ALİ RIZA KARS
“yazdığım ne varsa her harfi birer birer çıkarın
geride kalan boşlukları haneme yazın
adresim sorulmazsa bilin ki yalnızım.”
Bir şiiri okumak için önce o şiirin dilini bulmak mı gerekir? Bir çocukla konuşurken zamana sakladığımız çocukluğumuzun dilini bulmak gerektiği gibi…
Dil yetisine özgü göstergelerin baltalandığı, dolaşımdan düşürüldüğü, birilerinin sözcükleri; banka boşaltmış babadan kalan miras gibi har vurup harman savurduğu ve şiirin azık çıkını kadar kolay çözülen anlam çıkınlarına sarılarak piyasaya sunulduğu yer ve zamandayız.
Üretilen ve simgesel anlamda yok edilmeyen her sesbirimin, soyut ölü bir dil kalıntısı olarak insanın ayaklarına değilse de diline dolaşacağı düşünülmeden, dilin bu denli savurgan kullanılması, onaylı veya onaysız şiir suretlerinin doğaya dönüşümü olmayan atık birikintilerini günden güne ortalıkta öbekleştirmekte, dilin kendi atıkları altında ezilmesini kaçınılmaz kılmaktadır.
Bir bakıma sözcüklerin de nesne ve malların sahip oldukları statüye sahip oldukları düşünüldüğünde, aslında dil yetisi bolluğu diye bir şeyin olmadığı; dil yetisinin kendi kendine benzeyerek değil kendinden koparak var olabildiği vurgusunun önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Levent Özbek’in Kimsesiz Şiirler kitabındaki “topraksız kaldın yine” başlıklı ilk şiirinin ilk dizelerini okuyunca, dil savurganlığına karşı bir duruşun ötesinde dil tasarrufuna gösterilen özen; aldı, bu satırları yazmaya götürdü beni…
Tüm ürettiklerini harf harf yok edebilmek; tüm ses birimlerinin simgesel anlamda yok edilebilmesi…
Şu iki şair tipine fazlasıyla aşinayız. Birincisi, megaloman bir edayla, ben dünyayı hem yıkar hem yeniden kurarım söylevini sahiplenenlerdir. İkincisi ise, paranoid kişilikle, dünyaya karşı gardını alan ancak düştüğü yerden attığı başarılıyım naralarına sığınanlardır. Bunlar, sahte kendiliklerin içsizliğinin, köksüzlüğünün, içten hissedemediklerini dışa sunmanın peşinde koşturup dururlarken, dergiler, antolojiler bu tür şairlerden geçilmezken, Kimsesiz Şiirler’le farklı bir şiir izleği ve farklı bir şair kimliği sunuyor Levent Özbek…
Levent Özbek’in şiirinden yansıyan, bireyin iç dünyasına yönelerek yalnızlığın yaratıcılığına varma; bireyleşmenin tüm kazanç ve sorumluluklarını kaybetmeden, çeşitliliği ve farklılığı artmış bir insanlık ailesinin parçasını oluşturma; değer olanın Ne’liğini sorgulamaya dayanmadır. Değerli olanla değersiz olanın ayrımı üzerine kurduğu çatışmalarla asıl olanın evrensel değerlerle donanmış insan olma gereğini vurgulamadır…
Hindistan’da A.R.A.W.LII adlı Akademinin çıkardığı “The Second Genesis” (İkinci Yaratılış) adlı antolojinin editörlüğünü de üstlenen Akademinin yöneticilerinden Anuraag Sharma’nın bir kurul tarafından büyük bir özenle seçilerek Antolojide yer verildiğini belirttiği dünyanın birçok ülkesinden altmışa yakın şairin şiirlerinin içinde Türkiye’nin büyük felsefecisi ve şairi sevgili Afşar Timuçin’in şiiri ve Matematikçi Doç.Dr. Sevgili Levent Özbek’in Life (Hayat) adlı şiirin yer alması evrensel değerlerle donanmış olmanın şiirdeki izlerini sürdürmektedir…
Şairin şiirinden yansıyan, bireyleşmenin tüm kazanç ve sorumluluklarını kaybetmeden, çeşitliliği ve farklılığı artmış bir insanlık ailesinin parçasını oluşturmaktadır derken; aynı sözcükleri hayvanlar ve doğa için de yan yana getirmek gerekmektedir; çeşitliliği ve farklılığı artmış hayvanlar ailesinin de bir parçasını oluşturmaktadır… Bu nedenledir ki, yarısı kırlangıç, çoğu güvercin deme gereğini duydum sevgili matematikçi şairimiz için…
Levent Özbek’in şiirinde gizli içerikler aramak veya açık içerikler üzerinde durmak gibi bir amacım yok. Sadece dizelerde gezinmek istiyorum ama yine de kendimce anlamlandırmaktan, bende yarattığı çağrışımlardan söz etmekten kendimi yasaklamak istemiyorum.
Eco’nun; “Hiçbir zaman kendine yazılmaz. Alışveriş listesi hariç!” önermesini benimsiyorum. Yani yazılmışsa okur, söylenmişse dinleyen içindir. Söz konusu olan metin ise; okumak metnin yapılanışındaki temel unsurdur düşüncesiyle Levent Özbek’in Kimsesiz Şiirler’ini bir daha okuyorum…
“topraksız kaldın yine” başlıklı şiirinde; “mezar taşım bir güvercinin kanadında kalsın” dileğinde bulunuyor Levent Özbek. Şiirlerini okumaya devam ettikçe bu dileğin şiirlerinin sesine dönüştüğünü düşünüyorum, şiirlerinin kanat çırpışlarına…
Bu dilek şairin kimliğidir bir bakıma, asla terk edemeyeceği kimliği; arzularının imleyenidir…
Bu dilekte kendini ötekinde tasarlamakta şair, güvercinin kanatlarında imgesel bir kimliğe bürünmektedir… Ancak farkındadır ötekinin kanatlarına göre kendini konumlandırmanın kendisini sürekli değişim haline sokacağının… Bu farkındalıkla varoluşunu belirleyen simgesel kimliğine döner.
“portakal çiçekleri toplarsın
nergisler, karanfiller
sarılırsın düşlerine
son bir rüya görmek istersin
avuçlarında alınteri”
Bir Kuşistan mimarıdır Levent Özbek, Kimsesiz Şiirler’le yolculuğa başladığımızda, yolunuz, Şair’in kuş kanatlarına dize dize ördüğü hüzün vadisi prensi kuşçuların ve hüzün vadisi prensesi kuşların diyarından geçecektir. Kartal açınca kanatlarını kayalıkların tepesinde çelik gibi görünen taşlar dağılıverecek; güneşin arkasından gülen mor ağaç size hangi kırlangıçların nerede gezdiklerini söyleyecektir. Uzaktaki kentte gezen güvercin, Şairin halini sorarsa soracak yoksa selam edecektir…
Yaygınlaşan sanrısallığa; şiirden insanı kovmaya ve en trajikomik olanı da milli ve dini değerleri kendilerine siper yapanlar gibi diyalektik sözcüğünü diline kalkan yapanların, insanı mekanistik bir materyalizme konu etmelerine bir karşıtlık Levent Özbek’in şiiri… Birbiri üzerine giydirilmiş bir dizi şayak anlamın ağırlığında dizleri bükülen sözcüklere bir gönderme. Yaratıcılığın, yaratıcı öznenin kendisini ve dünyayı değiştirme eylemliliğine bir vurgu. Şiirin de şairin kendisini ve dünyayı değiştirmesine uyarlı yaratıcı eylemi olduğuna kanıt…
“geçmişe demir atıyormuşuz
gelecek ellerimizdeymiş
oysa biz büyütüyoruz hüznü
salkım salkım akarken hayat “
Bireysel tarih öncesini, çocukluğun unutulan yıllarını, gelenek ve mitler yoluyla yeniden yaratılan insanlığın tarih öncesiyle bir karşılaştırma. Bellek yitiminin neden olduğu boşlukları doldurmak ve biçimlendirmek için yaratılan mitler, fanteziler ve yitik zamanın ardından koşmuyor Şair, yaşamın travmalarıyla yüzleşiyor. Hesaplaşıyor, berdelleşiyor ve kendini ötekinde yeniden yaratmanın ve ötekinin kendisindeki varlığının izine düşüyor. Her doğumun kendi ölümüyle birlikte doğduğunu biliyor. Düşü eyleme dönüştüren arzu… Şimdinin ifadesi olarak yine arzu ve geleceğin ifadesi olarak umut…
“sıcacık bir gülüş kalacak geceden geriye
utanıp gözlerinde yeniden doğacağım”
Özne olarak ötekinin arzusunda yabancılaşmamalıdır şair. Bilinir ki, gereksinim ne kadar biyolojikse arzu o denli kültüreldir. Şair arzularının sorumluluğunu toplumsal bir varlık olarak üstlenmelidir. Bu açıdan bakıldığında da toplumsal ilişkiler dinamiğinin içinde yer ediniyor Kimsesiz Şiirler çoğu dizelerinde, bir toplumun deneyimler ve düşlemlerle oluşturulan çeşitli figürleri görülüyor. İçselleştirilmiş zulümler yansıtılarak dışsal olanla etkileşimi bir öfkeye dönüşüyor.
“sayıklar ağustosböcekleri cehennemde/hangi mayıs ayından sonra geldi haziran diye/sorar cevap bulamazlar/her ayyaş kendi yalnızlığını arar”
(…)
“uçurumların uçurumunda kollarım açık
düşmemi beklemeden kuşlarla konuşurum”
Kimsesiz Şiirler’de kimleri gördüğümü soran olmayacak biliyorum, bildiğim için de yazmayı daha çok istiyorum…
“Hayvanlar söz konusu olduğunda bütün insanlar Nazidir; hayvanlar için bu sonu gelmeyen bir Treblinka’dır.” diyen Isaac Bashevis Singer’i; hayvanların kaderi benim için gülünç görünmekten daha önemli. Bu mesele insanın kaderiyle çözülmesi mümkün olmayan bir şekilde birbirine bağlıdır.” diyen Emile Zola’yı; “Merhamet dairesini, yaşayan bütün varlıkları kapsayacak denli geliştirene dek İnsanlar huzur bulamayacaktır.” diyen Dr. Albert Schweitzer’i;
Şiddetin ve ayrımların olmadığı dünyayı hayal eden Martin Luther King’i;gördüm dizelerin beni götürdüğü yerlerde…
Levent Özbek’in şiirinde; öteki imge olarak imgesel düzleme, beden olarak düşlemsele gönderme yaparken; simgeleşirken de öznenin öyküsünü yoğunlaştıran bir iz oluştuğunu düşünüyorum ve yeniden okumak üzere vedalaşıyorum Kimsesiz Şiirler’le…