Gitarını alıp çekip gideli bu dünyadan 20 yıl oldu… Oldu mu sahiden o kadar? Ben bir sabah annem evi süpürürken, süpürge sesinin durmasıyla öğrendim gidişini. O vakitler yoktu bu kadar sosyal bir medya, senin pek sevdiğin, aile gibi gördüğün internet sitesinin forumunu açtım, yoktun.
Sahi yok muydun 20 yıldır? Sanmıyorum!
Kim bilir belki Hopa iskelesinde oturmaktayız, belki Fırtına Vadisi’nde direnmekte. Belki Çernobil’in sorumlularına sövmekte, nükleere karşı bir eylemde. Belki Gezi Parkı’nda bir ağacın altında şarkı söylemekteyiz, belki tinerci çocuklarla gezinmekte. Belki tepelerden yeşili seyretmekte, belki Cihangir’de merdivenlerde. Belki “savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar görüyoruz”, belki Okmeydanı’nda kara kaşlı bir çocukla biz de ölüyoruz.
Belki bir dağın başında özlüyoruz seni, belki halayların horonlara karıştığı bir Nevroz’da Lazca ile Kürtçe’yi buluşturuyoruz. Denizin çocuklarından, dağların çocuklarına selam yolluyoruz. Çok gürültülü, bol cızırtılı pop müziğin arasında kaybolan şarkılarla bir selam çakıyoruz bir umuda. Savaşa karşı rock şişede durmaz deyip “Barışa rock” şarkıları söylüyoruz… Filistin’deki insanları kendi öz kardeşlerinden daha çok kardeşin gibi hissettiğini hatırlıyoruz…

Aşk ve özgürlük için dedin, devrimi hep düşündün, şöyle olsun böyle olsun demedin hatta bir sistem bile kurabilirdin kendine, yapmadın. O anda bunu düşündün ve böyle yaşamaya başladın. Sana kimse bir puan yazmadı ama bir şey, birçok şey verdin bu hayata. Bakkaldan manavdan bir şey alırken tuhaf bir ilişki kurdun, hoş bir ilişki kurdun… İşte hikâye bu… Sen bu hikayeyi yazdın bize. Muhtemelen oralarda Ursula’yla karşılaşmışsındır, bunun da muhabbetini yapmışsındır.
Bu arada okul arkadaşlarını gördün mü? Hani “Kaymakam mı olacağım? Zaten yapmazlar” diye bıraktığın siyasal okuduğun İstanbul Üniversitesi’ndeki kardeşlerin nasıl da yıktılar ama barikatları!
“Ben sadece ben olmak istiyorum” dediler, “aşk ve özgürlük” için dediler… senin de gözaltına alındığın o sokaklardan her biri senin gibi alındılar. Ve senin gibi, hiçbiri vazgeçmediler.
Sen diyordun ya hani: “…yaramazlıklara devam etmek lazım. Hayat başka güzel olmuyor. Hayatta yerinde durmamak, muhalif olmak, hep karşı çıkmak gerekiyor. Genellikle güzellikleri oradan buluyoruz. Ve genellikle o güzellikleri karşı çıkanlar değil, karşı çıkmayanlar yaşıyor sonra…” diye, bu çocukların pek vazgeçecekleri yok, yaramazlıklara devam edecekler gibi.
Görüyorsundur elbet değil mi olanları? Kızıyor musun yine, yönetenler, iktidarlar geri zekâlı diyor musun? Bir sigara yakıyor musun örneğin?
Biliyorsun, yine heyelanlar, yine depremler oluyor ve yine “kader” diyorlar. E gel de sövme şimdi…
Hayır işin boktan ve bir o kadar güzel yanı ne zaman denizde bir karartı görsek, ne zaman viya yapsak, ne zaman horona dursak, ne zaman alanlara insek orada sen karşımıza çıkıyorsun. Öyle romantik bir yerden değil ha, sakın seni böyle bir ilahlaştırma, kutsama falan sanıp da uyuz olma… Normalinde öyle oluyor, senin normalin bu olduğu için öyle oluverebiliyor.
Anılar düşüyor peşimize uyumaz oluyoruz, gökyüzüne çeviriyoruz gözlerimizi, “Hayde gidelim yıldızların çok olduğu bir gökyüzü altına” diyen bir Ernosto da olmuyor her zaman.

Bazen Cömert’le, bazen Hatice’yle baba Meto’yu sıkıştırıyoruz, Zuğaşi Berepe’den konuşuyoruz. Ne çok bilmediğimiz şey varmış. Şu klipte kullandığınız kapı mevzusu her aklımıza geldiğinde epeyce gülüyoruz. Hem sen olmasan biz nasıl buluşurduk diye de düşünüyorum. Öyle ya Karslı bir Zaza senin albümünü dinleyecek, kapaklarda yazdığını okuyacak da çevre avukatı olacak, ben ekolojiye merak salan bir serseri, Bexa köyünde taş ocağına karşı çıkan bir kadın…
Şimdi aklıma geldi, bu yazıyı isteyen Küb’ün abisi senden sebep tuluma başladı da ben Kübra’yla tanıştım. Abisi sırf sizin müziğinizi taşıyacağım, aşacağım diye elbise dolaplarının içlerinden başladığı tulumu şimdi Londra’da çalıyor.
Trabzonspor’dan bahsetmeye gerek duymadım. Biliyorsundur zaten, durumlar hâlâ aynı. “Uy aha” hâlâ çalıyor her gol sonrası. Pek sevmeyeceğin şeyler de oldu tribünlerde, beyaz bereleriyle senin inandığın Trabzonspor’u kirletenler… Ama her şeye rağmen “paraya karşı emeğin savaşını” veren gençler de duruyor yine…
Neyse “Hayat zaten ne olabilir ki yani? Hava aynı hava. Bir yerde biraz kirli, bir yerde biraz temiz, vesaire… Yağmurlu ya da güneşli… Hayat, bir hayat yani. Bunun için çok fazla bir artistliğe falan gerek yok. İnsana güç veren şey kendi istediklerini yapmak. Kendi olmak.”
Sen kendin oldun, kendisi olmak isteyen birçok gence kendisi olmasına yoldaş oldun. Kendisi olanlar biz oldu, biz olanlar çok oldu…
E ne yapalım biz de “Çok iken bir şey, bir iken çok şey oluyoruz… Acı biber turşusu yiyor, otuz metre karede her şeyle çok sevişiyoruz.. Toprak sahipleri, çok uluslu şirketleri ve işbirlikçi yerlileri, çeteciler ve yalakaları, baş ve bakanları, milletlerin bekçileri ve sürülerinin olduğu yerde yer kavgası vermiyoruz… hiçbir yerde oluyoruz…” belki biraz da senin gibi…
Gel dedi bize dağ, deniz ve dere geldik…
Gel dedi sana
Dağ, deniz ve dere
Sen gittin…
N3AŞA EXTİ![1]
[1] Lazca, göğe çık, göğe yüksel anlamında -e.n.



