1-Şiirim ilk kez Varlık dergisinin 2014 Eylül sayısında yayımlandı. O gün ve bugün arasında şiir ortamı kıyası yapabileceğimi sanmıyorum; çünkü dört sene, böyle bir karşılaştırma için oldukça kısa bir zaman. “Tarih” olamayacak denli yakın bir tarih yani… Kaldı ki bizler şiir hayatının başında şairleriz. Bu türden kıyaslara kalkışmak için en az bir kuşağın değiştiğine şahitlik etmemiz lazım gelir önce. Değişimin doğasını değişimin içinden tanımamız gerekir.
2-Kim darılır, kim gücenir bilemem; ancak ben gelenekten yana değilim. Gelenek saplantısını milenyumun hızına, kırıklı yapısına, öncesiz ve sonrasızlığına uygun bulmuyorum. Sadece Türkçe edebiyatta değil dünya edebiyatlarında da geleneğe bakışım bu yönde. Geleneği bütünüyle yok saymaktan bahsetmiyorum; onu olduğu gibi, olduğu yerde, olduğu şekilde algılamaktan bahsediyorum. Geleneği yeniden üretme sevdasına kapılmamaktan… Bunun bir manası da getirisi de yok çünkü. Şiirimin kaynağıysa bugün… Bugün ne yaşanıyor, yaşanmış şeyler nasıl anılıyor, bu yaşananlar nasıl anlatılacak? Zamansallığı böyle “bugün” üzerinden kurmak lazım sanırım. Bugünün şairleri olarak bugünü bugüne uygun yazmayacaksak neden şiir yazalım?
3-Bu konuda biraz “bilmiş bilmiş” konuşacağım, mazur görülsün. Çünkü önce edebiyat, ardından da eleştiri üzerine eğitim aldım ve ihtisasım gereği bu türden bir yorum yapmaya epey yetkin hissediyorum kendimi: Türkiye’de edebiyat eleştirisi çok ilkel kalmış bir alan. Özellikle şiir eleştirisi… Eleştirmenlerin -yahut eleştirmen olmak isteyenlerin, Türkçe edebiyatın dışına çıkıp eleştirinin çağdaş örneklerini incelemeleri şart… Mevcut durumda nitelikli şiir eleştirisi yok denecek kadar az. Olanların bir kısmı geriye dönük eleştiriler, yani önceki kuşakların şiirleri hakkında incelemeler; kalanlardaysa durum vahim. Yeni çıkan şiir kitaplarına yönelik eleştiriler ya kitap tanıtım yazısına dönüyor ya da kişilerin birbirleri hakkında olumlu ya da olumsuz -fakat muhakkak şahsî ve öznel- görüşlerini “şiir eleştirisi” kisvesiyle dayatmalarıyla sonuçlanıyor. Bu yüzden hayır, dönemin şiiri veya şairlerini merkeze alan eleştirmenlerden ve dolayısıyla nitelikli eleştirilerden bahsetmek maalesef mümkün değil.
4-Ben temelde şair, öykücü, roman yazarı ayırmaksızın herkesi edebiyatçı olarak görüyorum. Bizim işimiz edebiyat: edebiyat eseri üretmek, bu kadar… Her düşüncenin, duygunun, durumun gereksindirdiği bir söylem biçimi var. Edebiyatçının yapacağı şey; anlatmak istediği şeyi, dilin imkânları dâhilinde, o anlatının doğasına uygun biçimde aktarmak. O yüzden şairlerin öykü yazmaya yönelmesine dair bir tespiti değerlendirmem tanımlarım itibariyle mümkün gözükmüyor. Neyi nasıl anlatması gerekiyorsa öyle anlatmalı edebiyatçı. Okur şiirden ziyade öyküyü tercih ediyorsa şayet, bu da aynı şekilde okurun hangi anlatıyı hangi araçla alımladığı ve alımlamayı tercih ettiğiyle alakalı bir durum olsa gerek. Yayıncılara gelirsek, onların eğilimleri de elbette okurun ilgisine paralel şekillenecektir; okur öykü istiyorsa, yayıncının öyküye ağırlık vermesi normaldir. Ancak okura ve yayıncılara dair söylediklerim bütünüyle akıl yürütme ürünü, gerçekte şiirden öyküye bir yöneliş olup olmadığına dair bir genelleme yapmam olanaksız. Bu konuda şahsen bir araştırmam yok. Başkasının araştırmasına da rastlamadım. Bu durumda kesin çizgilerle konuşmak yok yere ahkâm kesmek olur.