Bu süreçte yaptığınız açıklamada “Edebiyatın bütün bu süreç ve ortamlarında tacizin farklı biçimlerde gerçekleştiğine tanık oluyoruz” ifadesinde bulunmuştunuz. Bu “farklı biçimler” nedir? Edebiyat alanında kadınların maruz kaldığı taciz biçimleri, sistematik cinsiyetçi yaklaşımlar kadınların bu alandaki gelişim ve var olma süreçlerini nasıl etkiliyor? Başka bir deyişle, ‘duayen’, ‘usta’, ‘itibarlı’ olanın ağırlıkla erkekler olduğu edebiyat dünyasında bir kadın olmak ne demek?
8 Aralık 2020’de Leyla Salinger’e ait twitter hesabından paylaşılan taciz ifşasının ardından tacize maruz kalmış onlarca kadın benzer ifşalarda bulundu. Öncelikle bu çok önemli bir kırılma noktasıdır, kadın hareketinin kazanımlarıyla sosyal medyanın ve ifşanın gücünü gördük. Bu ifşaların önemli bir kısmı cinsel taciz içeriyordu. Pelin Buzluk’un deneyimi bir cinsel saldırı girişimi, taciz tanımını aşan, hukuken de ayrı ele alınması gereken bir durum. Hasan Ali Toptaş’ın yanı sıra başka erkek şairlerin, yazarların, editörlerin ve akademisyenlerin kadınlarla bir arada oldukları gerçek ya da sanal ortamlarda onları çeşitli biçimlerde taciz ettiklerini okuduk. Dokunarak, sözle, reddettiğiniz halde sürekli mesaj atıp arayarak gerçekleştirilen cinsel içerikli ve cinsel amaçlı tüm dayatmalara, zorlamalara, rahatsız etmelere cinsel taciz diyoruz. Biz Türkiye Yazarlar Sendikası olarak yazdığımız basın bülteninde, kadınların her alanda olduğu gibi yayıncılık dünyasında da tacize en fazla maruz kalan bireyler olduklarını söyledik. LGBTİ+ bireyler de insan haklarına, etiğe ve hukuka aykırı bu davranışların mağduru oluyor sık sık ve erkekler de nadiren da kadınlar tarafından taciz edilebiliyor. Tacizin sadece cinsel içerikli olmadığını özellikle vurguladık çünkü toplumsal cinsiyet kodlarından devralınmış erkeklik performanslarının sergilendiği alan sadece cinsel taciz değil. Özünde mesele, sorunlu bir cinsiyet ve ona bağlı cinsellik algısının etrafında dönse de baskı uygulayarak kötü hissettirme, kadının aklını fikrini zekasını aşağılayarak rahatsız etme, kadının edebi ya da bilimsel üretimini değersizleştirme, üretimini ve başarısını engelleme gibi, erkeğin sahip olduğu sıfatları ve konumu kullanarak kadına tahakküm uyguladığı bütün durumları kapsıyor. Bir kadına karşı çeteleşme, somut olarak ya da sanal dünyada takip ederek tedirgin etme, kendini tehlike altında hissettirme, ırkçı, milliyetçi, cinsiyetçi yaklaşımlarla sistematik olarak kötü ve dışlanmış hissettirme gibi durumlar dahildir. Konuyu burada öncelikle, pratik olarak meseleyi anlamamızı kolaylaştıracağı için iki düzlemde ele almayı öneriyorum. İlki yayıncılık dünyasındaki erkeklerin büyük kısmının toplumdaki genel erkeklik kalıplarının dışına çıkamamış olmalarından kaynaklanan ve kabalıktan tacize varan tutum ve davranışlar. İkincisi dozu daha yüksek taciz türleri. İlkinin mağduru olmayan birilerini bulmak zor sanırım. Edebiyatın farklı türlerinde yazan hemen hemen her kadının dergiler ve yayınevleriyle irtibat kurdukları noktada ya da yazan erkeklerin de bulunduğu mekanlarda birlikte vakit geçirmeye başladıkları anda taciz olasılığıyla karşı karşıya oldukları bir gerçektir. Daha çok yaşı ilerlemiş, belli bir güç edindiğini düşünen erkeklerin küfürlü konuşmalar, açık saçık cinsel içerikli fıkra anlatma, ortamdaki genç kadınlara dokunma gibi yollarla gerçekleştirdiği, “rıza” ve “karşılıklılık” olgularını umursamayan her türlü davranışları tacizdir.
Edebiyat ve yayıncılığın erkek egemen dünyasının kadınlara yönelik taciz ve cinsel saldırıyı görünmez kılan ya da faillerin konumlarını koruyabilmelerine, sürdürebilmelerine neden olan mekanizmaları nelerdir?
Şu iki şeyi ayırmak gerekiyor: Sanat erotizmi ve cinselliği konuşmayı, tartışmayı, konu etmeyi içerir. Bastırılmış, tabulaştırılmış bu konular doğal olarak en çok sanatın konusudur. Dinin, toplumun baskı altında tuttuğu bedene, cinselliğe bakışımız bilimle, bilgiyle, sanatla elbette özgürleşir. Ancak bu bir erkeğe, özellikle de yaşına, mevkiine, “iktidar” alanına yaslanarak karşısındaki herhangi bir kadına karşı küfürlü, cinsel içerikli, açık saçık konuşma hakkı vermez. Genel görgü kurallarının bile uygulanmadığı bu ortamlarda erkek bu tür bir iletişim kurma biçimini aydınlanmış, özgürleşmiş olmanın bir sonucu gibi sunabilir oysa saygın ve mesafeli tüm ilişkilerde seçilen sözcükler, bedenle, bakışla gösterilen tavırlar önemlidir. Şairler/yazarlar arasında kurulan dostluklarda bu tarz bir iletişim karşılıklı benimsenmişse bu “rıza” ve “karşılıklılık” içerdiğinden rahatsız edici değildir ve tacizle de ilgisi yoktur. Erkek, kadın şairi/yazarı “keşfeden”, ona dergisinde “sayfa veren”, onu “piyasaya süren” bir güç olarak tanımlar kendini çoğu zaman. Hatta bu ifadelere hakaretler ve küfürler de eklenir. Kadın şair/yazar fahişe oluverir bir anda. Bu erkek “iktidar” kadının okura ne sıklıkta ulaşacağını, hangi etkinliklerde yer alacağını, telif hak edip etmediğini planlıyor. Baskısı bitmiş kitabının yeni baskısını talep eden bir kadın yazara, “meşhur mu olmak istiyorsun sen, dur bakalım” diyebiliyor bir editör. Kadın zeki ve bağımlılık ilişkisi kurmadığı için ona yayıneviyle bağını koparmaya kadar varan sistematik bir kötü hissettirme politikası uygulayabiliyor.
İkincisi doğrudan dokunarak, sözle, yazarak taciz etmek ve hatta cinsel saldırı girişiminde bulunmak. Çok sayıda mağdur olduğunu biliyoruz. İfşa edilenden kat kat fazla. Hatta ifşa edilmemiş tecavüz vakaları olduğu konuşuluyor. İfşa ve ardından tanık olduğumuz süreç bize eksiklerimizi gösterdi ve çok şey öğretti. Şair ve yazarların tacizi tanımlamak ve hukuki adımları atmak konusunda ne kadar bilgisiz olduklarını gördük. Yayınevlerinin bu durumlarda ne yapılması gerektiği konusunda hazırlıksız olduklarına tanık olduk.
Kadınlara yönelik ayrımcılığın ve şiddetin edebiyat ve yayıncılık alanında kurumsal mekanizmalarla önlenebilmesi için sendikanızın önerdiği politikalar nelerdir? Sizin Türkiye Yazarlar Sendikası olarak taciz ve cinsel saldırı suçlarına, kadınların edebiyat dünyası içinde maruz kaldığı eşitsiz uygulamalara, emek gaspına karşı yayınevlerine (özellikle telif sözleşmeleri ile ilgili olarak) önerdiğiniz yaptırım ve önlemler nelerdir?
TYS, ifşaların ardından yayımlanan basın bülteninde tacizin bir suç olduğunu vurguladı. Yönetim kurulu olarak göreve başlarken kadın hareketinin ve ekolojik mücadelenin tarafında bir siyaset güdeceğimizi kararlaştırmıştık. Bu siyasette İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını desteklemek büyük önem taşıyor. Dolayısıyla taciz ve şiddet konusunda hem hukuki olarak gerekli düzenlemelerin yapılmasının aciliyetini hem de edebiyat dünyasında bu tür suçları engellemeye yönelik önlemler alınmasının önemini vurguladık. Yayınevleri telif sözleşmelerine ve yarışma jürileri ödül yönetmelik ve duyurularına taciz gibi suçlar gerçekleştiğinde sözleşmenin ya da ödülün geçersiz olacağı şeklinde bir madde eklemelidir dedik. Örgütlü olmanın önemine dikkat çektik ve TYS’nin herhangi bir taciz durumunda, buna maruz kalmış üyelerine maddi, manevi ve hukuki destek sağlayacağını belirttik. Taciz ifşaları o denli etkili oldu ki PEN çatısı altında bir Onur Komisyonu kuruldu. PEN Yazarlar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Çevirmenler Birliği ve Yayıncılar Birliği PEN çatısı altında bu komisyon için bir araya geldi. Komisyon, sektördeki kadınların ve LGBTİ+ bireylerin maruz kaldıkları taciz ve benzeri davranışlara karşı önleyici, onarıcı bir adalet sağlamanın yol ve yöntemleri üzerine çalışacak, gerekli eğitimleri yapılandıracak ve ortamı bu yönde dönüştürecek. İfşa ya da sosyal medyada linç olasılıklarının yaratacağı “haklıyken hukuki olarak haksız duruma düşme” gibi durumların önlenmesi için taciz sonrası atılması gereken hukuki adımların öğrenilmesi, bütün bunların herkese açık eğitimlerinin verilmesi gerekiyor. Sektörün editörden yazara, çevirmenden depocuya bütün çalışanları arasındaki ilişkileri etik çerçevede düzenleyen ilke ve standartlara ihtiyaç duyduğu çok açık. Bu standartların oluşturulması, metinler kitapçıklar halinde yayımlanması, edebiyat ve yayıncılık alanındaki herkese benimsetilmesi daha fazla ertelenemez.
Edebiyat ve yayıncılık dünyasının bir etik kültürden yoksun olmasının sonuçlarını yaşıyoruz. Meslek etikleri kapsamında basın etiği, yayıncılık etiği, yayın etiği gibi başlıklar var ancak bunlar başka önemli konulara odaklanıyor. İntihalin önünü kesmek, bilimsel yazım ilkelerini oluşturmak, hakikati saptırmamak, kaynakları çarpıtmamak, önemli olayları haber yapmak üzere seçmek ve dürüstçe işlemek gibi… Edebiyat alanında da geçerli kurallar ama yetersizler. Evrensel geçerliliği olan etik davranışların edebiyat ve yayıncılıkta ortaya çıkabilecek sorunlar açısından incelenip uyarlanması gerekiyor. Telif hakları, yazarın, editörün, çevirmenin hakları gibi konuların da burada işlenmesi gerek. Vakit kaybetmeden ortak bir edebiyat ve yayıncılık dünyasında etik standartlar kitapçığı üretmeliyiz. Üniversite yapılarında bulunan Etik Komisyonları, yayınevlerinde de oluşturulmalıdır. İşe alınan her bireyin, sözleşme imzalayan her yazarın bilgilendirilmesi gereken durumları, taciz, telif hakkı ihlali, intihal gibi durumlarda ne yapılacağını etik komisyonu değerlendirmelidir. Edebiyat ortamlarının ve edebiyatçılar arasındaki ilişkilerin cinsiyet eşitliğine, insan haklarına, emeğe saygılı ve özgürce bir arada üretmeye uygun olması gerekiyor.