yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

UZAK YILDIZ/ 1 / İKİNCİ ROMAN, VE DİĞER KUTSAL ŞEYLER

OĞUZHAN YEŞİLTUNA

Size de aynısı olur mu bilmem, ancak sıkı bir ilk roman okuduğum her seferde –özellikle de yerli bir metinse okuduğum– içimde bir istek ve bu istekle ilgili olduğunu söyleyebileceğim bir soru uyanır: İlki metni yeniden okuma yönünde duyduğum arzudur. İkincisi ise yazarın gelecek metninin okur zihnime yerleştirdiği çıtayı daha ileriye taşıyıp taşıyamayacağıdır (özellikle yerli yazarların birkaç metinden sonra yazdığı her şeyin aynılaştığını tecrübe etmek azıcık dikkatli bir okur için hazin ve alışıldıktır). Bu istek ve soruyu şımarıkça bulanlar olabilecektir ki tamamen haksız olduklarını söyleyemem. Yazarının günlerini ve belki de tüm birikimini içine koyduğu metni saatler içinde okuyup, sırada neyin olduğunu merak etmek gerçekten de yersizdir. Ancak yazmak istediğimiz metinleri nadiren okuruz. Ayrıca belirtmem gerek ki ilk romanlara verilen dikkate rağmen bir romancının en önemli metni ikinci (ve belki de sonraki) romanıdır. Zira o çok iyi ilk romanın şans eseri olması hayli muhtemeldir:

  • Yazarın elinde çok iyi ancak tek atımlık bir hikâye vardır.
  • İlk roman o kadar iyidir ki yazar metnin aldığı övgüler ve yükselen beklenti yüzünden tıkanır.
  • Yazar metni şair sevgilisinin yardımıyla yazmıştır ancak ilk roman çıkar çıkmaz ayrılmışlardır.
  • İkinci romanı engelleyen diğer haller.

Oysa ilkini takip eden roman, yazarının çizmekte olduğu yol hakkında önemli ipuçları barındırır. Elbette bu yol kendini tekrara düşmeyerek ve kendine ait bir dil oluşturarak yürünür. İkiye Bölünen Vikont, Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi, Amerika’da Alabalık Avı, Günlerin Köpüğü, Yüzyıllık Yalnızlık, Gölgesizler, Fikrimin İnce Gülü ve Sessiz Ev’e baktığımızda tümünün yazarlarının ikinci romanlarıdır. Andığım metinlerin her birinin, yaratıcılarının yazarlığında tuttuğu yerler tesadüf olmasa gerek.

İkinci romanların ulviliğine ilişkin bu düşünceleri canlandıran Ve Diğer Kutsal Şeyler oldu. Selim Bektaş’ın ikinci romanı. 2015’te yayımlanan Muz Beyazı’nda Bektaş bizi iktidarın hayal gücüne el uzattığı distopik bir evrene götürmüştü. Belediyenin ve tapınağın birçok şeye ek olarak rüya görmeyi de yasakladığı ve yasakla bir yere varılamayacağını anlayınca rüya satış yetkisini Sarpa Salpa Limited isimli bir şirkete devrettiği şehirde, morg çalışanı anlatıcı Mehmet Peru ile rüya görmeyi mümkün kılan makinenin mucidi Vladimir Vian’ın yolları kesişmişti. Ölüler, üzümlü kekler, mayonez ve düşlerle dolu alaycı ve karanlık bir ilk roman olan Muz Beyazı, Brautigan’dan Bonnie ve Clyde’a, Nabokov’dan Vian’a selam çakıyor ve okurda, yazının başında bahsini ettiğim isteği ve soruyu uyandırıyordu.

Beş yıl öncesinin metninde yer alan, rüya görmeyi yasaklayan ve akabinde bunu bir rant malzemesine dönüştüren kurgusal bir iktidar, aşırı ama geldiğimiz noktada görsek ne yazık ki şaşırmayacağımız bir tasavvur. Tam burada Philip Roth’un Amerika gerçekliğini kastettiği cümlesini yerlileştirerek aktarırsak, Türkiye gerçekliği öyle bir hal aldı ki insan neredeyse kendi hayal gücünün zayıflığından utanıyor.[1]

Ve Diğer Kutsal Şeyler’e dönecek olursak, Bektaş’ın bir kutsal kitap etrafında dönen bir hikâye anlattığını görüyoruz. İşsiz bir mühendis ve kitabını bir türlü yazamayan bir yazar olan Veysel Zebub’a Şey isimli kutsal kitabın son bölümünü yazması için açık çek sunuluyor. 1902’de İngiltere’de yazılmaya başlanan Şey, tekerlek, pusula, buhar makinesi ve trenler gibi makineleri kutsayan metinlerden oluşan bir kitap. Bölümleri, aradan geçen zamanda birçok yazarca türlü zorluklar içinde yazılmışsa da son bölümü eksik. Zebub’un teklifi kabulü halinde Şey’i Yakup Aziz Bey’den teslim alması ve kitabın son bölümünü tren yolculuğunda tamamlaması gerekiyor. Ve Diğer Kutsal Şeyler’in macerası da bu tren yolculuğu ile başlıyor. Veysel Zebub’a arkadaşları Bilge ve Sofya ile halkla ilişkiler uzmanı Havva Hanım ve ilahiyat profesörü Galip Tabak eşlik ediyor. Çıktıkları yolculukta son istasyon diye bir şey yok, yolun sonunda ışık yok ve rayların altında çiçek yok. Bulutlar, hesaplar, ilişkiler ve işaretler var. Veysel Zebub, Selim Bektaş’ın alternatif benliği mi? İkisinin de mühendislik eğitimi alması, bir zamanlar rüyaların yasaklandığı bir şehirde bir rüya makinesinin yapılmasına ilişkin bir anlatıyı düşlemesi ve güvercinlerden korkması birer tesadüfse, olmayabilir.

Ve Diğer Kutsal Şeyler, Muz Beyazı ile tanıdığımız Bektaş’ın edebiyatı hakkında bazı çıkarımlar yapmamıza da fırsat veriyor. Öyle ki oyun, rüya ve makine iki metinde de başat kavramlar olarak karşımıza çıkıyor. Muz Beyazı’nda rüyaların yasaklandığı şehirde rüya görmeyi mümkün kılan “Radyorüya” makinesine karşılık Ve Diğer Kutsal Şeyler’de makineleri kutsayan bir kitap olayların merkezinde yer alıyor. Makinelerle bağlantılı olarak çizimler, diyagramlar, denklemler iki anlatının içinde de kendine yer buluyor. Bektaş, karakterlerine seçenekler, kombinasyonlar, bulmacalar ve bilumum oyunlar ürettirerek anlatı mühendisliği yapıyor. Karakterler oyuna ilişkin arzularını da açığa vurmayı seviyor:

Rüyanın bittiğini anlıyorum ama oyun oynamanın verdiği zevk asla bitmiyor.[2]

Sadece kendi rüyalarımla değil, başkalarının rüyalarıyla da oynayacaktım.[3]

Oyun mu oynasak?[4]

Oyunla da kutlayabilirdik.[5]

Nitekim ilk romanın anlatıcısı Mehmet Peru gibi Veysel Zebub da bir görev/oyun için “seçilmiş” kişi. Seçen kişiler olduğunu söyleyebileceğimiz Vladimir Vian ve Zerbent Deveci’yi ise absürt emeller peşinde koşan oyun kurucular olmaları birleştiriyor.

Tüm bu ortaklıklar –metinleri okumamış birinin zihninde Bektaş’ın kendini tekrar ettiği izlenimini uyandırma tehlikesi taşısa da– esasında yazarın zihnindekilerin Ve Diğer Kutsal Şeyler ile süreklilik kazandığına işaret ediyor. İki metnin iki farklı hikâyeyi yazarın kendisine ait olduğunu söyleyebileceğimiz bir biçimde aktarması da Bektaş’ın kendi üslubuna doğru izlediği güzergahı gösteriyor. Rüyanın bitiminin değil kendisinin yüceltildiği bir güzergâh bu. Dolayısıyla da sonraki durağı merak ettiriyor.

Bir yerlerde Türkçe edebiyatın muzip damarını konu edinen “kutsal” bir kitap varsa şayet, Selim Bektaş günümüze ait bölümü yazmakla görevlendirilenlerden biri olarak öne çıkıyor. Gerçekliğin hayal gücümüzü utandırdığı günlerin ertesi için umut yeşertiyor. Peki bir dinin yayılması için kaç kitap gerekiyor?

[1] ROTH Philip, “Writing American Fiction”, Commentary, 1961’den aktaran KAKUTANI Michiko, Hakikatin Ölümü, İstanbul: Doğan Kitap, 2018, s. 53.

[2] BEKTAŞ Selim, Muz Beyazı, İstanbul: İthaki, 2015, s. 182.

[3] BEKTAŞ Selim, Muz Beyazı, İstanbul: İthaki, 2015, s. 51.

[4] BEKTAŞ Selim, Ve Diğer Kutsal Şeyler, İstanbul: Can, 2020, s. 79.

[5] BEKTAŞ Selim, Ve Diğer Kutsal Şeyler, İstanbul: Can, 2020, s. 128.

diğer yazıları