yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Hayao Miyazaki’nin Filmlerinde Kötülüğün Temsili

Tüm kötülüklerden Allah’a sığınırım”

Seren Serengil

Platon ve Epikür’den bu yana kötülük problemi güçle, doğayla ve insanla ilişkilendirildiği sürece işlendi. İşlendikçe bambaşka boyutlarıyla ele alındı ve felsefenin temel tartışma konularından biri oldu. Soyut bir kavramın hayata etki edecek derecede somutlaşması elbette kötülüğün kayıt altına alınmasıyla mümkün hale geldi.

20. yüzyıl itibariyle gittikçe yaygınlaşan kamera kullanımının insanlığa sunduğu kayıtlar 2. Dünya Savaşı’nda kötülüğü daha da görünür kıldığında Hannah Arendt kötülüğün ne kadar sıradanlaştığını bir mahkeme salonundan hepimize endişeyle fısıldamıştı. Kötülük başlı başına bir kötülük olmaktan çıkıp günümüzün popülizmiyle beraber makyajlandığında eski soyut halini tekrar alır gibi olmakla kalmadı, düpedüz desteklendi, iktidarlar için bir övünç kaynağı oldu. Kötülük yaşamaya değer bulunmayanların “özgür irade”leriyle beraber yok edildiği, şiddetin ideolojik görünmezliğini arttırdığı bir akım oldu.

 

Pekiyi kötülük sadece gerçek hayatla mı sınırlı kalan bir şey? Elbette değil. Kurmacanın alanında hikaye örgüleri büyük oranda iyilik-kötülük arasındaki onulmaz mücadeleyle kuruldu. “Kötülerin kaybettiği, iyilerin kazandığı” sinema filmlerindeki ana karakterler, kimliksel boşluğumuzun onarıcıları oldu. Sadece yetişkinlerin değil, çocukların “terbiye edilmeye” başlandığı 6-7’li yaşlardan itibaren çizgi filmler, animeler gündelik hayata fazlasıyla müdahil olduğunda hepimiz iyi karakteri oynamaya çalıştık. Filmlere kıyasla animelerdeki çizgilerin serbestiliği iyilikle kötülük arasındaki farkı o kadar net ortaya koydu ki, sonunda organize kötülük kör göze parmak yok edildi. Pekiyi bu yazının esas konusu olan Miyazaki’de durum nasıl işliyor? Sinema filmlerinden farklı olarak Miyazaki animeleri kötülüğü nasıl sunuyor? İyilik ve kötülük arasındaki klişe kurulumlar nasıl tersyüz edilerek yeniden ele alınıyor? Yazı boyunca bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.

Miyazaki

  1. Kötülüğün Mistik Sınırları ve Miyazaki: Animenin Gücü

Kötülüğü göstermek, hele ki doğaüstü yönleriyle nakletmek sadece iyiyi göstermekle, olanı anlatmakla sınırlı olan bir şey değil. İlkel zamanlardan beri geçmişe dair efsanelerin çoğunluğunun doğaüstü güçler referans gösterilerek anlatıldığı ortadadır. Hayaletlerin, cadıların, insanüstü özelliklere sahip yaratıkların işlendiği bu hikayelerde inanmayı mümkün kılan birçok motivasyon da ortaya çıktı. Din başta olmak üzere insanların hayatını düzenleyen toplumsal bazı kurallar bu motivasyonlardan bazıları oldu. Bu sebeple ne kadar geçmişe giderse inandırıcılığı o kadar artan hikayelerle karşı karşıya kaldık. Miyazaki’nin animelerine baktığımızda buna benzer bir durumla karşılaşmak mümkün. Fakat aşağıda da değineceğimiz gibi o kötülüğün mistik tarafına değinirken kesin bir sınır çizmez, kötülüğü mevcut anlamının dışında alır ve hatta yer yer onu tersyüz eder.

Pon Poko

Algımıza yerleşmiş mistik kötülüğü Miyazaki işlediğinde ona yer yer iyi özellikler atfederek kötülüğün adresi için “iyi” olarak kodlanan canlılara kötülük atfeder. ​Küçük Cadı Kiki(Kiki’s Delivery Service) kötü olarak kodlanan cadı figürünü bir çocukta resmederek ona tamamen iyi özellikler atfeder. Üstelik bunu yaptığı yer geçmişteki bir şehir değil, tamamen bir kent ortamıdır. Dolayısıyla kent ortamının fazla-tüketimci ve bireyci insanlarındaki kötülüklerle

karşılaşır. Cadı olarak gideceği kente gitmeden önce “ama sadece eğlenmeye gitmiyorum ki, en azından bir sene eğitim almazsam iyi bir cadı olamam” der ve gittiği kentte insanların kendilerine baktığını fark edince kedisi Jiji’ye “gülümse ve iyi bir izlenim bırakalım” der. Burada kalacak yer bulmak için bir süre çalışır ve sadece emeğinin karşılığı olan parayı almak ister. Gittikçe herkesin sevdiği biri olan Kiki sonunda arkadaşını kurtararak kahraman olur. Film boyunca normalde konuşması imkansız olan kedi Jiji’yse Kiki’ye arkadaşlık eder, onunla konuşur ve hatta aşık olur. Bu kedi normalde “uğursuz” olarak tabir edilen siyah bir kedidir ve o da cadı kelimesine yüklenen olumsuz özelliklerin dışında olduğu gibi tamamen sevimli bir kedi olarak resmedilir. Kısacası filmde mistik anlamda kötü olduğu düşünülen canlılar burada karşımıza birer “iyi” olarak çıkar.

Prenses Monono

Prenses Mononokeise kötülüğün sınırlarının çizilmesinin epey zor olduğu bir filmdir. Her ne kadar senaryosu Neil Gaiman tarafından yazılmış olsa da çizimler kötülüğü somutlaştırmada oldukça önemli bir paya sahip. Animenin gücü sayesinde konuşan, başka formlara dönüşen birçok hayvan karakterle karşı karşıyayızdır ve domuzların saldırdığı bir kabileden hareketle hikaye başlar. Esasında bu hayvan-tanrılar doğaya zarar veren insan ırkına karşı saldırganlaşmaya başlar. Doğaüstü bir durumla karşı karşıya olduğumuz filmde lanetin bulaşıcılığını Ashitaki’nin koluna domuz tarafından sıçrayan yarada görürüz. Öte yandan Lady Eboshi de burada orman tanrıları ile mücadele halinde ve silah üretiyordur. Ashitaki orman tanrılarıyla savaş halinde olan Eboshi’ya “Yaban domuzlarının ağaçlarını kesiyor sonra onları canavara çeviriyorsun, şimdi silahlarınla yeni nefretler yaratıyorsun” der. Ashitaki’nin sözleri bir anlamda insanın yarattığı kötülüğün doğada karşılık bulduğu mistik kötülüğe tekabül eder. Bu yönüyle temel kötülük insan çıkarları adına ortaya çıkmıştır. Yine de şunu belirtmekte fayda var: hayvanlarda vücut bulmuş bahsi geçen mistik kötülük de kendi doğasını korumak adına Prenses Mononoke ile beraber insanlara karşı savaş açmıştır. Es geçilmeyecek bir diğer nokta Japon mitolojisiden yararlanılarak çizilen Kodamalardır ki bunlar görüntü itibariyle zararlı olduğu düşünülen Kodamalar bir süre sonra iyi olarak izlenilir.

  1. İyilikle Kötülük Arasındaki Rekabet

Miyazaki elbette sadece kötülüğün yarattığı enkaza odaklanarak çizimleri ele almak gerekiyor. Animeleri boyunca kötüyü kötü yapan iyilikle karşılaşma durumu değil, her durumda kötü bir doğaya sahip olmasıyla açıklanabilir. Ne var ki kent yaşamı, savaşlar ve tüketimcilik gibi olgular olağan kötülerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yukarıdaki alt başlıkta da belirttiğimiz gibi kötü olarak kodlanan bazı canlılara iyilik özellikler atfedilmiş olsa da kötülük birçok Miyazaki animesinde yanlış olanın gösterilmesinde işlevsellik kazanmıştır: “Kötülüğü dışarıda değil, yanıbaşınızda, hatta içinizde arayın”.

Elbette animeler üzerinden felaket senaryoları üretmenin manası yok. Ne var ki temel amaç farkındalığı arttırmakmış gibi görünüyor. ​Pom Poko’ya baktığımızda bunun en net işaretlerinden biri olan açgözlülüğü gösterebiliriz. ​Prenses Mononoke’dakine benzer bir şekilde açgözlülük neticesinde doğaya zarar veren insanlara karşı savaş açan rakunları izleriz. Nihayetinde her ne kadar türdeşlerimize karşı açılan savaşı izlesek de rakunlar bizlere oldukça sevimli ve iyi gelir. Sonuç itibariyle insanın yerleşik algısını zorlayan iyilik ve kötülük arasındaki rekabetin tehdit unsuru olarak kodlanan hayvan lehine geliştiğini izleriz.

Bu durumun en net ifadesini ise bir dönüşüm hikayesinde, Porco Rosso filminde izleriz. 1. Dünya Savaşı sıralarına tekabül eden filmde büyülü güçler tarafından domuza çevrilmiş bir pilot vardır. Yine mistik bir güç tarafından kötüyken iyi olanı izlediğimizde bir domuzun faşizma karşı açtığı savaşı izleriz. Neticede bir Miyazaki animesi olarak “iyi” bir insanın “kötü” bir insanla savaşmasına denk gelmek pek de mümkün görünmüyor ve insandan hayvana dönüşüm zorunlu hale geliyor.

Bu filmlerden yola çıkarak iyi olmak için kötü karakterlerden arınmak gerektiği düşüncesi akla gelebilir. Öznenin ölümü dediğimiz süreç tam da burada devreye girer gibidir. Kitle psikolojisinin baskın gelmeye başladığı 20. yüzyıl toplumsallığında iyiyi aramanın özne olmaktan, dönüşüme girmekten geçtiği, hatta ilkel yaşama özgü davranışları ithal etmekten geçtiği vurgulanmıştır.

Sonuç

Yukarıda bahsi geçen filmler genel itibariyle insani olmakla hayvani olmak arasında gidip gelen iyilik-kötülük çatışmasını sunuyor bizlere. Animenin gücünü burada daha çok kötü olarak kodlanmış canlı algısının dışına çıkıp ona tersi özellikler atfetmesinde görebiliriz.

Başka bir deyişle Miyazaki yıllar öncesinden modernizmle beraber dönüşen bireyci toplumun aksak taraflarını, insani olması beklenen iyi hayvan davranışlarıyla bize sunar. Bunun sırrı ise bahsi geçen hayvanlara konuşma ve düşünme özelliği vererek onlara doğaüstü güçler vermesidir.

Bir diğer husus ise sıradan insan olmakla olağanüstü güçlere sahip olmak arasında gidip gelen iyilik-kötülük dengesidir. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi dönüşümün zorunlu olduğu bu dengede temel mesele zarar vermeden bütün canlıların sorunsuz yaşayabileceği bir dünya oluşturmaktır. Dolayısıyla Epikür’den Arendt’e gelen yolda dünyaya giderek hakim olan kötülüğün sıradanlaşmasının engellenmesi hedeflenmiştir. Pekiyi bu amacını gerçekleştirebilmiş midir? Büyük oranda yetişkinlerin izlediği bu animeler her ne kadar evrensel mesajlar verse de günümüz popüler dizi sektörünün altında ezilmiş gibi duruyor.

A. Hamit Akın
diğer yazıları