Bazı yazarları, sanatçıları, düşünce insanlarını tanıtmaya gerek yoktur. İsmini yazdığınız anda, okuyanın zihninde bir imge canlanır. Edebiyatın özgün kalemi Füruzan bu nadir kişiler arasında sayılabilir.
Parasız Yatılı öyküsünü, Gecenin Öteki Yüzü novellasını, Kırk Yedi’liler romanını edebiyatımıza kazandıran yazar, Anadolu’nun uzak kentlerinde yaşayan, İstanbul’un kenar mahallelerinde ayakta durmaya çalışan birçok karaktere can vermiştir. En çok da onların hayallerine…
Altmışlarda Site Sinemasına gitmek…
Günümüz edebiyatında kentin görünmezleri haline gelen yoksullar, Füruzan’ın eserlerinde zengin detaylarla anlatılır, okurla buluşturulur. Ayrıca betimlemelerde İstanbul’un kent dokusu hikâyenin ana bileşeni haline gelmiştir. Füruzan, öğretmenleri arasında İstanbul’u da sayar. İstanbul’un mahalleleri onun metinlerinin can suyudur.
İstanbul, metinlerini var eder ve İstanbul, o metinlerde var olur. Kent dokusunun zedelenmesi, doğanın tahribatı Füruzan’ın meselesidir. Edebiyatına kapanmış bir zihin dünyası yoktur. Altmışlarda Şişli’deki Site Sinemasına, gece gösterimlerine iki kadın yaya olarak gidebilirlerken, günümüzde gidip gidemeyecekleri Füruzan’ın konusudur. 2008 yılında bugün çokça konuştuğumuz ekolojiye ilişkin dertlerle o günden ilgilidir: “Gerçeği görmeliyiz. Onu sadece soyut bir umut lafıyla kapatamayız, umuttan vazgeçemeyiz, ama ortaya çıkanları da görmemiz lazım: Dünya ölüyor.”
“Çocuklar unutmaz, biz çocukluğumuzu unutuyoruz.”
Bir söyleşisinde, “çocuklar unutmaz, biz çocukluğumuzu unutuyoruz,” diyen Füruzan, Parasız Yatılı adlı öyküsünde yoksul bir anne ile kızın hikâyesini edebiyatımıza kazandırmıştır. Bu öyküde bir cümle vardır ki, unutulmazlar arasına girmiştir: “Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.” Füruzan ilk öykü kitabı Parasız Yatılı ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nı alan ilk kadın yazarımız olmuştur. Sosyolojik tespitleri keskindir, Memet Fuat’ın ifadesiyle Füruzan edebiyatımız için bir olaydır.
Füruzan’ın tespitlerinin keskinliğinin bir nedeni de onları zaman zaman çocukların gözleriyle aktarışıdır. Çocuklar yaşama karşı hem önyargısızdır, hem de aktarımlarında örtüsüz bir dili tercih ederler.
Yaşamını sürdürdüğü kenti, İstanbul’u, öğretmenlerinden gören yazar, mekânın anlamını da yeniden kurar. Bir diğer öğretmeniyse okuduğu kitaplar, izlediği sinema filmleridir. Belki o kentin anlamını edebiyatın ve sanatın gücüyle tekrar tekrar kurabilmektedir. Sennur Sezer, Füruzan’ın karakterlerinin içindeki bitmez bir gurbet duygusuna dikkat çeker. Füruzan’ın birçok öyküsünde mekân süreksiz değil midir?
Aynı boşluğa açılan kapıların çağrısı…
Füruzan’ın karakterleri çoğunlukla yoksullardır, ancak yoksulların yanı sıra yoksullaşanlardır da… Özellikle onlar için yaşadıkları evler birer bekleme odasıdır. Mekânın süreksizliğinden ve geçişkenliğinden söz ederken komşuluk ilişkilerini de ıskalamak olmaz. Füruzan da bu ilişkilerden, dayanışmadan beslenir. Emile Zola kentsel yaşamla ilgili en samimi bilgilerin komşuluk ilişkileri içinde görüleceğini söyler.
Kentle bu kadar ilgili bir yazarın ortak mekânlara göz kırpmaması olanaksızdır. Çoğunlukla akraba olmayan bireylerin ortak duygulanım alanlarıdır komşuluk ilişkileri… Apartmanlarda inilip, çıkılan merdivenler, aynı boşluğa açılan kapılar, bambaşka geçmişlerden de gelse de insanlar, onları bir kardeşliğe çağırır. Apartmanın mermerleri soğuk değildir komşulukta, bir dayanışma zeminini örüverir.
Kalpte mıhlanıp kalmasın diye acı…
Nitelikli edebiyat eserleri zamansızdır. Bunu Berlin’in Nar Çiçeği romanıyla bir kez daha hissederiz. İkinci Dünya Savaşı’nı bütün yakıcılığıyla yaşamış, bir Nazi askerinin eşi Frau Lemmer’in apartmanlarına yeni taşınan bir işçi ailesiyle hikayesi aktarılır Berlin’in Nar Çiçeği’nde… İşçi ailesi Türkiye’den göç etmiştir. Frau Lemmer’in Almanya’nın yeni ötekileriyle kurduğu çekingen ilişki yavaş yavaş kanatlanır, ailenin küçük bebeğine duyduğu sevgi ve şefkatin de bunda etkisi vardır. Lemmer’in yalnızlığında can yoldaşı olmuştur bu aile… Dayanışma duygusundan doğan ilişkilerin akrabalıktan da daha yakın olduğuna işaret eder…
Füruzan’ın bir diğer uzun öyküsü Gecenin Öteki Yüzü’nde yaptığı eş seçimiyle zengin ailesinden uzaklaşan bir kadın ve kız çocuğu konu edilir. Yoksullaşan anne-kız yaşadıkları kenar mahallede bir bekleme odasında gibidirler. Sanki peri sihirli değneğiyle gelecek, eski varsıl yaşamlarına taşıyıverecektir onları… Anne yoksullaştıklarını etrafa göstermek istemez, giysileri onarır, eski giysilerden yeni elbiseler diker, “iskarpinlerin” yıpranmış yerlerini boyar. Tam da bu bekleme odasındalarken üst katlarında oturan abi, kız kardeş onları yılbaşı yemeğine davet eder. O gece anne ve kız için hem geçmişe döndükleri, hem de bugünlerinde de umudun pırıltılarını gördükleri gecedir. İlk kez acılarını, yalnızlıklarını paylaşabildikleri bir masaya otururlar. Birhan Keskin’in deyişiyle acının mıhlanıp tek kalpte kalmadığı bir buluşmadır.
Yitirdiklerimizin kadastrosu…
Gaston Bachelard, “Herkesin kendi yollarını, kendi kavşaklarını, oturduğu bankları anlatması gerekir. Herkesin yitirdiği kırların kadastrosunu çıkarması gerekir,” der. Füruzan kırların değilse de, yitirdiğimiz kent dokusunun, mahallelerin, mahallelerin görünmezlerinin ve masumiyetin kadastrosunu çıkarıp, edebiyatın estetiği içinde önümüze koymuştur.
Füruzan, edebiyatındaki, altmışlarda hızlanan sanayileşme hareketleriyle belirginleşen sınıf çelişkisi izleğini 1988-89 arasında senaryolaştırdığı ve 1990’da Gülsün Karamustafa ile birlikte yönetmenliğini yaptığı ‘Benim Sinemalarım’ ve Ömer Kavur’un yönettiği, senaryosunu birlikte yazdıkları ‘Ah Güzel İstanbul’la da sürdürür. Onun metinleri Türkiye sineması ile etkileşim halindedir.
Füruzan edebiyatına ilişkin bir yazımda, Ece Ayhan’ın, onunla yaptığı bir röportajda, soru yerine şu cümleyi kurduğunu yazmıştım: “İlkokula takunyayla başlayan çocuklar da seni unutmayacaklar Füruzan.” Füruzan’ın Ece Ayhan’a yanıtı şöyle olmuştu: “Bu benim için en büyük övünç olur. Bit, sirke muayenelerinin vazgeçilmez erleri, hâlâ arka sıralarda oturuyorlar.”
Parasız Yatılıların onları destanlaştıran Füruzan’ı unutmayacaklarına eminim. Elbette, Füruzan’ın her sohbetinde sönmez bir yanardağ olarak tanımladığı edebiyatımız da onu unutmayacak.