yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

MELİH ŞABANOĞLU: TÜRKİYE’DE FUTBOLUN ERKEN ÇAĞINDAN BUGÜNE: KIRMIZILAR, MAVİLER, TURUNCULAR

Futbolun rugby’den “association” futbola evrimini tamamlayan ve topu alanın sürdüğü bireysel bir oyundan pasa dayalı kolektif bir oyuna çeviren, oyunu güzelleştiren ve popülerleştiren, işçi sınıfıdır. “Dribbling game burjuvazinin denetimine girmiş seçkin okulların ürünüydü. Passing game ise kolektivizme dayalı işçi sınıfının.”[1] İngiltere ve ardından Avrupa’da futbolun sonraki gelişiminde ve popülerleşmesinde de sınıf ilişkileri çok belirleyiciydi; bugünlere varan çoğu rekabetin temelinde iktidarlara ve egemen gruplara yakın mavi renkli takımlarla işçi ve emekçi kesimlerin kırmızı renkli takımları arasındaki mücadele yatıyor.

Türkiye’de de futbol güç ilişkileri üzerinden şekillenen bir oyun, fakat bugüne kadar bu tarihin hakkıyla araştırıldığını söylemek zor. Bu boşluğun doldurulmasına, Melih Şabanoğlu’nun araştırıp kaleme aldığı ve Vakıfbank Kültür Yayınları tarafından 2018 yılı sonunda yayınlanan Kuruluş: Mekteb-i Sultani’den Galatasaray Spor Kulübü’ne Türkiye’de Futbolun Erken Çağı (1904-1907) kitabı büyük bir katkı sağlayacak nitelikte. Kitap her ne kadar Galatasaray’ın, kuruluş sürecine yoğunlaşsa da bu sürecin dokunduğu hemen her şeyi Osmanlı modernleşmesi bağlamında oldukça detaylı ele alıyor. Dolaysıyla İngiliz egemenliğinde başlayan Osmanlı futbol dünyası ve sonraki gelişimi, oyunun evrimi, İngiliz, Ermeni, Rum ve ardından ilk Müslüman-Türk takımlarının[2] yapıları, bu kulüplerin önce saray ardından İttihat Terakki ile ilişkileri ve futbolun milliyetçilik ekseninde nasıl popülerleştiği, kitabın arka planı olmaktan çıkıp ana anlatımla iç içe giriyor. Tüm bu süreçlerin merkezinde, II. Abdülhamit döneminin baskıcı ikliminde, Müslüman-Türk zümrenin futbolda hiç varolmadığı bir ortamda ve İngilizlerin egemenliğindeki futbol sahnesine “Türk olmayan takımları yenmek” şiarıyla çıkan, farklı sınıf ve etnik gruplardan gelen kurucu ve futbolcuları ile Galatasaray var.[3]

Bu koşullarda tarih sahnesine çıkan Galatasaray, İstanbul liginde ilk resmi maçını 1906 yılında İngiliz savaş gemisi “Imogine” mürettebatından futbolcuların oluşturduğu “HMS Imogine” takımına karşı oynuyor. 1-1 biten bu maçta Galatasaraylılar ofsayttan gol atan Imogine’i ve yine bir İngiliz olan maçın hakeminin haksız yönetimini “bir süre sahada yerde oturarak” protesto ediyor.[4] Basta İngilizlere ve İstanbul liginin Rumların ve Ermenilerin kurmuş olduğu diğer kulüplerine karşı mücadele eden Galatasaray’ın maçlarını ve dolayısıyla futbolu, bu ilk dönemlerde milliyetçilik rüzgârı popülerleştiriyor. Popülerleşen futbol da daha bu “erken çağda” giderek iktidarların el attığı bir mecraya dönüşüyor ve oyun bu ilişkiler üzerinden yeniden şekilleniyor.

Tüm bu süreçleri “1905’te nasıl oldu da birkaç genç bir futbol kulübü kurdu” sorusu üzerinden araştıran Melih Şabanoğlu ile Kuruluş kitabını ve Türkiye’de futbolun “antik dönemi” ile bugününü konuştuk.

“Kuruluş” Türkiye’deki diğer spor tarihi çalışmalarından farklı. Kitapta Galatasaray kulübünün kuruluşu ve bu sürecin dokunduğu hemen her şeyi Osmanlı modernleşmesi bağlamında oldukça detaylı ele alıyorsunuz. 1905-1907 yılları arasına, sadece üç yıla yoğunlaşıyorsunuz, ama okuyucu futbolun genel tarihinden Osmanlı’da bireysel ve takım sporlarının gelişimi ve cemiyetlere kadar birçok konuda fikir sahibi oluyor. Öncellikle kuruluşun ilk yıllarını bu şekilde kitaplaştırmak fikri nasıl doğdu ve hangi hedeflerle yazdınız?

Bu soruya izninizle iki eksende yanıt vermek istiyorum. İlki kitabın öyküsü ekseninde olacak. Kitaba uzanan sürecin biraz şaşırtıcı bir tarihi var. Açıkça söylemem gerekirse yola bir kitap yazmak için çıkmadım. Çalışma öncelikle bir sunum formatıyla başladı. Çünkü 2017 yılı sonbaharında Galatasaray İşbirliği Kurulu Galatasaray Spor Kulübü’nün tarihçesi hakkında benden bir sunum istemişti. Ben ise kulübün toplam tarihi yerine bir dönemine odaklanmak istiyordum, özellikle de kendimi daha iyi ifade edebileceğim Osmanlı dönemi içinde kalmak arzusundaydım. Anlaşıldığı üzere yola sunum olarak koyuldum. Fakat ilk planda kuruluşa ilişkin kanımca değerli birkaç kaynak bulunca kulübün kuruluş dönemi üzerinde yoğunlaşmak fikrinin daha iyi olduğunu da test etmiş oldum. Çünkü herkesin sandığının aksine, kuruluş, neredeyse hiç bilinmeyen bir döneme karşılık geliyordu Galatasaray tarihinde. Elimizde sadece Ali Sami Yen’in bölük pörçük birkaç anlatısı vardı ve bugüne dek bu anlatılar üzerinden inşa ediliyordu kuruluş süreci. Bu nedenle çalışmamda Galatasaray’ı 1905 ila 1915 yılları arasında ele aldım ve sunumu da bu doğrultuda gerçekleştirdim. Ancak sunumdan sonra hız kesmeden çalışmaya devam ettim. Bir anlamda diş macunu tüpten, şişeden çıkmıştı artık. Geri dönüş yoktu. 2019 Şubat ayında bu çalışmayı bir kitap bölümü olarak tasarlayacak denli mesafe kat etmiştim. Üstüne bugüne dek ulaşılmamış bazı kaynaklara ulaşınca kitap bölümünün önce sayfa sayısı arttı, ardından acaba bir kitap olur mu diye düşünmeye başladım. 2018 Ekim ayında ise kitap basılmıştı. Özetle bir sunumdan bir kitaba evrilen hummalı bir çalışmadan söz edebiliriz sanırım.

İkinci eksen başlığında bahsetmek istediğim şey, tarihte büyük ve total anlatılara hiç inanmam. Total anlatılarda hemen hemen her kurum tarihi bugünden geriye giderek inşa edilir. Böylece karşımıza ilk gününden itibaren şan ve zafer elde etmek için yola koyulmuş kurumların tarihi çıkar. Oysa bu tarihçilik anlayışı, temelde anakroniktir. Çünkü her dönem farklı dinamikler içerir ve bir kurumun tarihini en iyi anlatmanın yolu o büyük tarihi küçük dönemlere ayırmaktır. Akademik tarihçilik bunu gerektirir. Hedefim buydu denilebilir.

Kitap tarih yazımında da bir rekabet başlatır mı? Diğer kulüplerin tarihleri ile ilgili benzer çalışmalar beklemeli miyiz?

Aslında bu çok güzel bir soru. Bu soruya “keşke” şeklinde yanıt vermek isterim. Ama gerçekçi olmak gerekirse, bu tür çalışmaları beklememek sanırım en doğrusu. Bunun iki nedeni var. İlki Galatasaray Spor Kulübü’nün en eski rakiplerinin kuruluş tarihçelerini yetkin ve akademik bir zihniyetle yazabilmek için kaynak sayısı oldukça sınırlı. Hatta hiç yok diyebiliriz. Dolayısıyla Kuruluş tarzında bir tarihçe yazmak diğer kulüpler için pek kolay görünmüyor bugün elimizdeki belgeler eşliğinde.

Diğer taraftan yeni kaynaklar bulmak her ne kadar kolay olmasa da tarih araştırmacılarının önünde yeni fırsat pencereleri var aslında. Bu da mevcut kaynakları başka bir paradigmayla ele almak. Ben naçizane bunu, Galatasaray’ın kuruluşunu kaleme alırken uygulamaya çalıştım. Bu fırsat penceresinin sürekli açık kalması gerçekte sürekli soru sormaya bağlı. Yani, kulüp tarihçesi hakkında objektif ve eleştirel bir tutuma sahip olmak gerekiyor. Temelde üç büyükler dediğimiz camiaların içinde bulunanlar bu objektiflikten ve eleştirellikten oldukça uzaklar. Çünkü onlar hem gerçekte ne oldu sorusunun peşinde değiller. Hem de çoğunlukla kulüp tarihçeleri içindeki efsanelere karşı savaşacak zihinsel donanıma sahip değiller.

Örnek vermem gerekirse Fenerbahçe’nin kuruluşu hakkında akademik bir çalışmanın yapılması için öncelikle mevcut anlatının kritik bir gözle ele alınması gerekiyor. Bunun da yolu Rüştü Dağlaroğlu’nun kaleme aldığı Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi 1907-1957 başlıklı kitabı ciddi manada kritik etmekten geçiyor. Ancak yola, “Kadıköy’deki gençler Fenerbahçe’den önce Black Stocking FC, ardından Kadıköy FC üzerinden bir Türk kulübü kurmaya teşebbüs etmişlerdi” cümlesiyle başlanınca, bu cümlenin üzerine akademik bir tarih inşa etmek mümkün olmaz.

Futbol ve futbol kulüplerinin gelişimi Avrupa’da daha çok sınıf eksenli; örneğin işçi sınıfının bugün bildiğimiz anlamdaki futbolun gelişiminde büyük rolü var. Hatta kabaca elit maviler, emekçi kırmızılara karşı şeklinde süregelen bir rekabet var. Türkiye’de de tarihsel olarak siyasi ve ideolojik bir yanı hep olageldi futbolun; devlet ve egemen siyasete yakınlık/uzaklık ve milliyetçiliğin etkisi gibi. Futbolun hem genel anlamda hem de Osmanlı ve Türkiye’deki gelişiminde bu sınıfsal ve ideolojik karakterinden bahsedebilir misiniz?

Aslında bahsedebiliriz rahatlıkla. Ancak ilk planda birkaç eleme yapmak gerekiyor. Öncelikle Galatasaray ve Fenerbahçe kuruluş itibariyle benzer bir öyküye sahipler. En belirgin ortak noktaları kuruluş süreçlerinin sivil olması. Ortak bir diğer noktaları da ilk kurucularının Osmanlı’nın yönetici sınıfına mensup üst düzey bürokratların ve ticaret zümresinin çocukları olması. Bu açıdan belirgin bir farklılık görülmez bu iki kulüp arasında, en azından kuruluş düzeyinde. Bunu biraz açacak olursam; dikey kesitten baktığımızda, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin kurucuları arasında mensup oldukları sosyal sınıf açısından pek fark görmeyiz. Buna karşın yatay düzlemde Galatasaray’la Fenerbahçe’nin kurucuları arasında belirgin bir fark vardır. Galatasaray kulüp yapısında Osmanlı kozmopolitizmini barındırırken, Fenerbahçe etnik bakımından daha homojen bir kompozisyona sahiptir. Başka bir deyişle, Galatasaray’ın kuruluşunda Mekteb-i Sultani’deki kozmopolitist yapıyı oluşturan neredeyse tüm milletlerden çocukları aynı kulüp yapısı içinde görürüz: Türk, Arnavut, Kürt, Bulgar, Karadağlı, Çerkes, Ermeni, vb. Buna karşın Fenerbahçe çok etnili bir yapı arz etmez. Kurucuların hepsi Müslüman-Türk zümresine mensuptur.

Beşiktaş’a gelince; Beşiktaş’ın kuruluşu sivil inisiyatife değil, açık biçimde devlet yöneticilerinin işaretine dayanır. Buradaki temel fark, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin yönetici sınıfın çocuklarınca ebeveynlerinin ve “büyüklerinin” görüşüne dayanmadan kurulmasıyken, Beşiktaş’ta kurucu unsur yönetici sınıfın çocukları değil, bizzat yönetici sınıfın kendisidir. Beşiktaş’ın kuruluşunda direktif söz konusudur. Diğer taraftan Beşiktaş’ın kurucularının çoğunun Çerkes etnisine mensup olduğunu görüyoruz.

İkinci olarak Osmanlı’da sınıfsal bir yapıdan söz ederken bunun klasik Marksist teori çerçevesinde işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki uzlaşmaz çelişkilere yaslanması gerekmiyor. Bunu söylerken özellikle Osmanlı’nın Müslüman-Türk zümresinde 20. yüzyılın hemen başında gelişmiş bir kapitalizmin ürünü olan sınıfsal yapılanmalara rastlamadığımızı unutmamak gerekiyor. Söz konusu durumu İngiltere’yle karşılaştırırsak daha iyi anlayabiliriz. İngiltere’de de futbol Osmanlı’ya benzer biçimde elit bir sınıfın vakit geçirme eylemi şeklinde başlamıştı. Ancak 1880’lere gelindiğinde işçi sınıfına yaslanan kulüp yapılanmasının giderek yayıldığını görüyoruz İngiltere’de. Özellikle izin yasalarının gelişmesiyle işçi sınıfının kendine ait zaman diliminin ortaya çıkması futbolun gelişmesine çok yardımcı oldu. İzin yasaları derken cumartesi günlerinin yarısının tatil ilan edilmesini kastediyoruz. Bu hem işçilerin kulüpler üzerinden bir kimlik edinmesi, hem de futbolun cumartesi günü öğleden sonrası için iyi bir zaman geçirme fırsatı sunması açısından önemli. Bu sayede 1900’lü yılların başlarında FA Kupası finalini 100 bini aşkın insanın seyrettiğini biliyoruz. Osmanlı’da ise kapitalizme yaslanan gelişkin bir sanayinin olmaması futbolun başka kanallardan popülerleşmesini sağladı. Bu kanalların başında ise milliyetçilik geliyor.

1900’lerin başında Galatasaray’ın kuruluşu ile Osmanlı modernleşmesi arasındaki ilişkiden devam edersek; bu bağlamda, kulübün kuruluşu ve devam edebilmesi hangi koşullarda gerçekleşti, neden önemli?

20. yüzyılın başında Müslüman-Türk zümre İngilizlerin hâkimiyetindeki futbola en uzak duran kesimi oluşturuyordu Osmanlı’da. Bunun temelde iki nedeni var. İlki dinsel inanış futbola iyi gözle bakmayı oldukça zorlaştırıyordu. Burada Kerbela vakasını hatırlamalıyız. İkinci olarak da Müslüman-Türk zümresinin gözünde futbol “gâvurların” kendi aralarında icra ettikleri bir faaliyetti. Ayrıca işin içinde İngilizler olduğu için hafiye takibini de beraberinde getiren bir faaliyetti.

Bu nedenlerle Müslüman-Türk zümre içinde futbola meraklı olanların sayısı neredeyse beş-altı kişiyle sınırlı kalmıştı 1900’ün ilk yıllarında. Bu açmazı yenebilen ilk kulüp Mekteb-i Sultani’ye yaslanan Galatasaray oldu. Mekteb-i Sultani okul duvarların arkasında mahrem bir yaşama sahip olduğu için burada okuyan çocuklar dinsel taassubun yarattığı mahalle baskısına maruz kalmadan futbol oynayabildiler. Bunun dışında jimnastik mektep talebesinin zorunlu olarak girdiği ve geçmek zorunda olduğu bir dersti. Bu nedenle de fiziksel anlamda iyi bir altyapıya sahiptiler. Galatasaray’ın ilk kuranların mektepteki jimnastikçi ve bisikletçilerden oluşması bu anlamda tesadüf değildir.

Burada son olarak Mekteb-i Sultani talebesinin moderniteye açık olması ve futbolu da bir modernite etkinliği olarak etiketlemesi üzerinde durmalıyız. Moderniteye açık olmak derken Mekteb-i Sultani talebesinin okuldaki eğitim nedeniyle batılı bir zihniyete yakın, hatta sahip olmasını kastediyoruz. Bu açıdan futbol mektepliler için, acaba biz de yapabilir miyizden öte, bunu biz de yaparız projesiydi.

Tüm bu faktörler üst üste gelince Galatasaray’ın kuruluşu mümkün oldu. Tahmin edilebileceği gibi Fenerbahçe arkasında Mekteb-i Sultani gibi bir kurum bulunmadığı için oldukça zahmetli bir kuruluş süreci yaşadı. Ve kurucu kadro bu nedenle kısa bir süre içinde hızla değişmek zorunda kaldı.

Kitapta Galatasaray ve Türkiye spor tarihi ile ilgili yeni bilgilerin yanında, yaygın olarak doğru kabul edilen ve neredeyse mitleşmiş birçok anlatı da belgelerle yeniden inşa ediliyor. Örneğin mektepte oynanan futbolun ilk dönemlerde daha çok rugby’ye yakın olduğu ve hatta Galatasaray’ı kurma fikrinin doğduğu Mekteb-i Sultani’deki toplantının 1905’te değil 1904’te gerçekleştiği gibi yeni bilgiler var. Ya da sıkça tekrarlanan Osmanlı’da Müslümanların futbol oynamasının yasak olduğu anlatısının yanlış olduğunu ortaya koyuyorsunuz. Ulaştığınız belli başlı yeni bilgi ve belgeler neler oldu?

Öncelikle bu çalışma için bugüne kadar pek bilinmeyen iki kurucunun anısına ulaştım. Bu anılar kuruluş tarihçesi için belirli bir perspektif sağlamış oldu. Onun dışında yine bugüne kadar bilinmeyen -hatta kulüp kurucularının da bilmediği- bazı gazete haberlerine ulaşmak fırsatı da buldum. Onun dışında Mekteb-i Sultani’de her yıl dağıtılan mükâfat tevzi cetvellerini de çalışmada yaygın olarak kullandım. Bu sayede hangi öğrencinin hangi yıl hangi sınıfta olduğu, hatta kimlerin hangi teneffüse beraber çıktıkları tartışılmaz bir kesinlikte ortaya çıktı.

Ayrıca çalışma sırasında daha önce bilinen, ama pek önemsenmeyen dönemsel kaynaklara daha fazla önem verdim. Aradan uzun süre geçtikten sonra yazılmış hatıralara ise daha eleştirel yaklaştım. Ve en nihayetinde hemen hemen her olguyu birden fazla kaynakla teyit ettikten sonra kullanmaya gayret ettim.

Kitap tam da 1908 Devrimi öncesi ve Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın kuruluşu öncesinde bitiyor; bununla birlikte sonraki yıllara dair kısa anlatılarınızda dahi örneğin Fenerbahçe’nin kuruluşuna dair çok önemli ve pek de dillendirilmeyen bilgi ve belgeler var. Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın ilk yılları, Galatasaray’ın kuruluşu ile farklılıkları ve aralarındaki rekabetin ilk dönemlerini nasıl tanımlarsınız?

Denildiği gibi kitapta Fenerbahçe’nin kuruluşunu tam olarak anlatmamakla birlikte bu süreç hakkında da bilgiler mevcut. Zaten kitabın temel tezi olan, 1905’te nasıl oldu da birkaç genç bir futbol kulübü kurabildiler sorusunu Galatasaray örneği üzerinden yanıtlarken bunun ne kadar zor bir iş olduğunu Fenerbahçe örneği üzerinden anlatmaya çalıştım. Çünkü bilindiği gibi Galatasaray 1905 sonbaharında kuruldu. Kuruluşundan bir yıl sonra Galatasaray’ı İstanbul Futbol Ligi’nde görüyoruz. Buna karşın Fenerbahçe Galatasaray’dan iki yıl sonra, 1907 baharında kurulmasına karşın 1907-1908 İstanbul Futbol Ligi’ne katılamadı. Fenerbahçe ertesi sezon da lige katılamadı. Fenerbahçe örneği de aslında 1905’te bir kulüp kurmanın oldukça zor bir iş olduğunu bize net biçimde gösteriyor.

Diğer taraftan çok dikkat çekmedi bugüne kadar, ama kitapta Beşiktaş’tan hiç bahsetmedim. Bunun nedeni ise Beşiktaş’ın futbol vadisine 1911 yılında, yani oldukça geç bir dönemde girmesi.

Galatasaray’ın kuruluş vizyonunda bir meydan okuma ve ilk resmi maçında dahi kitapta detaylarıyla anlattığınız bir protesto var. Bu karakteristik Güneşspor vakasından UEFA kupasının alınmasına, yeni stadın açılışındaki protestolardan ilk Twitter yasağının kulüp ve takım olarak protesto edilmesine dek farklı dönemlerde farklı biçimler alarak devam ediyor. Bugün de siyasi bir proje olarak büyük destekler alan Başakşehir kulübü ile iki sezondur sahada ve saha dışında bir rekabet var. Kulübün bu kimliği nereden geliyor? Ve bugünden bakınca bu karakteristiğini muhafaza edebilecek gibi mi?

Güzel soru. Buna verilebilecek en doğru yanıt Galatasaray’ın sivil iradeyle kurulması olacaktır. Yani tabandan gelen bir iradeden söz ediyoruz temelde. Bu irade ilerleyen zaman içinde siyasetle temasa geçmiştir, ama sivil özelliğini her zaman korumayı başarmıştır. Aynı şeyi kısmen Fenerbahçe için de söyleyebiliriz. Bilindiği gibi Fenerbahçe de alttan gelen bir sivil iradeyle kuruldu. Ama bu atılım Müslüman-Türk zümresindeki futbolcu sayısının yetersizliği nedeniyle amacına ulaşamadı. Bu nedenle Fenerbahçe 1911 sonrasında yeniden yapılanma gereği hissetti ve bu yeniden yapılanmada ağırlık merkezi sivil iradeden siyasete kaydı. Fenerbahçe’de söz konusu olan bu yeniden yapılanmayı İttihatçılar gerçekleştirdi. Bu da kulüple siyaset arasında her zaman söz konusu olan simbiyotik bir ilişki doğurdu. Galatasaray’la Fenerbahçe’nin en temel farkı bu.

Galatasaray bu yapısını, zaman zaman siyasetle oldukça yakın olmasına rağmen sürdürmeyi başardı. Galatasaray diğer kulüplerden kendini farklı kılan bu özelliğini aslında çok basit olarak bir kuruma, Galatasaray Lisesi’ne sahip. Her ne kadar milli eğitime de bağlı olsa, Galatasaray Lisesi’nin öğrenci yapısı oldukça ayrıksı bir karaktere sahip ve bu yapı üzerinde herhangi bir iktidar bugüne dek tahakkümünü tam olarak tesis edemedi. Unutulmaması gerekiyor ki Mekteb-i Sultani, devr-i Hamidiye de bile, yani II. Abdülhamit istibdadında bile öğrenci boykotunun yapılmış olduğu bir mektep. Ben bu karakterinin kolay kolay değişeceğini tahmin etmiyorum kısa ve orta vadede.

 

Başakşehir demişken, yine kitabın kısa bilgiler verdiği 1907 sonrası dönemlerde yaşanan Altınordu ve Güneşspor vakaları var. Bu girişimler de çok bilinmiyor; biraz bilgi verebilir misiniz? Ve bugün Başakşehir kulübü ile aralarındaki benzerlik ve farklılıklar neler? Daha da genel anlamda, Başakşehir kulübünü “Türkiye’de futbolun erken çağı” penceresinden bakarsak nereye koyabiliriz?

Aslında II. Meşrutiyet sonrasında futbol giderek artan hızda siyasetin çekim sahasına girdi. 1914 yılına girdiğimizde kulüplerin Güneş Sistemi’ndeki gezegenler gibi Güneş’in etrafında yörüngeye girdiğini görüyoruz. Bu kulüpler içinde en dikkat çeken Altunordu’ydu. İttihatçılarla organik bir bağı vardı. Bu kulüp mütareke döneminde İttihatspor adını aldı. Cumhuriyet döneminde ise kapanmak zorunda kaldı. Malına mülküne el konuldu. Kapanma sürecinin İzmir suikastıyla yakın bir ilgisi var

Cumhuriyet döneminde yine bütün kulüplerin iktidarla bir teması vardı. Ama bu sistem içinde iktidara en yakın konumdaki kulüp Güneşspor oldu. Yani Osmanlı dönemindeki Altunordu / İttihatspor, Cumhuriyet döneminde yerini Güneşspor’a bıraktı. Güneşspor 1933’te doğrudan iktidar tarafından kuruldu. Bir proje kulübüydü. Proje ise modernizm temelli toplumu değiştirme projesiydi. Güneşspor bu çerçevede spor kulübü olmanın ötesinde bazı aksiyonlara da kalkıştı. Örneğin çocuklara ve kadınlara yönelik filmler yaptı.

Ancak bilindiği gibi Güneşspor Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden hemen önce kendini feshetti. Çünkü 10 Kasım 1938 sonrasında kapatılmak kaderi onu bekliyordu. Kapatılmamak için kendi kendini feshetti.

Bugün de Başakşehir bir proje takımı. İktidarın bir projesi. Bu da bizzat iktidarın bir numaralı sözcüsü tarafından aleni biçimde dillendirildi geçenlerde. Ancak Başakşehir’e bakınca bir toplumsal proje görmüyoruz Güneşspor örneğindeki gibi. Mesela Mustafa Kemal Atatürk Güneşspor lokalinde Fuat Köprülü’yle dil konusunda tartışma yapabiliyordu. Başakşehir için bunu söylemek pek mümkün değil. Başakşehir bu anlamda, taraftarı olmasın, ama iktidarın olsun amacıyla kurulmuş izlenimi veriyor. Burada aslında bir teklifsizlik ve zorla dayatma da söz konusu. Ya da şöyle diyelim; bugün Başakşehir en az iktidar kadar groteks ve teklifsiz. Duruşu ve faaliyetleri bir trol zihniyetinin eseri gibi.

[1] Melih Şabanoğlu, Kuruluş: Mektebi Sultani’den Galatasaray Spor Kulübü’ne Türkiye’de Futbolun Erken Çağı (1904-1907), (Vakıfbank Kültür Yayınları: İstanbul, 2018), 302.

[2] Mekteb-i Sultani ile organik bağı olan ve ömrü bir maç süren “Black Stocking” (Siyah Çoraplılar) ve ardından Mekteb-i Sultani’de kurulan Galatasaray kulüpleri ilk Türk kulüpleri olarak İngiliz, Rum ve Ermeni futbol kulüplerinden ayrılır. (Belli başlı diğer kulüpler: Constantinapole Football Club, Moda F.C., Cadi-keuy F.C., Elpis F.C., Baltalimanı F.C., HMS Imogene F.C).

[3] Şabanoğlu, Kuruluş, 108, 181: Örneğin Ali Sami Yen dönemin ünlü aydınlarından Şemsettin Sami’nin oğlu iken, Bekir Bircan mektebin odacılarından Mahmet Ağa’nın oğlu, Emin Bülent Serdaroğlu Osmanlı ordusunun Kırım Savaşı komutanı Ömer Lütfi Paşa’nın torunu, “Celal ise yazı öğretmeni Kürt Ahmet Efendi’nin küçük kardeşiydi.” Yine ilk futbolcular arasında Setrak Ermeni, Steryo Rum, Tullis Apostologo Makedonya Ulahı, Boris Nikolov Bulgar, Milo ve Pavle Bakic Karadağlı ve Muttalib Endonezyalı idi.

[4] Şabanoglu, Kurtuluş, 260.

Aras Coşkuntuncel
diğer yazıları