Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda Sevgi Soysal, “Olmadık insanlar, çok gülünç nedenlerle tutuklanmışlardı o dönemde,” der kitabın hemen ikici sayfasında. Soysal’ın ‘o dönemler’ olarak adlandırdığı tarih, kitabın herhangi bir sayfasında belirtilmemiş olsaydı “o dönemleri” dün ya da birkaç saat önce gerçekleşmiş, olay ya da olaylar dizisi şeklinde yorumlayabilirdik. Ancak Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda 12 Mart 1971 darbesinin hemen ardından iki kez kalacaktır. Ve kitap, her ne kadar darbe dönemini içerse de, bugün de olmadık insanlar, olmadık nedenlerle tutuklanabiliyor. Çünkü söz konusu olan o yıllarda olduğu gibi bugün de kişiler değildir asıl olarak; yaşanılanlar, bir toplumun topyekûn kontrol altına alınması için yapılan bir dizi operasyondur.
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Sevgi Soysal’ın tutuklu kaldığı sırada tanıklık ettiği, yaşadığı 70’li yılların genel atmosferini yansıtır. Soysal, daha sonra yazacağı bu anıları, sanki o anda içerdeymiş, o dört duvarın tam ortasındaymış gibi anlatır. Her anı gerçek olmayacak kadar kurmaca, kurmaca olamayacak kadar da gerçektir. Soysal, ajite etmeden, dramatik değil, nesnel ve esprili bir dille içerden dışarıya bakarak o yılları anlatır. Çünkü içerisi adeta dışarısıdır. 70’li yıllar, daha sonra 1980 darbesi olarak adlandırılacak en kanlı dönemin adım adım habercisidir, hazırlayanıdır. O yıllarda gözaltılar, aramalar, işkenceler, tutuklamalar, baskın sırasında ya da sokak ortasında öldürülen, kaybedilen gençler, en acısı da idamlar vardır. Muhbire dönüştürülen halk, yalnızlaştırılmış ve çaresiz bırakılmıştır. Soysal’ın deyimiyle ele geçirilmeye çalışılanlar av’dır ve avcının halet-i ruhiyesi ise “Tam bir kan sarhoşluğu”dur.
Yine de Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu tam anlamıyla kadınların hikayesidir. Birbirinden renkli kadınların… Çocuk, genç, yaşlı kadınlar. İşçi, öğretmen, müdür, konsomatris, siyasi parti genel başkanı, yazar, ressam kadınlar… Türk, Kürt, Laz, Yahudi, Ermeni kadınlar… Bütün bu kadınların cezaevinde bir araya gelmesini sadece darbe zorbalığına bağlayamayız. Çünkü kadının yaşam içinde artık edilgen bir figür olmaması da etkilidir. Sıkıyönetim de şaşkındır, operasyonlar sırasında pek çok kadın tutuklunun olmasına. Yıldırım Bölge Cezaevi, önceleri biri boş olan iki kadın koğuşundan ibaretken daha sonra, kadınların bir türlü sığamadıkları kalabalık koğuşlar halini alır. Öyle ki, önceleri trafik polisliğinden getirilip Yıldırım Bölge’de görevlendirilen “acemi” kadın polislerin yerini zamanla, hızlı bir şeklide yetiştirilen kadın polisler alır. Yine de ağırlıklı olarak askerler, bu “haddini” aşan kadınlarla uğraşır.
Kadınlar, “hadlerini” aşmışlardır. Toplumsal cinsiyet rollerinin dışına çıkmış olmaları yetmezmiş gibi, devletin sarsılmaz bütünlüğüne gölge düşürmüşlerdir. İnanılır gibi değildir! İnanılmaz olduğu kadar da kabul edilemezdir. Bu nedenle, cezalandırılmaları, dize getirilmeleri devletin, milletin bekası için şarttır.
NASIL OLMALI: KADIN GİBİ Mİ, ERKEK GİBİ Mİ?
Sevgi Soysal’ın ilk ve kısa tutukluluğunun gerekçesi, kaleme aldığı Yürümek romanıdır. Yürümek, muzır kitaplar kategorisinde değerlendirildiği için, Soysal da “muzır”, “müstehcen” kişi olarak tutuklanır. Soysal, Yürümek’te toplumun dayattığı kadınlık erkeklik rollerini sorgular, sınırları zorlar ve kendince bu sınırlarla oynar, şekillendirir ve yeni biçemler yaratır. Sakıncalı kitap toplatılır ancak sakıncalı kişi toplanamayacağından derhal tutuklanır. Bu tutukluluk, aslında iktidarın kültür alanına müdahalesini, kültürün hiç de başıboş bırakılacak kadar ‘masum’ bir alan olmadığını gösterir. Ayrıca, yazarın kadın olması da pek hafife alınacak bir şey değildir.
Soysal’ın iki dönem olarak adlandırdığı sürecin bu ilk dönemi henüz sert değildir, bir yazar için adeta keyifli bir deneyimdir içeride olmak. Darbe tutukluları da bir o kadar ilginçtir. Birbirlerine gönderdikleri mektupların izi sürülerek yakalanıp, apar topar tutuklanan çiçeği burnunda genç kadın öğretmenlerin yatılı okul havasına çevirdikleri koğuştur Yıldırım Bölge. Öğrencilerini merak ettiği için “asker selamı çabukluğuyla tutuklanan”lardan biri olan Naciye Müdireleri de öğrencilerinin başındadır. Öğrencileriyle ilgili olması ve illegal, legal kelimelerini telaffuz etmesi tutuklanması için yetmiş de artmıştır Naciye Hanım’ın. Geriye sadece hangi örgüt davasında yargılanması gerektiği sorusu kalır. Elbette bunu da işlerinin ehli olanlar iyi bilir. O dönemlerde örgüt bulmak zor değildir…
Koğuşun en önemli misafirlerinden biri de Behice Boran’dır. Türkiye siyasi tarihinin önemli simalarından biri olan Behice Boran koğuşta tam bir kadındır, ancak mahkemeye gittiği sırada o “Erkek Behice” olarak görülecektir diğerlerinin gözünde. Erkeklik, kamusal alanda görülen, var olabilen kadınlara biçilen bir sıfat olarak süregelir. Hangi taraf olduğu fark etmez. Dönemin gerçekliği, kadınların erkeklere “bahşedilen” alanlarda varlık gösterebilmeleri için kendilerini ikame edecekleri bir “erkek” zırhı bulmasını zaruri kılar. Öte yandan “Erkek gibi kadın” olmak pek de kolay değildir. Kazanılması, korunması ve sürdürülmesi gerekir. Bu yüzdendir ki, sıkıyönetimin koğuş kapıları kapandığında, kadınlar bir aradayken tam olarak kadındırlar. Kimse bunu yadsımaz, kimse kadın olmaktan vazgeçmez, kimse ellerinde şişlerle örgü örmekten çekinmez. Behice Boran bile şişleriyle bir ters bir düz örgü örer. Dışarıya, havalandırmaya çıktıklarında ise askerlerin yarı çıplak bir şekilde talim yaparken moral olsun diye söyledikleri türkü “Tombul memeli kızlar”dır. Müstehcenlik erkekler için moral motivasyon kaynağıyken, kadınlar için “gayrı ahlaki ve sakıncalı”dır.
Kadın gibi kadın olmak, kadın gibi kadın tutuklu olmak koğuş yaşamında ortak dili kurmayı, erkeklerden yalıtılmış bir yaşamın üstesinden pratik çözümlerle gelebilmeyi sağlar Yıldırım Bölge’de. Koğuşta elim sende oynamak, düzenli tertipli olmak, duruşma öncesi güçlü ve dimdik görünmek için süslenmek onlara hastır. Ancak bu çaba her zaman doğrusal olarak ileriye doğru gidemez. Çünkü siyaset gibi, tutukluluk da erkeğin “harcıdır”. Madem kadınlar siyasi arenada aktif olma cüreti gösteriyorlar, o halde sonuna kadar erkeklerle aynı muameleyi göreceklerdir. Bu noktada sonuna kadar eşitlerdir. Sıkıyönetim cezaevlerinde, darbenin sertleşmesiyle birlikte çıkarılan kanunla birlikte siyasi tutuklulara “er statüsü” verilir. Bu uygulamadan kadınlar da payını alır. “Er kişi” olmamalarına rağmen onlar da “er tutuklu” sayılırlar. Er tutukluluk statüsü, sistematik baskı, taciz, zorbalık demektir. Böylelikle artık kadınlar, kadın tutuklu değil, er tutuklu olarak sıkıyönetim cezaevlerinde askeri uygulamalara maruz bırakılacaklardır. “Rahat, hazır ol!” komutlarıyla yeni bir dönem çoktan başlamıştır.
Çizim: Kübra Yeter
DEV-OS: DEVRİMCİ OROSPULAR ÖRGÜTÜ
12 Mart darbesi ikinci yılına girdiğinde, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kalabalıklaşır. Gerçekleşen operasyonlarla pek çok kadın tutuklanır. Kadınların birçoğu koğuşlara gelmeden önce işkenceden geçmişlerdir. Kitapta yer alan Sizinkiler başlığında koğuşa getirilen bu kadınları anlatır Sevgi Soysal, “Sessizce koğuşa girer, kimsenin yüzüne bakmazdı. Onlar siyasi tutukluların yaptığı gibi gelir gelmez tanıdık var mı diye bakınıp, bir tanıdık bulunca sevinmezlerdi. Hani neredeyse bildik, tanıdık kimseyi görmek istemez gibiydiler…. Hiç ama hiç unutamayacakları şeyler geçirmişlerdi. Buna kadınlara yapılan rezillikleri de ekleyin. O uzun masanın başına ilişiverip, saatler, bazen günlerce sadece yere bakanları asla unutamam. Ama hayat sürüyor koğuşta.” Bu satırlar, Türkiye gerçeğini açıkça ortaya koyar. Ancak kadınlar konuşmadan birbirlerini anlar, yeni gelenle birlikte kendisini de iyileştirmeye çalışır.
Hayatın sürdüğü koğuşta “kendini koyuvermek” olmaz. İşkence, salt diğerlerini ele geçirmek üzere başvurulan bir uygulama değildir. İşkence ve hakaretlerin hedefi kadınların insanlık onurudur. Kadınlara edilen en hafif küfür ise “Orospu”dur. Hal böyle olunca Dev-Os: Devrimci Orospular Örgütü de kurulur. Kadınlar, mizahın gücüyle içinde bulundukları koşulları hafife alırlar. Ancak devrimcilik “ciddiyet” gerektirir. Bu ciddiyeti, zorla dayatan sadece sıkıyönetim değildir, sıkıyönetimle birlikte kadınların koğuş içindeki birlikteliğine, yaşamına erkek tutuklular da “devrimci ciddiyetle”le müdahale ederler. Kadınların salt kadın olmalarını değil, “Erkek gibi devrimci kadın olmalarını” isterler. Örneğin, erkeklerin jimnastik yaptıkları görülmüş şey değildir, o halde kadınlar da yapmayacaktır. Jimnastik yapmak fazlasıyla kadıncadır; dolayısıyla Yıldırım Bölge erkekleri epey bozulur bu işe, talimat da oldukça açıktır: “Kızlar jimnastik mimnastik yapmasınlar.” Mamak’ın da gözü kulağı kadın koğuşunda olup bitenlerdedir. Kadınların aldıkları kararlara müdahale etmek, gerektiğinde de “azarlamak” hakkını kendilerinde bulurlar.
Halbuki, en ağır koşullarda bile pratik çözümüler üreterek baskıyı savuşturmayı bilir kadınlar, yine bu ağır koşullarda gülümsemeye çalışarak dimdik durmayı başarırlar. Öyle ya, “Hayatı dikenli tellerle çevirip tutuklamak mümkün mü?”dür. Mümkün olmayan bir diğer şey de kır çiçeklerini gördüklerinde, erkeklerin bir türlü anlayamadıkları o sevinci duymalarıdır. Aslında kadın tutuklular, sonuna kadar kadın tutuklu kalmak için direnirler. Elbette koğuşun kapıları herkese kapandığında.
YILDIRIM BÖLGE’NİN SEVGİ’Sİ
İnsani olarak türlü acı izler bıraksa da Yıldırım Bölge’den, iyi ki Sevgi geçti diyebiliyoruz. Yıldım Bölge Kadınlar Koğuşu, düne bakarak bugünü anlamamızı sağlıyor. Sevgi Soysal’ın bunu sağladığını söylemekte de sakınca yok. Kitap bittikten sonra, gerçeği adeta kurmaca gibi anlatan Sevgi’nin bizleri nasıl olup da bunca güldürdüğüne şaşırıyoruz. Okurken güldüğümüz satırlar bitip tükendiğinde, kitabın kapağı kapandığında, kaçınılmaz olarak acı bir tebessüm beliriyor yüzümüzde. Bol kahkahanın arasına sızan yukarda bahsettiğimiz acı gerçekler ve Sevgi Soysal’ın aramızdan bu kadar erken ayrılmış olması… Oysa ne çok anlatacağı, yazacağı varmış. Kendine has nahif, samimi ve kadifemsi üslubuyla öyle güzel anlatmış ki Yıldırım Bölge’nin kadın kahramanlarını. Oysa erkeklerin anlattığı kadınlar hep kayıp, hep eksik, yarım. Bu yüzden yinelemekte fayda var, kadınları elbette en güzel kadınlar anlatır.