yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Neden Sonra Yanardağlara Dair

Bir zaman dergilerden takip ettik Türkân İldeniz şiirlerini, peş peşe yayımlanan ilk iki kitabını bulmak pek mümkün olmasa da antolojilerin ve kütüphanelerin elbette yardımı oldu onu anlamaya çalışmakta. Söyleşisine ve yanıtlarına ulaşmak mümkün olmasa da hakkında yazılanlara da ulaşmak bir hayli zor. Şimdi ve bugün bir yeni kitabı eski iki kitabıyla yayımlandı ve üç kitabına da ulaşmak mümkün olduğu için şiirine dair kelam etmek daha bir mümkün oldu nihayet. Bir dönemin şiirini anlamak, sormak ve yanıtlamak için Türkân İldeniz’e de başvurmak lazım elbette. Sennur Sezer, Mübeccel İzmirli, Melisa Gürpınar ya da Gülten Akın farklı zamanların yakın şairleri olarak ulaşabileceğimiz uzaklıkta oldular hep. Türkan İldeniz okura ve sorulara mesafesini korudu, yakınlaşmak ve anlatmak istemedi uzun zaman. Yeni kitabı Buz Altında Yanardağ sessizliği bozdu mu, yeni sessizlik alanları mı kazandırdı şaire emin değilim.

“ELEM ÇİÇEĞİ”

Kırılsa da uzaklaşamayan bir yanı var, yakınlaşmak istedikçe kendine engel olmak isteyen ama bunu kendine men eden bir yanı. Alımlıdır. Yoksul bir evde gece hasır süpürse de pınar başına gittiğinde ölen bacısından kalan güllü basmayı üstüne ekti miydi, bıçak çekilir onun için. Türkülerdeki gibi değil oysa hayat, takunyasının safi gürgen olduğundan yakınır bir yerde.

Tam kendinden emin yaşta, kendi varlığını sorguladığında içindeki alevle konuşuyor üstelik. Mızrak gibi bir şeyden bahsediyor kendi hakkında ve Havva ile kıyaslıyor kendini. Yol açıyor kendine, engelleri uyarıyor ve telkin veriyor yaklaşmakta olana.

Eremiyor ama umudunu da yitirmiyor, beklediği gelmiyor üstelik. Limana demir atan gemilerden beklediği inmiyor, limandan demir alan gemiler onu götürmüyor bekleyenine; diri tutuyor kendini. Bırakmıyor. Umuyor. İstiyor. Yenilgiyi kabul edecek gibi olsa da bir itirazla kendi karşısına geçip öteliyor karamsarlığı. Anne babalı bir öksüzlük, örgütlenmiş bir kötülükle karşı karşıya ama içindeki sesi dinliyor. Ölümü kurgulamış bir yanıyla, onunla karşılaşmaktan geri durmamış gibi bir yanıyla da ama ona kişisel bir elbise biçmek gereği duymuş şiirde. Sapık, demiş ölüme.

Seni ben yoğurdum, ben işledim, ben çizdim
bayramladım, şölenledim, süsledim içten

Bölüme de adını veren “Elem Çiçeği” şiirinden iki dize. Geliyor akla, gelir Charles Baudelaire ve onun “Elem Çiçekleri”. Farklı adlarla çevrilmişliği de vardır ama insanın aklına gelir, yirmili yaşlarında bir şairin, ilk şiirleri için yargılanacak ya da bir kesinlik sunulacak ve oradan taş atılacak bir şey değil. Şiirin gücü, lirizmi ve ahengiyle karşı karşıya gelirken bir adım, bir sekme, bir patika sadece.

Okurken ve devam ederken, Maviciler gibi bir ses geliyor, Kaçak adını verdiği yerde kitabın bölümünde Attila İlhan giriyor şiire birden, Kaptan sen yoluna git biz şiiri okumaya devam edelim. Ama bir Garip ses duyulmuyor şiirden, kendini anlatıyor daha çok. Kadın olmayı, kendini var ederek yaşamanın yollarını sorguluyor. Güçlü yanlarına dokunuyor, kırılgan yanlarını törpüleyip onarıyor şair. Dönemin şiirinde kendi sesine yaslanıyor. “A”cılar bir yanda “Mavi”ciler bir yanda, toplumcular bir yanda.. Türkan İldeniz bir senteze ulaşıyor, İkinci Yeni şiiri de değil bana kalırsa, kendince bir şiir, hepsinin karışımından ulaşılmış bir sentez. Ama kitaptaki “Kaçak” şiiri/bölümünde özellikle Atilla İlhan etkisini sezmek olası. Bir toplumculuktan bahsedilecekse, Türkan İldeniz’in de Baylan’a gidip gelenler arasında adının sıkça geçtiğine dair okumalar yapmış olanlar için, “Maviciler”den doğru gelen bir sosyal realizmden bahsetmek daha bir anlaşılabilir olabilir.

Karşısındaki devlerle tek başına mücadele edeceğini düşünmekle kalmayıp “hileden önce insanlık öğrenin” diyor hasımlarına. Restini çekiyor elbette:

Oysa cümle geçitlerde hep siz hep devler benzeri durmaklığınız
Oysa ben yalnız kişiyim ellerim beyaz, gözlerim ürkek

O imkansız kavuşma, radyoda kayıplar saatinde anons edilse de bir kavuşmanın eşiğinde, neyse işte aramakta olanın kendine sorusu. Türkan İldeniz bir gençlik yangını gibi yazmış Taşra Kızının Deliceleri’ni. Şiirlerin bir kısmı Varlık, Seçilmiş Hikayeler, Yelken ve Pazar Postası gibi dergilerde yayımlanmış ki, bu dergilerin tümü edebiyat tarihimizin baş köşesinde yerini korumaktadır. Yer yer mitolojiye uzanmışken çok yerinde dizeler karşılıyor bizi. Sırıtmadığı gibi yormuyor da, tekrara sürüklemiyor, sesini yükseltmiyor şiir sayfalar boyunca.

Havva Çıkmazı hemen bir yıl sonra yayımlanıyor, Türkan İldeniz şiir yolculuğuna devam ederken makas değiştiriyor; aynı yöne doğru gidiyor şiiri ama farklı bir makası tercih ediyor. 1967’de yayımlanan kitabın daha ilk şiirinde bir çocuğun kötülüklerle dolu dünyaya gelmesinden sorumlu olduğu ve bunu çocuğa danışmadan yaptığı için üzüntüsünü dile getiren şair, çocuktan af dileyerek barıştan bahsediyor, ekmek ve güvercinler giriyor şiire. İlk başta, bir önceki kitaba göre farklı bir okuma olanağı sunacağına dair bir yol haritası gibi geliyor “Ece’ye Ninniler” ve hemen sonra “Hiroşima Pişmanı” yer alıyor ikinci şiir olarak. Bir başka duyarlık giriyor şiire, bir başkası adına dünyadan ve dünyayı saran şiddetten özür diliyor şair. Kendi adına yazdıklarıyla var ettiği, ölen insnaların masumiyetine götürüyor şairi. Hiroşima’ya atılan atom bombası onun kalbinde de patlıyor ama başkasının adına sesleniyor dizelerinde. Devamla “Ezgi” şiirinde emek sözcüğü çıkıyor karşımıza, altın ve kömür, bilim ve yuvarlak olduğu dünyanın.

SUS GÖZLERİN KONUŞSUN!

Şair dönemin bütün ağırlığını kendince taşıyıp, aşkı ve ayrılıkları tartarken bir yandan da dünyanın içinde biriken adaletsizlik, eşitsizlik, savaş ve kıyımlara dair sesini yükseltmenin anahtarını arıyor dizelerinde. Bilmiyorum, belki o zamanın geçerli kalıpları değildi; zamanı şaşırtan cümleleriydi ve gündelik hayata şiirden transfer oldu belki, “Sen de konuşma gözlerin yeter” ve benzeri dizeler şair hakkında bir klişeye varmaktansa dönemin dilindeki özellikleri bilmediğimiz için bizi yorum yapmaktan alıkoyuyor şüphesiz.

Her çağdan sorular yüklenerek
Ne denli yorulsam omuzlarım düşmüyor nedense
Nedense sen hep kolunda kitaplarla gelirsin
Sen gelirsin gözlerime ışık gelir, evime renk

Bir yanıyla demek istediğim buydu sanırım. Gelenin ılık ve renk getirmesi gibi, bilindik olanın şiirdeki temsiliyeti ya da şimdiki zamanda okuduğumuz dizenin bizde bıraktığı ağırlık hissi. Ama kitap gittikçe politikleşen bir içerik topluyor şiirler boyu. Artık borçlu doğan çocuklar, madenciler, insan hakları giriyor dizelere. Sevgilisine seslenişi, ondan beklentisi, onunla kuracağı gelecek planları değişiyor şairin.

Vazgeç sevdanı büyütmekten
Sokaklarda kalan çocukları büyüt – kıvanayım
İnsanın insana hakkını ver – insanı kotar
Maden ocaklarına gir kazma salla onlarla
Ya onlara güneşi indir, ya onları güneşi çıkar

Bir dönüşüm içeriyor bu dizeler. Geçmişle gelecek arasında, sanayileşmenin ve kırdan kente göçen insanların gettolarda, kötü hayat koşullarında ve yoksul başlarına yaşadıklarını sezdiriyor şair bize.

Ben seni sevemem boylu boyunca
Kendimi bırakamam havasına sevdanın
Kıbrıs çığlıkları uğuldarken kulaklarımda

Devam ediyor şiiri, Kıbrıs’ın KKTC olmadığı zamandan bahsediyoruz. Şiirin sonundan anladığımız kadarıyla 15 Eylül 1967 yılında Varlık’ta yayımlanmış. O yıllar Kıbrıs’ta milliyetçilik ateşlerinin sönmek bilmediği yazıyor tarih sayfalarında. Vatan ve bayrak, bölünmezlik ve din kundaklanmış camiler üzerinden milliyetçileri sokaklara salmaya yetiyor. Evinde, eşinin yanında uykudayken vurularak öldürülen gazetecilerin olduğunu elbette unutmuş olmalıyız. O gazetecilerin, camiyi bombalayanların milliyetçilik çığırtkanı kişilerle aynı tastan beslendiklerine dair haberleri yapmaktan geri durmadığı için kurşunlandığını da yazıyor tarih sayfaları. İyi şiirin tarihe not düştüğünü, tarihten beslendiğini ve çağının ötesine geçtiğini not düşelim. Kıbrıs’ta hala gazetecilerin öldürüldüğü gerçeği bu iddiamıza bir yanıt olarak kayıtlara geçmiyor olsa bile.

Bu sezgisel döngü kendini bir kadının sabahına uyandırıyor ve orada soruları çoğaltıyor nihayet. Kitaba adını veren bölümde kadın olma hallerini iyiden iyiye tartışıyor Türkan İldeniz.

Bir kız çocuğu olarak dünyaya gelmiş olmanın evde yarattığı pişmanlık da buna dahil elbette. Ve oradan hayatın akışına, ırmağın sesine ve erkeklerin hoyratlığına uzanan bir dünyada, kendi kendini var etmenin şiirini kuruyor özenle. İktidarların, erkek egemenliğinin, baba sultasının, istenmeyen kız çocuklarının sesine katıyor sesini. Dönemine göre erken bir şiir, bir kadın olarak erken yazıyor bu şiirleri Türkan İldeniz. Erken zamanda fark ettiklerini, toplumsal mücadelenin olanaklarıyla buluşturmanın yollarını ne kadar aralıyor emin değilim ancak şiirinin içinde bir kadının yürüdüğü muhakkak. Çocukluktan gençliğe ve oradan yaşlılığa doğru duracak olan saati ölümle kurgulayan bir şiiri kadının toplumsal hayattaki yeri ve konumuyla sorguluyor. Bu arada Kaptan girmiyor mu yine şiire, girmez olur mu, ama Kaptan’ı seven kadın ona tutkuyla bağlı olmasına ve oralarda bir yerde kalbini bırakmış olmasına rağmen yoluna devam etmenin bütün olanaklarını kurcalıyor. Naz ya da niyaz değil, bilinçli bir tercih sonucu geride bırakıyor Kaptan’ı. Ama sanki zaten bir arada olmak için değil, o imkansız olanı büyütmek için var Kaptan.

HİSAR’DA BİR SAKLI SORU

Buz Altında Yanardağ şairin yeni kitabı. 1966’da Taşra Kızının Deliceleri, 1967’de Havva Çıkmazı’ndan sonra yeni bir kitapla bize şiirinin kapılarını tekrar araladı Türkan İldeniz. Yarım asırdan fazla geçmiş olmasına rağmen yeni kitap yayımlatmamanın bir ısrarı olmalı elbet, bu da şairin kendiyle olan yanıtlarını içeriyor olsa gerek. Merak etmekle beraber bu özeli kurcalamanın doğru olacağını düşünmüyorum. Buz Altında Yanardağ’dan anlaşılacağı üzere şair yazmaya ve dergilerde yayımlatmaya devam etmiş şiirlerini. Arada zaman boşlukları var ama şiiri kesintiye uğramamış hiç. 90’lı yıllarda “İnsancıl” dergisinde şiirlerini okuduğumu anımsıyorum… Damar ve Evrensel Kültür, Berfin Bahar ve Üvercinka şairin şiirlerini yayımlatmak için tercih ettiği dergiler arasında. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın yayın organı olan Güzel Yazılar’da da şiirlerini okumuşluğum var, evet. 1968 ve 1969 yılları arasında iki şiirini Hisar dergisinde yayımlatmış şair. Bu dönem Hisar’ın ikinci dönemidir. 1950-1957 yılları arasında çıkar Hisar… İkinci Dönemi ise Ocak 1964 ile Aralık 1980 tarihleri arasındadır.

Bu dergiyi çıkaranlar Hisar’ın yabancı taklitçiliğine karşı Millî sanatı, ideoloji baskısına karşı hür düşünceyi, dilde tasfiyeciliğe karşı yaşayan Türkçeyi savunmasını istemişlerdir.[1] Bütün bunlar olurken, belki de Hisar’ın ilk dönemi daha anlaşılabilir; sağdan ve soldan edebiyatçılar yakın kahvelerde oturur, yakın pasajlarda dergi büroları tutar, selamlaşmaktan imtina etmez ve herkes iyi niyet beslerdi ama Adalet Partisi iktidarı ayrışmayı körüklemişti. 68’ Kuşağı’nın kaldırım taşlarını söktüğü bir dönemde, Türkan İldeniz’in “milli sanat, milli edebiyat kalesi” bir dergide neden şiir yayımlatma gereği duyduğu da sorularımız arasında kalsın, belki bir gün bir yerde yapılacak olan söyleşide bu soruya da yanıt vermek ister. Ama geçmiş zamanı kurcaladığımızda Türkân İldeniz’in soru sorulmasına karşı bir yanıt vermediği, söyleşiden ve yanıtlamaktan uzak durduğu göz önüne alınırsa bu sorumuzun karşılığını bulmakta zorlanacağımız kesin. Dağlarca ekolü olsa gerek; ama Dağlarca’nın da yanıt verdiği sorular olmamış mıdır?

Bu rant, rüşvet, servet
vurgun soygun arpalık
önce nerden başlar kokmaya balık
bu…

Nasıl görmeze gelinir nasıl kanıksanır
dört bir yandan iştahla
toplumsal dokuyu kemiren bu tümör

Dönem dönem şiirini takip ediyoruz üç kitabı boyunca Türkan İldeniz’in. Sadece onun şiirini değil dönüşümünü, yazmakla yola çıktığı ilk zamanların telaşını ve yakın zamanı okuyoruz sayfalarda. Kitapta yer alan “Biz”, “Dünya Tarihinde Bir İlk”, “Rüya” ve “Arma” gibi şiirler özellikle şairin şiirindeki geçiş aşamalarını okura yansıtmaktadır.

Çok zaman geçmiş aradan, Türkan İldeniz okurlarına kendini ara ara anımsatmış ama kitaplarına ulaşmak, yeniden okumak ve yeni şiirlerini bir arada okumak önemli bir olanak. Hem şiir okurunun memleket tarihi ve bir şairin geçtiği aşamaları okuması, kendisiyle tartışması ve o lirizmi geçiş zamanlarında hissetmesi anlaşılabilir bir şey. Gittikçe politikleşen, politikleştikçe de kendinden hayata sorular katan bir kadının yazdıkları birikmiş onca zamanın saklısında. Okurun her üç kitaptan da alacağı çok şey var, karşılaştırmalı okumalar yapmak için kitapları muhtelif defalar ve tersten okumalar yapmak için elverişli olabilir.

Bu kadar zaman sonra şiirlerini yeniden toplu halde okuduğumuzda sadece şiirin geçtiği aşamaları, sadece şairin geçtiği yolları takip etmekle kalmayacağız. Memleket aydını muhtelif zamanlarda muhtelif çalkalanmalar yaşadı kuşkusuz. Türkan İldeniz özelinde, bir şairimizin toplumsal dönüşümüne de tanıklık etme olanağımız olacak.

[1] Mehmet Çınarlı, Hisar’dan Hatıralar, Türk Dili, Sayı 425 (Mayıs 1987), syf. 305.

C. Hakkı Zariç
diğer yazıları