yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

AKILLI KARANLIK

I. Akıllı Karanlık

Neye bakıyoruz; hangi canlıya; kime?

Yeraltında ölüleri bekleyen üç başlı köpek Kerberos imgesi mi o katmanlı baştaki; mahşerden kaçıp büyüyen at mı; her an hacim değiştirecek olan o kumaşımsı kütleler birer uzuv mu? Bu renkler, alışıldık ölçülerin çok ötesindeki eklemler, bağlamlar bize ne söylüyor?

***

Akılla ilgili söylenenleri anlama çabası; yine akla içkindir, diyebiliriz. Özcesi neyi bilebiliriz, neyi bilemeyiz? Yanıt karışık…

Zira her zaman bu denli düz işlemiyor.

Dadaistlerin ve Sürrealistlerin önde gelen isimlerinden biri olan Max Ernst; faşizm ve onunla birlikte dünyaya yeniden yayılan savaş çığırtkanlığını anlatabilmek için akıldışını da çağıranların önde gelenlerindendir…

Faşizmin olanca zulmü ve sinsiliğiyle saldırdığı bireyin ve toplumsal belleğin, deneyimlerin ve derindeki aklın karmaşasını da açıklığa çağırmalı ve işe katmalıyız, diyordu sürrealistler…

***

Her şeyi bilebilecek olanlar, “hiçbir şey bilemez” yapılabiliyor çünkü…

Hiçbir şey bilemez olanlar, hiçbir şeyi bilemeden de “her şeyi bilen” yapılabiliyor çünkü…

Akıl ve bilmek pazarı… karışık işte!

***

“Hitler faşizmi bütün bu bilim ve teknik selinin içinde çıkabiliyor; dahası faşizm ve savaş ‘akıl çağı’ denen bütün ‘ilerleme’nin kendisi olarak görünebiliyor” gibi cümleler sıklıkla duyuluyordu 1930’lu yıllarda. Savaş ve işkence aygıtları, haberleşmede elektronik çağa geçişin adımları tümü faşistçe saldırganlığın değişik yüzlerine dönüşebiliyordu.

Siz onun bir yüzüne ilişkin akıl yürütürken, öteki yüz sizin baktığınızı da karmakarışık ederek çıkıyordu sahneye…

Bugün de tastamam böyle…

Faşizmin meşrulaşmasını sağlayanlardan biri olan kargaşanın akıldan yoksun olduğunu söyleyebilir miyiz?

Sürrealizm de bunu görüp ve göstermenin yollarını aradı.  Bu kargaşa normal akıl ve düşgücüyle söylenemez.  Masalı, rüyayı, bilincin dibini de mücadeleye çağırdığında, bazen, salt fırça ve normal tuval de yetmez.

Ernst, bunu yeryüzüne politik bir tavır olarak ilan etti.  Sicimden, tahta çürüklerine, camdan, ergiyik maddelere, kağıttan çürümeyi gösteren sürtünmelere kadar her yolu kattı sanatına…

***

Neye bakıyoruz?

Kızgınlıkla kükreyen ve tepinen biri mi karşımızdaki; bacaklarından, kollarından doğan o yaratıklar neyin nesi?

Korkunç mu; yoksa büyüleyici mi?

Ernst “gülünç ve kaba gelebilir faşizmin pek çok yanı size” diyordu. Şunu da düşündürmeyi isteyerek; peki itilmişler, şekilsizler, maddi ve manevi her türlü açlıkla çarpılmışlar o gülünç olanda kendine ait bir şeyler bulmuyor mu?

Üstüne üstlük faşizm, saldırganlığına kolayca benimsenebilecek uhrevi değerler yükleyerek çağırır, seni ve herkesi…

Akıl, bilim, teknik ilerlemektedir yine de…

***

Neye bakıyoruz?

“Franco İspayası dünyadır” diyenlerden Max Ernst; Picasso’nun o meşhur Guernica tablosundan bir korkunçluğu da yeniden üretmiş olabilir mi?

II.KARANLIK AYDINLIKTA SAVAŞ VE BARIŞ

Bilgisayar oyunlarından birinin kahramanları mı bunlar; toplumsal olaylarda kitlelerin üstüne salınan robokoplar mı; yüksek teknolojiyle donatılmış, geçilmez süper askeri güçlerin mensupları mı?

Belki hepsi, belki hiçbiri. Bunlar Avrupa’nın “yüksek kültürünü” savunanların, Hegel’in Heideger’in “Kültürsüz, sanatsız Barbar” dediği, ama Avrupa’nın her alanda benzemeye çalıştığı yaratıklar mı?

Ortalama yaşamların ve özlemlerin, ortalama ailelerin düşmanıydı aslında ressama göre barbarlar; neo-muhafazakar yaşam tarzının korkusu…

Sürrealist Hareket, 27 Eylül 1938’de yayımladığı bildiriye Max Ernst’ın Barbarlar tablosunu koydu ve ortalama “devrimciliği” de topa koyan şu tavrı ilan etti:

“Suçlular kadar işbirlikçileriyle de, savaş taraftarları kadar barışı çarpıtıp sahteleştirenlerle de uzlaşmayı reddediyoruz. Totaliter rejimlerden oluşan aklını kaçırmış bir Avrupa’ya Versay Antlaşması’nın –gözden geçirilmiş dahi olsa– bunak Avrupa’sıyla karşılık vermeyi reddediyoruz. Savaşta da barışta da, her ikisine de cevabımız proletarya devrimiyle Avrupa’yı baştan aşağı yeniden yaratacak güçlerin birliğidir.”

Bizim bulunduğumuz coğrafyadaki savaşların silah sağlayıcılığından, savaş pazarlamacılığına kadar her fenalıkta “Bunak-genç Avrupa’nın” pay sahibi olduğunu bir kenara koyabilecek durumda mıyız?

Savaşın olduğu kadar ateşkeslerin veya barışa benzer hareketlerin de bir borsası var. Barbarlar ah! “Cehennemin ve cennetin ortak çocukları;” barbarlar işte gene o borsaya bakıyor…

Derim ki “akıldışı, bilinçaltı” sayılan da aklımızın aklına dahildir…

Biz sahi, ama biz neye, nelere bakıyoruz?

 

 

III.AYDINLIĞIN KARANLIĞI… VE…

Uzay çağı… Bilimsel teknolojik devrim… Yapay zekânın yükselişi… Komünizmin yerini alan iletişim teknolojileri…

Ve insan… Ve…

Bilim, akıl ve teknolojiye ilişkin sözcüklerin yan yana gelerek oluşturdukları her cümle pek çok çevre için muazzam bir güvence oluyor. Fakat bütün bu sözceleri bir birine verip alarak, toplayıp dağıtarak ilerleyen bu çağda, bunlarla ışıldayıp aydınlanan insanlar bazen bir cümleyle mutsuzluğun dibine düşüyor; örneğin bir kadın, son model bir cep telefonundan ve son model bir iletişim ağından ülkesini yöneten erkeği överken: “Biz onun kıçının kılıyız” diye yazıp yayınca…

Örneğin “Gidip söyleyin küffara, Muhammedin ordusu geri döndü” yazılınca kahroluyor…

Fakat ve örneğin, bir başka devletin başkanı aynı lidere:

“Sert adamı oynama, aptallık etme” gibi bir cümle yazıp ve bir saniyede bunu bütün dünyaya duyurunca yeniden seviniyor…

Aklın ve teknolojinin geniş kitleleri sadece Pazar, sadece “Etkin” İzleyen kılmaya yönelik kapitalist bir hegemonyanın altında olduğunu unuttuğumuz bütün anlarda o şaşkın cümle yokluyor dilimizi:

“Fakat nasıl olur; bilimin ve teknolojinin bunca ilerlediği bu çağda, bu cahillikler, bu hunharlıklar nasıl olur?”

Tam da böyle olur / oluyor!

Faşizm ve emperyalizm de akıldır; akıldır savaşlardan kazancı olanların hesap hanelerinde çalışanlardaki de; akıl ve bilimdir ileri bir dünyayı göstererek Ortaçağ köleliğinin pazarını sabitlemek; günün yirmi dört saati köle kıldıklarından bir de para kazanmak…

Ta ki ezilenler, insanlığın birikimi olan bütün bu bilimi, teknolojiyi ve aklı kendi yararına çevirmek için örgütleninceye dek…

Bu yüzden Sürrealistlerin o cümlesini yazalım, derim yaşama tarzımıza:

 

“Savaşta da barışta da, her ikisine de cevabımız proletarya devrimiyle dünyayı baştan aşağı yeniden yaratacak güçlerin birliğidir.”

Neye bakıyoruz?

Bir imparatora mı yoksa “Otoriter” bir topaca mı? Antropomorfik bir titan mı yoksa aklımızın çayırlarında dönenip duran? Bu topaç mı sürüklüyor; bu topaç mı yönetiyor bizi?

Evet. Çünkü… …

Siz getirin üstünü…

Tevfik Taş
diğer yazıları