Bu yıl 62’ncisi düzenlenen Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde seyirciyle buluşan Ali Asgari’nin İlahi Komedya filmi, İran’da sansürle mücadele eden bir yönetmenin hikâyesini absürt bir mizah diliyle anlatıyor. Başkarakter Bahram, kariyeri boyunca Türkçe-Azeri dilinde çektiği hiçbir filmi İran’da gösterememiş bir sinemacı. Yeni filminin de Kültür Bakanlığı tarafından reddedilmesiyle, yapımcısı Sadaf’la birlikte yeraltı yollarla filmi İran seyircisine ulaştırmaya çalışıyor.
Asgari, Venedik Film Festivali’ndeki röportajında “İran’da beş film yaptım, hiçbiri resmî olarak gösterilmedi. Ama benim için önemli olan, halkın bu filmleri görmesi,” diyerek bu direnişin kişisel boyutunu vurguluyor. Film, İran sinemasının geleneksel şiirselliğini aşarak, sansürün gündelik hayattaki absürtlüğünü –evde hayvan beslemenin bile yasaklanması gibi detaylarla– gözler önüne seriyor.
Akıcı ve komik diyaloglarıyla seyirciyi güldürürken, üretme arzusunun önünde hiçbir yasağın duramayacağını da hatırlatıyor. Finalde Suriye’de Esad’ın devrilişine ve İran’ın İsrail’le gerilimine de değinen film, bir yerde rejimden intikamını alıyor… Film, Türkiye’deki izleyiciye de şu soruyu yöneltiyor: Sansüre direnen İranlı bir yönetmene duyulan empati, neden benzer baskılarla karşılaşan Kürt sinemacılara yönelmiyor?
KARA DELİKLER VE ANNELİK
Festival kapsamında gösterilen bir başka film ise Mary Bronstein’in If I Had Legs I’d Kick You filmi. Film, annelik deneyimini feminist bir perspektiften ele alıyor ve bunu Linda karakteri üzerinden derinleştiriyor. Rose Byrne’ın canlandırdığı Linda, hem psikolog hem anne olarak hayatın yükünü tek başına taşımaya çalışırken, film onun yüzüne odaklanan açılış sahnesiyle seyirciyi hemen içine çekiyor. Kamera yalnızca Linda’nın yüzünü gösterirken, fonda doktorla kızının diyaloğu duyuluyor; kız babasını katı, annesini ise ikna edilebilir olarak tanımlıyor, Linda ise buna sessizce itiraz ediyor. Bu sahne, Byrne’ın oyunculuğunun zirveye çıktığı anlardan biri. Film boyunca Linda’nın küçük kızı hiç görünmüyor; yalnızca sesini duyuyoruz, tıpkı kocası gibi. Bu tercih, kadın karakterlerin yalnızlığını ve erkek figürlerin sürekli uzaktan müdahale eden, eksik destek veren varlıklar olarak konumlandırılmasını güçlendiriyor. Evdeki tavanın çökmesi ve kızının karnındaki beslenme hortumu, Linda’nın hayatındaki fiziksel ve duygusal deliklerle örtüşen güçlü metaforlar sunuyor.
Film, yalnızca Linda’yı değil, çocuklarıyla bağ kurmakta zorlanan, kendini suçlu hisseden diğer anneleri de göstererek annelik meselesini tekil bir hikâyeden çıkarıp kolektif bir deneyime dönüştürüyor. Yer yer metaforik anlatımı yoğunlaşsa da bu anlatım biçimi kadınların görünmeyen yüklerini görünür kılmak için cesur bir tercih. Rose Byrne’ın performansı ise bu yükü hem kırılgan hem dirençli bir şekilde taşıyarak filmi duygusal olarak taşıyan en güçlü unsur hâline geliyor.



