Facebook’un araştırma laboratuvarlarından birinde birbirleriyle pazarlık yapmak için geliştirilen iki yapay zekânın insanların anlamadığı bir şekilde karşılıklı konuşmaya başlamasının ardından her iki yapay zekânın da fişi çekildi. Tam iki yapay zekânın kendi aralarında sohbet etmelerinin şokunu yaşıyorduk ki Çin kökenli iki chatbotun Amerika sevdalısı cümleler kurmaları nedeni ile fişlerinin çekildiği haberi geldi. Şimdilik fişlerini çekmek suretiyle kendilerinden kurtulabildiğimiz yapay zekâlar konusunda teknoloji kamuoyu ikiye ayrılmış durumda:
Bir grup yapay zekâları insan uygarlığını yok edebilecek tehlikelerden biri olarak görürken diğer grup mevzuya şimdilik iyimser yaklaşıyor. Yapay zekânın bugünlere nereden, nasıl geldiğinin hikâyesi nereye gidebileceği sorusuna da belirli ölçekte ışık tutacaktır.
İlk yapay zekâlar antik çağlarda insanların hayallerinde doğdu. Ateş Tanrısı demirci Hephaistos’un altından yapılma hizmetkârlarından, Daedalus’un civa yardımı ile ses kazandırdığı heykellerine pek çok antik Yunan miti insanın bir şeylere zekâ kazandırmaya olan özlemini yansıtır. Bu özlem mitlerle sınırlı kalmayıp türlü abartmalarla tarihin dokusunda da yerini bulmayı başarmış. İlk buhar makinelerinden birinin de mucidi olan İskenderiyeli Heron’un tümüyle mekanik kuklalara sahip bir tiyatro oyunu sergilediğini, rüzgâr gücüyle çalışan otomatik bir müzik enstrümanı yaptığını ve çeşitli otomatlar ürettiğini biliyoruz.
Otomat önceden planlanmış bir iş dizisini kendi kendine tekrarlı olarak yapan, zaman zaman çeşitli girdilere farklı tepkiler verebilecek şekilde tasarlanmış makinelere verilen genel ad. Bu makineler bazen tasarımlarının da etkisiyle gözlemcide kendi kendilerine çalıştıkları izlenimi yaratabilecek kadar detaylı olabiliyordu. Bilim kurgu yazarı Arthur C. Clarke,
“Yeterince gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez.” der. Varın ortalama 1. yüzyıl insanının Heron ve otomatlarını nasıl gördüğünü siz düşünün. Elde otomatların ötesine geçecek teknik olanak olmadığından yapay zekâ konusunda yüzlerce yıl boyunca otomatlar hakimiyetini sürdürdü.
Mekanik yılan ve akrepler
Simyacı Cabir bin Hayyan’ın mekanik yılan ve akreplerinden, Cezeri’nin mey dolduran otomatına her biri birbirinden farklı envai çeşit otomat tasarlandı. Tarihsel gerçeklik ile efsaneler ve abartılı anlatımlar iç içe geçtiğinden günümüze ulaşamayan otomatların hangileri gerçekti, hangileri sahtekârlık hangileri bir hayaldi bilmenin mümkünatı yok. Sahte olduğunu kesin olarak bildiğimiz otomatlardan biri olan Mekanik Türk, Avusturya İmparatoriçesi Maria Therasa için Wolfgang von Kempelen tarafından inşa edildi. Mekanik Türk’ün satranç oynayabildiği iddia ediliyordu. 84 yıl boyunca Avrupa ve Amerika’da yaptığı gösteri maçlarının çoğunu kazanmayı başaran Mekanik Türk’ün mekanizması hakkında pek çok teori üretildi. Ancak gerçeklik üretilen teorilerin tümünden daha basitti: otomatın içinde bir satranç ustası saklanıyor ve oyunu o oynuyordu. Yapay zekâ tartışmasının otomatlar ve sahtekarlıklardan çıkıp başka bir hatta girmesi ancak 19. yüzyılda iki kadının meseleye müdahalesi ile mümkün oldu. Mary Shelly, 1818’te
Frankenstein adlı romanını “Modern Prometheus”1 alt başlığı ile anonim olarak yayınladığında büyük olasılıkla yüzyıllara uzanacak bir etik tartışmasını başlattığının farkında değildi. Antik Yunan mitlerine göre ilk insanlar kimi kaynaklara göre Zeus’un emriyle kimi kaynaklara göre ise Zeus’tan öç almak için Prometheus tarafından yaratılmıştır. İnsanlara pek çok şeyi öğreten de Prometheus’dur.
Modern Prometheus
Prometheus’un ateşi insanlar için çalmasının ardından başına gelenleri hepimiz biliyoruz. “Modern Prometheus”umuz Doktor Viktor Frankenstein’ın laboratuvarında daha sonrasında Frankenstein’ın Canavarı2 olarak anılacak olan zekâ ve hislere sahip yaratığı yaratmasının ardından başına gelenler de Prometheus’un çektiği işkenceden aşağı kalmaz.
Kitabın bütün olaylar silsilesi içinde ise zaman zaman alttan alta zaman zaman ise okurun yüzüne karşı bağıra çağıra yapılan bir etik tartışması dönmektedir: Laboratuvarda yaratılan zeki bir canlıyı nereye koyacağız, nasıl ölçüp nasıl biçeceğiz?
Bu tartışmayı okurlara bırakıp biz ikinci kadın kahramanımıza geçelim: Lady Augusta Ada King, Lovelace Kontesi, yaygın bilinen adı ile Ada Lovelace, Babbage’ın Analitik Motor’unun3 ve genel olarak hesaplama makinelerinin potansiyelini ilk kavrayan, bu tip bir makine üzerinde çalıştırılabilecek ilk algoritmayı yazan, ilk programcı…
Analitik Motor
Ada, Luigi Menebra’nın Analitik Motor üzerine makalesini çevirirken düştüğü ve daha sonrasında makalenin kendisinden daha meşhur olacak notlarında şöyle diyordu: “
Analitik Motor, herhangi bir şeyi sıfırdan başlatamaz. Sadece bizim ona yapma metodunu nasıl aktarabileceğimizi bildiğimiz şeyleri yapabilir. Bir analiz metodunu uygulayabilir ancak analitik bağlantıları ve gerçekleri öngörme gücüne sahip değildir.” Yapay zekânın mümkünlüğüne dair gelebilecek en sert itirazlardan biri. Oysa aynı notta bir kaç cümle ilerde şöyle devam ediyor Ada: “
Analiz formülleri ve gerçeklerin dağıtılması ve birleştirilmesi ile bunlar hızla ve kolayca motor ile uyumlu hale gelebilir, bilimin konu edindiği pek çok şeyin doğası ve bağıntıları yeni bir ışık altında görülüp derinlemesine incelenebilir.”
Ada’nın ilk öngörüsünde haklı çıkıp çıkmadığı hâlâ tartışmalı olsa da ikinci öngörüsünde haklı çıktığı kesin. Babage’ın Analitik Motor tasarımı ve Ada’nın derinlikli kavrayışı ile başlayan “Turing tam” hesaplama makinelerinin tarihi, yapay zekâ da dahil olmak üzere pek çok alanın yeni bir ışık altında derinlemesine incelenebilmesinin önünü açtı.
Makineler düşünebilir mi?
Yirminci yüzyılın ilk yarısı bittiğinde artık her şey hazırdı. Bertrand Russell ve Alfred Whitehead’in Principia Mathematica’sı matematiği kökünden değiştirmiş, Lambda Calculus icat edilmiş, oyun teorisi ve yapay sinir ağlarının temellerini oluşturacak makaleler yayınlanmıştı.
Geriye bütün bu bilgi ve birikimi karanlıkta bir araya getirip o tarihsel soruyu sormak kalıyordu: “Makineler düşünebilir mi?” Alan Turing’in 1950’de yayınladığı “Hesaplama Makineleri ve Zekâ” başlıklı makalesi bu cümle ile açılıyor.
Makale sorunun yeniden ve detaylı olarak tanımlanması ile başlayıp makinelerin düşünebilmesinin imkânsızlığını savunan tezlere verilen yanıtlarla devam ediyor ve gelecekte makinelerin pek çok işte insanlarla yarışacağı öngörüsüyle noktalanıyor.
Turing’in bu tarihsel makalesinden altı yıl sonra 1956’da “makinelerce simüle edilebilmesi için öğrenme ve zekânın diğer özelliklerinin hassas bir şekilde tanımlanması” amacıyla DartMouth Koleji’nde yapılan konferansta alanın adı yapay zekâ olarak tanımlanıyor. 56’daki konferanstan 90’lara gelene dek teknik ve teorik alanda pek çok gelişme olsa da dönemin bilgisayarlarının yetersiz işlem kapasitesi pratik uygulamaları olanaksız kılıyordu. Bilgisayarların işlem gücünün Moore Yasası’nın öngördüğü şekilde katlanarak artması ile bu sorun da aşıldı ve yapay zekânın insan karşısındaki zafer zinciri başladı.
Yapay zekâ satranç ve go’da yendi
1997’de Deep Blue Dünya Satranç Şampiyonu Garry Kasparov’u yendiğinde Kasparov, makinenin oyunu kazandıran hamleyi hesaplayamayacağını iddia etmiş ve IBM’i hile yapmakla suçlamıştı. Makinenin insanı yenebileceğine inanmakta zorlanan bir kesim ise “satrançtaki hamle sayısının sınırlı ve dolayısıyla hesaplanabilir olduğu, makinenin insanı go gibi evrendeki atom sayısından daha fazla olasılığa sahip bir oyunda asla yenemeyeceği” tezine sarılmıştı. Deep Blue’nun zaferinin ardından geçen yirmi yılda hem yapay zekâ alanındaki derin öğrenme gibi gelişmeler hem de bilgisayarların işlem gücündeki artış bu son kalelerden birinin de yıkılmasını sağladı: Google’ın AlphaGo’su, go’da dünyanın en iyilerinden sayılan Lee Sedol’ü 4-1’lik skorla perişan etti.
İnsanlık için tehdit mi?
Şimdilerde yapay zekâ, trafiği oldukça dertli şehirlerde bile taşıtları sorunsuzca yönetebiliyor. Cortana, Siri ve Google Now gibi sesli asistanlar cebimizde gezip sorularımızı yanıtlıyor. Bugüne dek “yapay zekâ şunu yapamaz, bunu yapamaz” diyenlerin hemen her cümlesi boşa düştü. Düşünsel ve duygusal süreçleri insan ile karşılaştırılabilecek, bilinç sahibi yapay zekâlar için belki de çok beklemeyiz. Önümüze çıkacak tüm yapay zekâların fişini çekmek bugünkü kadar kolay olmayabilir. Yapay zekâ insanlık için bir tehdit mi? Belki. Bunu önceden bilmenin olanağı yok. Yok etme senaryoları tartışmak isteyenin uzaklara gitmesine gerek yok, insanlık tarihi ortada. Yapay zekâ kıyameti beklemek yerine, insanların yapay zekâları kullanarak diğer insanları öldürmesini engelleyelim, yeter.
1 “Modern Prometheus” alt başlığı Frankenstein’ın güncel baskılarının ezici bir çoğunluğunda görmezden gelinmiş, bazı baskılarda ise sadece önsöz kısmında kendine yer bulabilmiştir.
2 Günümüzde Frankenstein’ın canavarı çoğunlukla yanlış bir şekilde sadece Frankenstein olarak anılmaktadır. Mary Shelly kitabında yaratığa herhangi bir isim vermemiştir.
3 Babbage’ın Analitik Makine’si tarihteki ilk mekanik “Turing tam” genel amaçlı bilgisayar tasarımıdır.