İLYAS TUNÇ
Mazocoba, Meksika – 18 Ocak 1900
Onların yaşadıkları acılar da Amerika’daki diğer yerlilerin yaşadıkları acılardan farklı değildi; toprakları gasp ediliyor, milis güçler kiralanarak vahşi hayvanlar gibi avlanıyorlar, rezervasyon denilen yerleşim alanlarında yaşamaya zorlanıyorlar, açlık çekiyorlar, kadınları kaçırılıyor… Göçmenlerin gelmesiyle birlikte iyice azınlıkta kalmışlardı. Canlarına tak etti.
Onların; Yuki Kızılderililerinin…
Hiak Vatwe nehri vadisindeki sekiz köyün halkı, Waswechia Beltran liderliğinde bir araya gelerek General Torres’e bir mektup yazdı:
“Bizim istediğimiz şey, bütün beyazların, bütün askerlerin çekip gitmesidir. Eğer onlar dönmemek üzere giderlerse barış o zaman olacak ve biz artık savaşmayacağız. Ortiz kentinde imzaladığımız anlaşmayla bütün beyazların, bütün askerlerin gidecekleri karara bağlanmıştı; ama siz hâlâ buradasınız. Anlaşmaya rıza göstermek yerine silaha sarılıyorsunuz. Olanların sorumlusu sizsiniz; bizi suçlamayın.”
Mektup, 1899 yılında yazılmıştı.
Mazocoba Katliamı ise ertesi yıl gerçekleşecekti. Bacatete Dağları’nda Meksika güçleriyle yapılan orantısız savaşta yaklaşık 400 direnişçi öldürülmüş, bin kadar direnişçi de esir düşmüştü. Esir düşmektense kendilerini uçurumlardan aşağı bırakanların sayısını kimse bilmiyordu. Savunmasız kadınlara ve çocuklara gelince, onları katletmek, beyazların öteden beri uyguladığı sömürge tipi bir yöntemdi. Savaş sonrası Yuki topraklarının bir kısmını kendi mülkiyetine geçirdi General Torres. Savaşta yenmek yetmiyordu. Yukilerin göç etmesi için rutin baskınlara devam etmek gerekirdi. 1907 yılına gelindiğinde Yukiler, Yucatan’daki büyük üretim çiftliklerinde ya da Oaxaca’daki şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmak üzere 60 pezoluk bir mal olarak çoktan alınıp satılıyordu. Yuki lider Beltran, bunları görmedi; çünkü kendilerini uçurumlardan aşağı bırakanlar arasında o da vardı.
Tetabiate diyordu yerliler Beltran’a.
Tetabiate: Yuvarlanan Taş!