Füruzan Aydın ve Aşkın Şenol’un kurduğu FaFa Tiyatro, 2019’un yazında yola çıktı. Bir kelebeğin heyecanını, karıncanın azmini ve tiyatronun tutkusunu taşıyorlar heybelerinde… Henüz bir manifestoları yok. Çünkü ekip “içimizden geldiği gibi” diyerek tanımlıyor bu süreci.
FaFa Tiyatro’nun ilk tercihi Philip Ridley’in kaleme aldığı Radiant Vermin adlı eser. Ekip oyunu Türkçeye “Biz İyi İnsanlarız” ismiyle uyarladı. Oyun hepimizin kıyısından köşesinden bulaştığı ve gün geçtikçe artan hatta bir krize dönüşen “tüketim” temasıyla ilgili bir kara komedi. Hikâye Ollie ve Jill adlı iki karakterin bir düş kurmak ve bu düşü gerçeğe dönüştürmek için birçok fedakârlıkta bulunma üzerine inşa edilmiş. Lüks bir ev? Neden olmasın… Lüks bir araba? Neden olmasın… Orijinal metne sadık kalmakla birlikte daha dinamik hale gelen, bizi daha bir anlatan ve bizden bir oyun olan “Biz İyi İnsanlarız”ı, FaFa’nın yol hikâyesini ve bir parça tiyatroyu Füruzan Aydın ve Aşkın Şenol’la konuştuk.
Rejisini Eyüp Emre Uçaray’ın üstlendiği, Philip Ridley’in oyunu “Biz İyi İnsanlarız”la sezonu açtınız. Bu metni tercih etme nedeniniz neydi, sizi ne cezbetti?
Aşkın Şenol: Kandırıldık 🙂 Yönetmenimiz Eyüp Emre önerdi metni. Daha önce bu oyunu başka bir ekiple çalışmış ve sahnelemiş. Bize de bu metni önerdi ama oyun tamamen farklı oldu. Önceki ekip üç kişilik bir ekipken biz iki kişiyiz sahnede. Oyun yaklaşık on kişilik. Bambaşka bir rejiyle, farklı bir bakış açısıyla ve farklı bir konseptte oldu. Oyunun orijinal adı “Işıltılı Haşereler” diye çevrilmiş. Daha güzel olduğunu düşündüğümüz için “Biz İyi İnsanlarız” ismini tercih ettik. İzleyenler de neden iyi insan olduğumuzu oyunu izledikten sonra öğrenecekler.
Füruzan Aydın: Aşkın’la uzun zamandır oyun arıyorduk. Bu süreçte bir sürü oyun okuduk. Hemen karar veremedik açıkçası.
A.Ş.: Metinde bizi cezbeden şey, hikâyenin içerisinde bizlerin de yer alıyor olması. Hepimiz yer alıyoruz metinde, bizden bağımsız değil. En güzel tarafı buydu. Böyle olmasına da özellikle özen gösterdik. Tepeden bakıp söz söyleyen, ukalalık yapan bir iş olmasın istedik. Evrensel bir yanı var muhakkak ama biz de bu ülkede yaşıyoruz. Bu ülkede yaşarken de yaşadığımız yerden bağımsız bir iş yapmak mümkün değil. Herkes etrafından etkileniyor. “Ben bir şeyden etkilenmem,” diye bir şey yok. Biz de bu etkilenme biçimini göstermezlik etmeyelim dedik. Oyunda yaşanan olaylar hepimizin bildiği, çabuk anlaşılacak, herkesin dahil olduğu meseleler. İşin zor kısmı burası zaten: Hepimiz dahiliz, hepimiz biliyoruz, hepimiz içindeyiz… ee?
Oyun ne kadar sürede son haline ulaştı?
- A.: Oyun hâlâ son haline kavuşabilmiş değil 🙂 Hâlâ bir şeyler deniyoruz. Yeni bir şey geliyor aklımıza, onu bir yere koymaya çalışıyoruz. Prova süreci 2,5 ay sürdü. Ama bir ömür gibi geldi bize. O süreç bizim için çok zordu.
A.Ş.: Bizim de dahil olduğumuz bir iş olduğu için oyun son haline kavuşmayacak hiç. Her zaman yeni bir şeyler olacak içerisinde. Bir oyun zaten düşündüğümüz gibi provalarda ortaya çıkmıyor. Her zaman seyirciyle karşılaştıktan sonra oyun şekil alıyor. Biz hâlâ o değişimin, o canlılığın içindeyiz. Kendi çizgisini aldı tabii, prova zamanında da belirlenmişti bu. Yine de ufak tefek hareketler oluyor.
İki oyuncu çok karakter… Kendinizi nasıl disipline ediyorsunuz?
A.Ş.: Zor bir süreç oldu. Özellikle prova açısından… İlk 48 sayfası 12 provada çıktı. Ondan sonra çok güzel bir parti sahnemiz var oyunda. Bu sahneye altı ay gibi çalıştık galiba. Ben öyle hissediyorum. Hâlâ da o sahneye bir şeyler deniyoruz. On farklı rolü tabii çalıştık ama işin gerçeği o roller bizim heybemizde olan şeylerdi. Çoğu provada çalışırken ortaya çıktı. Yoksa on tane rolü oynamak zor değil. O insanları ortaya çıkartmıyorsun, o karakterlerle iletişim de kuruyorsun. Asıl zor kısım bu; onları keskinleştirmek.
Oyundaki tüketim hırsının günümüze yansıması nasıl sizce? Bizler de iyi insanlar mıyız?
- A.: Biz de onu soruyoruz aslında. Seyirciye de kendimize de soruyoruz. İzleyip herkes kendi cevabını kendi verecek herhalde.
- Ş.: İnsanların vicdanına dokunduğuyla ilgili dönüşler alıyoruz çokça. Oyun bi’ utanma duygusu yaratıyormuş galiba. Rahatsız edici bir boyutta değil tabii, amacımız da bu değil. İnsanlar sanat eserlerinin korkunç etkileri olsun istiyorlar. “Yeni bir telefon almalıyım, yeni bir şey yapmayalım…” Bu dünyada bir sürü şey dönüp duruyor. Biz satın almaya devam ediyoruz. Herkes kendi içinde bu meseleyle yüzleşiyor. Bizim bunu insanlara söylememize gerek yok, doğru da değil. Bir şeyler üretiliyor, bizler satın alıyoruz. Aslında soru da burada başlıyor: Ne yapacağız? Nereye kadar? Ne etmeyi düşünüyoruz? Biz bunları yaparken –kötümser de olmasın ama– sonumuzu da çok güzel hazırlıyoruz. Doğayla ilgili, insan ilişkileriyle ilgili büyük sıkıntılar var. Her şey çabuk tüketiliyor, hastalıklar tuhaflaştı. İnsan ırkının her zaman çok zor koşullardan çıktığı biliniyor ama biraz daha güç bir dönem yaşadığımız çok açık. İkinci Dünya Savaşı kadar kötü değil belki, böyle trajik gözükmüyor fakat sonuçları öyle olacak sanki… İnsanları kendi içine baktırmak gibi bir iddiamız yok. Bizim işimizin böyle bir dinamiği yok. Bizim yaptığımız çok teknik bir şey. Bir oyun oynamak teknik bir şey. Tabii bunun sonucunda ne olur bilmiyoruz. Çünkü sonuçta herhangi bir şeye bakınca da aydınlanabilirsin. Veya birinin sana bak bu böyle olmaz, şöyle davranmalısın demesi gerekmiyor. Sanattan genelde böyle bir beklenti var ama öyle değil sadece zevke de hitap ediyor olabilir. Buradan ister aydınlanırsın, istersen hayatına devam edersin ama bizim yapmak istediğimiz bu insani alışverişin keyifli olması. Ki böyle olduğu kesin.
Peki, sizi FaFa Tiyatro’yu kurmaya iten sebepler neydi? Bu zamana kadarki deneyimlerinizi de dahil ederek yola çıkış hikâyenizi dinlemek isteriz…
- A.: Biz Aşkın’la senelerdir bir oyun yapmayı istiyorduk. Fakat o da ben de farklı tiyatrolarda çalışıyorduk. Sonrasında ben kovuldum, Aşkın bulunduğu tiyatrodan ayrıldı. Başka yollara yelken açtık. Şehri bırakıp gitmek, Balıkesir’e yerleşmek, tiyatroyu oraya taşımak gibi fikirlerimiz vardı. Birkaç başarısız denemenin sonunda İstanbul’da kalınca dedik ki o zaman biz bu işi burada yapacağız. Geçtiğimiz Haziran sonu gibi tiyatroyu kurmaya karar verdik. Bundan sonrasında da yönetmenimizle karşılaşma, oyun okumaları diye devam etti. Tabii yolun başında kiminle çalışırız, ne yaparız ne ederiz nerede oynarız, diye bir fikrimiz yoktu. Oyuna karar verince her şey yerli yerine oturdu.
Hayat arkadaşı olmanın yanı sıra oyun arkadaşı olarak sahnede ilk defa buluştunuz. Bunun sizin için artısı eksisi neydi?
A.Ş.: Dizide de beraberiz, oyunda da. 24 saatimiz beraber geçiyor. Bunun sıkıcı bir tarafı var ama hepsi aynı şey değil. Kiminde oyun arkadaşı oluyorsun, kiminde hayat arkadaşı oluyorsun, kiminde set arkadaşı vs. Her ne olursa olsun bizim dostluğumuza büyük bir katkısı oluyor. Fakat sahnede birbirini tanımak daha farklı bir şey. Orada bir performans işin içine giriyor. Tepkiler değişik oluyor. Bir insanı sahnede tanımak enteresan bir duygu çünkü olumlu olumsuz her şeyi görebilirsin orada. Egosantrik bir insan da olabilirsin tam tersi de…
- A.: Her ne olursa olsun yine de güvenli bir alan. Karşındaki insana güveniyorsun. Bir aksilik olsa her şekilde kurtarır duygusunu taşıyorsun. Bir şekilde hallederiz, diyorsun.
A.Ş.: Füruzan’ın oyun tecrübesi benden daha çoktur. Sahne uzaktan korkunç görünüyor ama üstüne çıktığında o korkular bitiyor.
F.A.: Her halükârda eğlenceli. Öncesinde beni birlikte oyun yapma fikri inanılmaz korkutuyordu. Acaba nasıl olur, eve yansır mı, yapabilir miyiz, dostluğumuza yansır gibi sorularımız oluyordu ve bunu sıkça konuşuyorduk. Ama o kadar korkulacak bir şey değilmiş. Bir gün yapacağız, diye diye sonunda oldu.
Günümüzde tiyatro seyircisi oldukça arttı deniyor. Yeni sahneler açılıyor hızla. Bunun sebebini neye bağlıyorsunuz? Yeni bir ekip olarak sahne bulma konusunda zorluk yaşıyor musunuz?
- A.: Evet, sıkıntı yaşıyoruz. Çok fazla oyun var ama aynı oranda sahne yok. Biz de bu sıkıntıyı yaşıyoruz elbet. Sahneler bir diğer taraftan ele geçirilmiş durumda.
A.Ş.: Evet böyle bir tarafı var ama yine de kalabalık olmak güzel. Bütün sıkıntısına rağmen güzel. Aynı anda bilmem kaç tane ekip perde açıyor. Bu güzel bir şey. Fakat seyircinin potansiyeli çoğaldı mı, çoğalır mı onu pek bilemiyorum. Az da olsa çok da olsa, oyun yapılabiliyorsa ve seyirciye ulaşabiliyorsa demek ki izleyen birileri var. Bu da önemli. İnsanların günümüzde tiyatroya popüler insanları görmeye geldiği söyleniyor. Bir kısmı böyle düşünmüş olabilir, bir kısmı da gerçekten oyun için oradadır. En sonunda tiyatromuz kendi seyircisini alıştırabilecek bir hale gelecek mi, ona bakmak gerekir. Garip bir seyirci zenginliği, oyun zenginliği yaşanıyor olabilir ama bakalım devam edecek mi? Birkaç sene bekleyip göreceğiz. Çünkü ben hiç tiyatro olmadığı dönemi de yaşadım. Devlet tiyatroları vardı, Ankara Sanat vardı. Birkaç tiyatroyu tabii tenzih ediyorum ama daha henüz okuldayken “nerede çalışacağız, nereye gideceğiz,” diye kaygılarımız oluyordu. Bu noktadan böyle bir zenginliğe gelmiş olmak çok ilginç ve bu da 20 senede oldu. 300 küsur tiyatro perde açıyor, daha fazla da olabilir. İşimiz zor.
Tiyatronun yanı sıra televizyon oyunculuğuna da devam ediyorsunuz. İkisini kıyaslamanızı istesem, hangisi hayırlı evlat?
- A.: Hayırlı evlat gibi değil de… ikisinin zevki çok farklı.
A.Ş.: Bizim içerisinde bulunduğumuz set ortamı çok farklı. Diğer setler gibi değil. Seksenler dizi setinde gerçekten aile gibiyiz. İnsanlar doğuyor, ölüyor, hastalıklar yaşanıyor, mutluluklar oluyor vs. 6 sene hiç ara vermeden çalıştık, 3 sene durduk, şimdi yeniden başladık. Oranın zevki gerçekten çok farklı. Bulunduğumuz ortam yaşayan bir ortam. Seksenler hâlâ devam ediyor. O yüzden burayı ayrı tutuyorum. Televizyondaki hikâye de “sadece parası” için denebilecek bir şey değil. Televizyon bir kıstas. Orada bulunduğun zaman bu işin kendince bir parçasını da yapmış oluyorsun. “Ama er meydanı tiyatrodur!” Evet, biraz öyle bir tarafı var. Ama gün gelecek er meydanı diziler de olacaktır. Oyuncu öyle bir roldedir, öyle bir oynuyordur ki onun için er meydanıdır orası. Bence oynadığın rolle, ona bakış açınla, vardırmak istediğin yerle alakalı mesele.
F.A.: Evet, sen sadece paramı alıp kenara çekileyim diye düşünüyorsan ikisinin de bir manası yok tabii. Tiyatronun kendine has zorlukları var. Gittikçe de daha zor bir hal alıyor gibi geliyor bana. Ben senelerce kurum tiyatrosunda çalıştığım için orada her şey çok rahattı. Özel tiyatronun zorlukları bambaşka. Yine de oynaması çok keyifli. Gerçi kamera önünü de çok sevdim ben, gayet eğlenceli. Dediğim gibi senin bakış açınla alakalı. İkisi de güzel, ikisi de olsun.