İstanbul Film Festivali sona yaklaşırken biri Altın Lale Yarışması diğeri ise Yeni Bakışlar bölümünde yarışan, iki kadın yönetmenin yolu bir şekilde mitolojiden geçen iki filminden bahsedeceğim son olarak.
2024 Tokyo Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü alan yönetmen Emine Yıldırım’ın ilk uzun metraj filmi Gündüz Apollon Gece Athena, Türkiye sinemasında çok da alışık olmadığımız bir tür. Daha doğrusu örneklerine Atıf Yılmaz’dan aşina olduğumuz fantastik/büyülü gerçekçi bir türde. Arkadaşım Şeytan ya da Ah Belinda tarzına yakın sayılabilecek muzip, büyülü ama gerçeklikten de kopmayan bir türün örneklerinden biri olarak şimdiden hafızalarda yer edindi diyebilirim.
Kısaca konusuna değinecek olursam, film yetimhanede büyüyen Defne’nin annesini aramak için Side’ye gidişini konu alıyor. Defne’nin annesini aradığı bu yolculukta kendisine radikal solcu Hüseyin, pavyon şarkıcısı Nazife ve antik dönemden bir rahibe eşlik ediyor. Bu karakterlerin bir araya gelişi Defne’nin ölüleri görebilmesiyle mümkün oluyor. Annesinin hayaletini arayan Defne bu üç kişiden yardım istiyor. Annesinden kendisine kalan tek şeyin Side antik kentinde çekilmiş bir fotoğraf olması, yolunu Side’ye çevirmesine neden oluyor. Adını Apollon’un Daphne’sinden esinlenerek koyanın da annesi olduğunu bilen Defne, soluğu Apollon Tapınağı’nda alıyor.
Emine Yıldırım hiç uzatmaksızın konuya giriyor, zaten akmakta olan hikâyenin içine alıyor seyirciyi. Bence olay hızlıca akıyor ama aceleci değil, karakterler açısından da böyle; o yüzden karakterler güçlü. Örneğin Defne, antik kentte giderken onun arkasında dolanan Hüseyin, filmin en öne çıkan karakteri bence. Ama Defne son derece mesafeli ve hatta öfkeli. Defne kendisine yaklaşmaya çalışan hayaletler kadar seyirciye de mesafe bırakan bir karakter. Pavyonda şarkıcılık yapan ve Defne’den kızıyla konuşup onu affetmesine yardımcı olmasını isteyen Nazife de son derece dikkat çeken bir karakter. Karakterlerin ilgi çekişini anlatma sebebim hikâyenin tüm muzipliğinin tam olarak onların oluşturmasından. Durumsal bir akıştan çok karakterlerin içini doldurduğu bir unsur muziplik. Bu da hikâyeyi daha kanlı canlı yapıyor, her ne kadar karakterler hayalet olsa da.
Defne’nin annesinin peşine düştüğü hikâyede Nazife kızının peşine düşüyor, Hüseyin’in annesi de oğlunun… Emine Yıldırım, mommy issues (anne ile karmaşık ve sorunlu ilişki yaşayan bireylerin psikolojik durumu) bir denklem kuruyor. Bu denklemin dışında kalan tek karakter ise antik bir hayalet olan rahibe.
Emine Yıldırım, başta da bahsettiğim Türkiye sinemasında çok da örneği olmayan fantastik türe bence muzip bir giriş yapıyor. Ne mommy issues’ı sömürüyor ne de karikatürize ediyor ve öte yandan ne gerçeği elden bırakıyor ne de fantastik muzipliğini. Türkiye’nin politik hafızasına önemli bir gönderme yapıyor. Fakat burada şerh düşmek istediğim bir şey var, tüm bu denge içinde hikâyenin Hüseyin ile bitmemesi kafamı kurcalıyor. Ama bir yandan da Hüseyin’le bitseydi tüm hikâyeyi politik bir didaktikle bağlama gibi bir handikabına düşer miydi diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.
Gerçek Kimsenin Umurunda Değil…
İstanbul Film Festivali Altın Lale Yarışması’nda yer alan yönetmen Pelin Esmer’in son filmi O da Bir Şey mi, Emine Yıldırım’ınki kadar antik döneme/mitolojiye bağlanmasa da içinde antik kentlerin ve dönemin hikâyelerinin geçtiği bir yapım. O da Bir Şey mi, Söke film festivaline gelen yönetmen Levent ile kaldığı otelde hem kat görevlisi hem de barın arkasındaki mutfakta çalışan Aliye’nin hikâyesini birleştiren bir film. En baştan söyleyeyim ki bu da babalarla karmaşık ve sağlıksız ilişki kuran (daddy issues) iki karakterin kesişimi. Bu kesişim, Aliye’nin yönetmen Levent’in numarasını bulup kendi gözünden onu anlatmasıyla başlıyor. Aliye önce otel barında oturanların Levent’e kendi hikâyelerini anlatmak için nasıl yarıştığını anlatıyor. Aslında dışarıdan nasıl göründüğünü Levent’in tepkileriyle de birlikte tasvir ediyor. Daha sonra Levent’in filmleri hakkında yorumlar içeren ses kayıtları bırakmaya başlayan Aliye asıl meseleye, yani kendi hikâyesine geliyor. Aliye’nin hikâyesi babasıyla ilgili. O sırada kayıtları dinleyen Levent ise bir yandan yeniden gitmeye ve kısa film çekmeye söz verdiği Söke için film çekiyor bir yandan da boşanma aşamasından geçiyor. Levent’i film boyunca annesiyle görsek de onun da Aliye ile kesişimi baba sorunları oluyor…
O da Bir Şey mi bir kadın ve erkek karakteri aynı meselede kesiştirmeye başlarken hikâyeyi geniş bir pergel gibi açıyor. Yukarıda anlattığım özetten ayrı olarak çapını daha geniş çiziyor. Açıkçası bu çap bence filmdeki en değerli olan Aliye’nin hikâyesine varmakta yolu uzatıyor. İkili arasındaki kesişime varana kadar biraz oyalanıyor hissi yaratıyor.
Filmde kendi hikâyesini anlatmaya çalışan insanlar var “o da bir şey mi” ile başlayan herkes yaşadıklarının nasıl da dramatik olduğunu imleyerek konuya giriyor. Fakat filmin ana fikrinden şunu anlıyoruz ki “gerçek” kimsenin umurunda değil. Gerçi bunu anlamadan ya da zaten anlamışken Levent bir sahnenin sonunda bunu söyleyiveriyor. Benim için hikâyenin falsosu bu. Yoksa Aliye’nin anlattıklarının, o bar taburesinin üstündekilerin anlattıklarından daha sahici durması zaten başlı başına filmin fikrine dair en önemli malzemeyi veriyor. Ayrıca bir açıklamaya ihtiyaç yok.
O da Bir Şey mi son derece iyi çekilmiş bir film, kurgusu, rengi hatta mekânı epey ilgi çekici. Yazının başında Emine Yıldırım’ın filmini anlatırken konuya hızlı bir girişi yapıyor demiştim. Farklı filmler elbette ama aynı yazıda geçtiği için bu filminse hikâyeyi daha ağır tempoda ve daha katman katman açtığını söyleyebilirim. Ama bu, bence merkez noktası Aliye olan filmin yer yer fazla dağılmasına yol açıyor.



