Mevcut iktidarın gençlerin yaşam alanına yönelik müdahaleleri her geçen gün daha da yoğunlaşarak devam ediyor. Türkiye gençliği, ekonomik kriz ile birlikte temel ihtiyaçlarından dahi neredeyse vazgeçmiş bir durumda. Diğer yandan şenlik yasakları, müzik yasağı, sanatçılara, gazetecilere, muhalif kesime yönelik tutuklamalar, üniversitelerde topluluk etkinliklerinin yasaklanması derken sosyal ve kültürel anlamda da baskılar derinleşiyor. Gençlerin ilgi alanlarında üretim yapabilecekleri, eğlenebilecekleri, sosyalleşebilecekleri, yan yana gelip fikir yürütebilecekleri platformlar hedef alınıyor; hak ve özgürlüklere açıktan saldırılar sürüyor. Savaşlar, silah harcamaları, ekonomik kriz, soruşturmalar, haksız tutuklamalar, zamlar, yasaklar, baskılar, şiddet, cinsiyetçilik, nefret, göç sorunu, torpil, işsizlik, gelecek kaygısı, güvencesizlik, ihmaller, ölümler… Liste uzun. İktidar yirmi bir yıllık hoşnutsuzluğun apaçık dışa dökümü ile boğuşuyor. Gençliği politik olarak kazanamıyor; açıktan ilan ettiği “dindar ve kindar nesil” hedefini gerçekleştiremiyor. Kendi politikasına tümüyle ikna edemediği gençleri siyasetin dışına itmek için elinden geleni yapıyor. Çünkü iktidarın dilimize pelesenk ettiği uzun listenin karşısında; mücadele, dayanışma, kazanım, kurtuluş gibi başkaca kavramların; gençliğin acil ve yakıcı taleplerinin çokça tartışıldığı bir dönemdeyiz. Sadece son döneme bile bakacak olursak üniversitelerde yurt ve yemekhane zamlarına, atanmış rektörlere, şenlik yasaklarına karşı birçok gösteri ve eylem gerçekleşti. ODTÜ’de, Bilkent’te, İTÜ’de öğrenciler hükümetin istifası için sokağa çıktı. Türkiye gençliği, önüne konulanla yetinmeyip kendi istekleri doğrultusunda neler yapabileceğini, nasıl bir talebi ne gibi bir politik zeminde örgütleyebileceğini tartıştı ve harekete geçti. Baskılar da esasında burayı hedef alıyor; gençlerin başka bir politik çözüm arayışını tartışmasının önünü kesmeyi hedefliyor. Çünkü ancak bu şekilde geride kalan tek politik alan iktidarın “milli çıkarlarımız” üzerinden kurulu siyaseti olabilir. Ve ancak bu şekilde Türkiye›nin hâkim sınıflarının çıkarlarını sanki gençliğin ve halkın kendi çıkarıymış gibi ilan edebilir.
BURJUVA MUHALEFET VE GENÇLİK
Peki, burjuva muhalefet partileri gençliğe ne vadediyor? Burjuva muhalefetin ekonomik ve sosyal-kültürel anlamda ortaya attığı çözüm önerileri gerçekte kimin çıkarına hizmet ediyor? Evet, milliyetçilik üzerinden bir siyaset sadece tek adam yönetimine özgü değil. İşçi, emekçiler ve onların genç kuşakları yerine kapitalist tekellere hizmet ederken halkın çıkarlarını savunduğunu halka inandırmak isteyen tüm burjuva partilere özgü. Ancak burjuva muhalefet cephesindeki milliyetçiliğin Erdoğan yönetiminin ortaya koyduğu milliyetçilikten farklı niteliklileri var. Gençliğin çeşitli kesimleri içinde etkili olan Zafer Partisi’nden İYİ Parti’ye CHP’den Memleket Partisi’ne muhalefette bulunan burjuva partiler dindar bir milliyetçiliğin karşısına daha seküler bir milliyetçilik koyuyor. Bu durum bir yönüyle Erdoğan yönetiminin gitmesini arzu eden ve milliyetçi görüşlerden etkilenen gençler arasında karşılık buluyor. En milliyetçi benim yarışına giren iktidarın ve muhalefetin; gençlerin, halkın yaşadığı sorunlara gerçekçi çözümler yerine milli duygulara hitap eden ve birçok başka soruna gebe olan sözde “çözümler” ortaya koyduğunu görüyoruz. Burjuva muhalefetin, Erdoğan yönetiminin dinci gerici politikalarının karşısında duran bir konumda gözükmesi; milliyetçi politikalarda üniversite gençliği içerisinde etki alanının daha geniş olmasını sağlıyor. Tanıl Bora’nın İrfan Aktan ile gerçekleştirdiği röportajda Bora, gençlik içerisinde şehirli, modernist, seküler milliyetçi eğilim olduğunu belirtiyor. Bir yönüyle bu eğilimin gerçekten bir karşılığı olduğunu söylemek mümkün. Ancak milliyetçi olmak ile milliyetçi politikalardan etkilenmenin birbirinden farklılaştığının altını çizmekte fayda var. Bu yazı “yeni milliyetçilik” olarak da addedilen ancak özü itibariyle hiç de yeni olmayan burjuva muhalefet partilerinin milliyetçiliği körükleyen politikalarının üniversite gençliğine yansımalarını ele alacak.
“MİLLİ ÇIKARLARIMIZ” KİMİN ÇIKARI?
Öncelikle milliyetçiliğin ne olduğunu anlamak için ne koşullarda ve hangi ihtiyaçla ortaya çıkmış bir ideoloji olduğuna Lenin’in ulusal sorunun ortaya çıkışına dair ortaya koyduğu hat üzerinden bakabiliriz. Kapitalizm aşamasında ortaya çıkan ulus-devletler, çok uluslu ülkelerin burjuvazisinin pastadan daha büyük bir pay kapma savaşımı ile doğuyor. Bir ülkenin kaynaklarından, iş gücünden hangi ulusun burjuvazisi daha çok kazanacak yarışının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bu rekabet sonucu egemen burjuvazi milliyetçi ideolojiyi örgütleyerek ezilen ulusun burjuvazisine savaş açıyor. Yani aslında ulusal sorun halkların değil burjuvazinin ortaya çıkardığı bir sorun olarak beliriyor. Çünkü rekabet insanın değil ama kapitalizmin doğasında yer alıyor. Ezen ulusun burjuvazisi kendi halkını sömürerek zenginleşse de milliyetçi ideolojiyi örgütleyerek bu sömürüyü görünmez kılmayı da amaçlıyor. Sınıf ayrımı olmayan bir milliyet tanımı yaparak politikasını buradan örgütlüyor. Kendi çıkarını ulusunun toplam çıkarı gibi gösteriyor. Yani ezen ulus burjuvazisi sadece ezilen ulusa değil kendi ulusunun emekçilerine de savaş açıyor. Biraz daha güncel örneklerle açıklayacak olursak; tek adam yönetiminin sınır ötesi operasyonlarına bakalım. Savaş tezkereleri, sınır ötesi operasyonları ile yayılmacı bir politikayı benimseyen Erdoğan yönetimi, eski Osmanlı Devleti toprağı olan ülkelere askeri ve ekonomik olarak müdahale etme hakkını kendisinde görüyor ve adeta bir ilhak politikası ile bu bölgelerde egemenliğini artırmaya çalışarak kendi sermaye gruplarının zenginleşmesi için alan açıyor. “Yeni Osmanlıcı” dış politika ile işgalci bir pozisyonda iken ülke içeresinde kurduğu politikayı “milli güvenlik sorunu” ve “milli çıkarlarımız” üzerinden işletiyor. Türkiye-Suriye sınırında bir “Terör koridoru” olduğu veya Kuzey Afrika’daki “milli çıkarlarının” tehlikede olduğu gibi absürt ve gerçek dışı söylemler ile ve yayılmacı, işgalci politikasına milliyetçi duygular üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor. Ülkedeki Kürt halkının haklı talepleri üzerinden gelişen mücadelesini bastırmak için her alanda ezilen ulusla bir savaşım verirken diğer yandan halkı olmayan tehlikelere karşı milli duygularla işçi emekçileri ve genç kuşaklarını kendine yedekliyor. İktidar bir yandan da diğer ülkelerin toprağını işgal ediyor, TOKİ projeleri ile kendi yandaşı sermaye gruplarına savaş bölgelerinde kendisinin yarattığı yıkımın yeniden inşası için rant sağlıyor, Türkiye’nin sınırı bile olmayan Libya’da doğal gaz ve petrol üzerinden hak iddia ediyor ve sanki bu rezervleri sermayeye peşkeş çekmek için değil Türkiye halklarının faydalanabileceği bir zenginlikmiş gibi göstererek “milli çıkar” demagojisini örgütlüyor. Bu şekilde Türkiye işçi ve emekçileri içinde biriken ekonomik krize yönelik tepkilerin odağını belli bir süre de olsa değiştirebiliyor, açlıkla boğuşan halka “Siz bir mermi kaç para biliyor musunuz?” diyerek milliyetçilik üzerinden kriz koşullarında savaşa girmesini gerekli gösterebiliyor. Krizin yükü ile boğuşan gençler açısından doğal gaz/petrol rezervlerinin Türkiye’ye bir zenginlik sağlayacağına ve bu zenginliğin kendi yaşam koşullarını da iyileştirebilecek bir zenginlik olacağına ilişkin senaryo “terörle mücadele” den daha ikna edici olabiliyor. Ancak bu zenginliğin sadece burjuvazinin yaralanabildiği bir zenginlik olduğunu her sınır ötesi operasyonunda ya da her doğal gaz/elektrik zammında daha net görebiliyor. Özellikle derinleşen kriz koşullarının gençlerin hayatındaki etkisi; savaş harcamaları ve savaşın neye yaradığı sorusunu düne göre daha çok tartışılır bir hale getirdi. Bu açılardan Türkiye gençliğinin her kesiminde bu destek halinden bir kopuşun başladığını ve gün geçtikçe de derinleştiğini söyleyebiliriz. Yani Erdoğan yönetimi için milliyetçi, hamasete dayanan söylemler gençliğin içinde etkisini günden güne yitiriyor.
SEKÜLER MAKYAJLI MİLLİYETÇİLİK
Türkiye’de burjuva muhalefet milliyetçiliğini sekülerlik üzerinden “ilerici” göstermeye çalışsa da özellikle güncel olarak karşımıza çıkan göç sorunu ve Kürt ulusunun ezilmişliğinin çözümsüzlüğünü derinleştiriyor. Bu iki temel sorunda burjuva muhalefetin politikaları parçalı olsa da bu parçalık biçimsel ve düzeysel farklılıklar ile sınırlı. CHP, 6’lı masanın diğer bileşenleriyle bir ittifakın parçası olmasıyla da birlikte HDP ile yan yana görünmeyi tercih etmiyor, Kürt halkına herhangi bir talebi için herhangi bir çözüm yolu sunmuyor. Kürt sorununu kabul eden ve ortaya bir hat koyup onu tartıştıran bir çizgidense, “HDP’den bakan olabilir” gibi cevaplarla sıkıştığı anlarda Kürt sorununu yılgın bir hoşgörü ile kabullenerek bu sorunu ötelemeyi, üstünden atlamayı tercih ediyor. İktidar da 6’lı masayı tam bu noktadan kaşıyarak en milliyetçi biziz yarışını sürdürüyor. İYİP, Zafer Partisi gibi gençliğin yeni dönemde ilgisini çeken partiler de iktidarın bu kızıştırmasına; ırkçı-milliyetçi politikalarının doğal bir sonucu olarak çok rahat karşılık veriyor. Zafer Partisi de İYİP de tıpkı iktidar gibi “Kürt sorunu diye bir şey yoktur, terör sorunu vardır” çizgisinde ilerliyor. Böyle bir politika bırakalım bir çözüm üretmeyi var olan hak arayışının ve yaratılmaya çalışılan eşitlik ve barış ortamının oluşmasının yolunu da tıkıyor. Var olan sorunları yok sayıp ırkçılığı, düşmanlığı, şiddeti körüklüyor. Bu politikaların Türkiye gençliği ve çözüm arayışı üzerinde de manipüle edici etkileri oluyor. Öyle ki Mevzular-Açık Mikrofon programına konuk olan HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu yayınında gençlerden gelen sorularda da bu etkilenme hali yalınlıkla karşımıza çıkıyor. Programa gelen sorularda Kürt sorunun tek mağdurları Türk gençleriymiş ve Kürtlerin eşit ve insanca yaşam talepleri hiçbir sebep yokken gökten zembille inmiş (!) gibi tartışmalar yürüyor, bu tartışmalar ustaca öne çıkarılıyor. Kürt ve Türk gençliğinin ortak sorunları ve ortak bir mücadele hattı olabilecekken, bu kapsamlı mücadele hattı milliyetçiliğin ayrıştırmaları sonucu var olması çok uzak olan bir durum gibi gözükebiliyor. Yani iktidarın ve burjuva muhalefetin özellikle etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelimler üzerinden yürütülen mücadeleleri hedef alması bu mücadeleleri de kapsayan geniş çaplı politik örgütlülüğü de gölgeleyebiliyor. Örneğin “Türkiye’de Genç Ermeni Olmak” adlı belgesele karşı gençlik içerisinde ilk elden “Türk gençliğinin sorunları dışında her şeyin konuşuluyor olduğu” gibi eğilimler ortaya çıkabiliyorken hem Türk gençlerinin sorunlarına hem de Ermeni gençlerin sorunlarına dair bir mücadelenin de var olabileceği tartışılmıyor, geri planda kalıyor.