye şampiyonası için uğraşıyorsun ama verilen ödül 25 bin. Dolayısıyla bu rakamlarla sporcuları motive edemezsiniz. Sıkıntı çok büyük. Umarım düzelir. Aslında dizide de görüyoruz ki, Beth Harmon Rusya’ya gitmek için sponsor arıyordu. Satrancın yaygınlaşması için destek mutlaka gerekli. TSF dünya kadar para alıyor sporculardan ve bir o kadar da sponsor desteği var. Ama bir satranç müzemiz yok. Otellerde yapacağımıza turnuvaları, yapın bir satranç merkezi Antalya’ya, 1000 kişi kapasiteli. Her oyuncudan cüzi miktarlarda yatak parası alın. O zaman ailelerde çocuklarını turnuvalara gönderir, bir başarı, motivasyon hikayesi çıkar buradan.

The Queen’s Gambit, popüler bir dizi olarak satranca olan ilgiyi arttırdı. Satranç kitaplarına olan ilgi, online satranç sitelerine üye sayısında artış, satranç takımı alımında ivme yukarı doğru çıkmaya devam ediyor. Dizinin satranca olan ilgiyi arttırdığını düşünüyor musunuz yoksa geçici bir heves olarak mı görüyorsunuz?

Kesinlikle katkı sağlayacaktır. Elbette, disiplinli çalışmayı, motivasyonu, başarıyı yakalamayı, derslere olan dikkati, sabrı öğretiyor. Hayatla doğrudan bağlantılı bir spor dalı daha olduğunu düşünmüyorum. Analiz yeteneğini geliştiriyor.  Alkol bağımlısı olduğu zaman diliminde boşluğa düşüyor. Bağımlılık ilişkisini ortadan kaldıran bir spor dalı olması bakımından dizi gayet başarılı bir performans gösterdiğini düşünüyorum.

Son olarak satranç severlere söyleyeceğiniz sözleri alalım.

Satrancın yaygınlaşması için ellerinden geleni yapsınlar. Biz de derginiz aracılığıyla, Satranç severler derneği kuruluşunu da buradan duyurmuş olalım. 6 Kasım 2020 de derneğimizi kurduk. Başkanımız da eski Türkiye şampiyonu Feridun Öney. Satrancı tekrar ayakları üzerine oturtmaya çabalıyoruz. Derneğimizi de buna hizmet etmek için kurduk. Satrançla kalın.                               

Eylül Ayvaz & Sinan Danacı
diğer yazıları