yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

MAHKEME KAPILARINDA SAİT FAİK

OĞUZHAN YEŞİLTUNA

1937 yılında dönemin gazetelerinden Kurun’da, ardından 1940 yılında Varlık’ta “Çelme” isimli bir öykü yayınlanır. Çelme, yazıldığı dönemde, gelmekte olan İkinci Dünya Savaşı’nın seferberlik atmosferinde geçer. Halk taşmış sulardan, ödenemeyen vergilerden, satılmış mandalardan, harbin yurda gelip gelmeyeceğinden bahseder. Askerler in cin top oynayan yerlerdeki kulübelerde nöbettedir. Emir böyledir. Ancak başkalarının aç, perişan olduğu günlerde mutlu olanlar da vardır. Adapazarı’nda yapılan bir teferrüce, gezintiye, katılan kafile onlardan biridir. Gittikleri yer, dönemin seçkinleri tarafından da sıkça ziyaret edilen bir mesire yeridir. Değirmen başı. Kafilenin içinde askerlik şubesinin eşi de vardır. Bu sebepten, Hasan adlı topal bir asker kafileye eşlik etmekte, sırtında ve ellerinde paketler taşımaktadır. Mesire yerine vardıklarında halktan bir kalabalığın da orada olduğu fark edilir. Ortam, kıyametten bir numunedir. Öykü, topal Hasan’a takılan bir çelme ve Hasan’ın taşıdığı zeytinyağlı dolmaların, kocaman beyaz ekmeklerin, kaşar peynirlerinin ortalığa saçılması ile sona erer.[1]

Sait Faik Semaver[2], Sarnıç[3] ve Şahmerdan[4] yazarı, öykünün halkı askerlikten soğuttuğu gerekçesiyle askeri mahkemede yargılanır. Dava beraat ile sonuçlansa da Sait Faik’in kurgusal suskunluğuna sebep olur. Nitekim Lüzumsuz Adam’a[5] kadar geçen sürede herhangi bir öykü kitabı yayınlatmaz. Mahkeme Kapısı[6] ise Sait Faik’in öyküsüne atılan bu çelmenin verimidir. 28 Nisan 1942 – 31 Mayıs 1942 tarihleri arasında “bir uğraş olsun diye”[7] dönemin gazetelerinden Haber’de adliye muhabirliği yapar ve izlenimlerini “Mahkemelerde” başlıklı köşede paylaşır.

Bir bakıma Sait Faik’in hukuksuzca yargılanmasının yarattığı etki ile ortaya çıkan Mahkeme Kapısı bir hukuk ve edebiyat kitabıdır. Hem hukukun edebiyat ile öğrenilebileceğine hem de yargılamanın bir kurgu olarak yorumlanabileceğine örnek oluşturur. Eser, yine bununla bağlantılı olarak, iki açıdan önem taşır. Bunlardan ilki yargılamalara konu olayların İkinci Dünya Savaşı’nın dolaylı etkilerini yaşayan bir toplumun genel portresini çizmesidir. Kitapta yer alan yirmi altı yazının arasında boşanma ve cinayet davalarıyla ilgili olanlar olsa da büyük çoğunluğu hırsızlığa, rüşvete ve dolandırıcılığa ilişkin davalardan gözlemleri içerir. Yargılananlar işçiler, işsizler, okuma yazması veya nüfus kaydı bile olmayanlardır. Tesadüf olup olmadığına ilişkin elimizde yeterli veri olmasa da “Çelme” öyküsündekine benzer olarak, “Koltuk Değnekli Adam” adlı yazıda da bir topal Hasan vardır. Dava konusu olaylarda çalınan kimi zaman bir ceket, kimi zaman Seylan çayı, kimi zaman bulgur, kimi zaman da Sultan Mahmut Türbesi’nin kurşunlarıdır. Ancak günün sonunda imlenen her daim sokaktaki derin yoksulluktur.

“Pişmanlık” bu bakımdan özellikle dikkat çekicidir. Anastas ile Aristidi isimli iki sıvacı gencin yargılandığı davanın konusu Büyükada’da Bakkal Moiz’in dükkânından karne ve para bırakmadan alınan ekmeklerdir. Konusu Sefiller’i hatırlatan olayda neyse ki hakkaniyetli bir hâkim görevli ve yetkilidir: “Senin, biraz beklemek sıkıntısına tahammül edemeyerek bu ekmeği çalmış olduğuna kanaat getirdim. Cezan, bu harekete uygun Ceza Kanunu’nun … maddesi mucibince altı aydır. Fakat çaldığın şey nihayet pek az bir şey olduğundan, senin bu cezanın üçte ikisini indiriyorum. İki ay hapis oluyor. Yaşın küçük olduğu için bunu da indiriyorum. Bir ay yirmi gün hapis yatacaksın. Bunun da içinde camekandaki ekmeğe karşı mukavemetsiz bir his duyduğuna kanaat getirdiğim için, ahvali hazırayı düşünerek cezanı bir ay üç güne indiriyorum. Nedamet getirdiğine, bu işi bir daha yapmayacağına kanaat getirdiğim için bu cezanı da tecil ediyorum. Yani şimdi mahpus olarak yatmayacaksın. Ama yine cezan cezadır.[8]

Ancak işler her zaman bu şekilde gitmez. Devletin adaleti her daim tecelli etmez. Örneğin boşanmanın konu edildiği “Modern Bir Karı Koca”da verilen hüküm, medeni hukuku uygulayanların kadına bakışı hakkında günümüze uzanan sorunları içerir: “Fethiye’nin kocasına hakaret ettiği sabit olduğundan üç gün hapsine ve bir lira para ödemesine, Ahmet’in de sabit olan dövme suçundan yirmi beş lira para cezasına, dövdüğü kendi karısı olduğu için bu cezanın arttırılarak yirmi dokuz lira otuz kuruş ödemesine, fakat kadın tarafından şiddetli tahrik edildiği anlaşılmasıyla bu cezanın dokuz lira yetmiş kuruş olmasına kadar verildi.[9]

Mahkeme Kapısı’nda önem taşıyan bir diğer nokta ise yargılamanın tüm taraflarının her şeyden önce insan olduğunun hatırlatılmasıdır. Sait Faik’in öykülerinden aşina olduğumuz hümanist tavır mahkeme yazılarında da sürer. Yargılamanın taraflarının bir eş, anne, baba, çocuk ya da basitçe “ne” olduğu vurgulanır. Suçlu kazındığında altından insanın çıkacağına yönelik bir inançtır bu.[10] Büyük hukuk ve edebiyat eserlerine – Bülbülü Öldürmek, Suç ve Ceza, Kasvetli Ev, Billy Budd veya Michael Kohlhaas’a – baktığımızda da görebileceğimiz, hukukun evrensel ilkelerini yaratan ve hukuki hümanizmi içeren bir duruş. Mahkeme Kapısı, anayasal kurumların, masumiyet karinesi başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklere ilişkin evrensel ilkelerin yalnızca ders kitaplarında yer alan teorik birer detay haline getirildiği günümüzde; adaleti ve hakkaniyeti hatırlatacak bizden bir örnektir. Edebi romantizme kaçmadan nasıl söylenir bilmem ancak Sait Faik anlayışında hukuk öğretici ve uygulayıcılarına ihtiyaç duyduğumuz açık. Mahkeme Kapısı, başlı başına bunun için bile okunmaya değerdir.

Mahkeme, öldürülenin de bıçak çekip çekmediğini anlamak üzere suçlunun gösterdiği şahitlerin dinlenmesine karar verirken salonu terk ettim. Sokağa çıktım. İçimde hakiki bir melal vardı. Başım dönüyor, ellerim terliyordu. İnsanlara bakıyordum. Her mevsimde birbirlerini sevmek için yaratılmış bu bazen meyus, bazen şen, bazen gürültücü, bazen melankolik geçip giden kalabalıktan hiçbirisinin kendi gibi sakalları büyüyen, kendi gibi gülen ve ağlayan, kendi gibi hislenen ve sevişen bir mahluku öldüremeyeceğini, bu mahkeme salonunda gördüğümün nesli tükenmiş bir insan numunesi olduğunu düşünüyor; hiç kimseye, ama hiç kimseye, kendisinin her hususta eşi bir mahluku öldüreceğini isnat edemiyorum.[11]

[1] ABASIYANIK Sait Faik, “Çelme”, Şahmerdan, İstanbul: YKY, 2008, s. 14-20.
[2] ABASIYANIK Sait Faik, Semaver, İstanbul: Remzi, 1936.
[3] ABASIYANIK Sait Faik, Sarnıç, İstanbul: Çığır, 1939.
[4] ABASIYANIK Sait Faik, Şahmerdan, İstanbul: Çığır, 1940.
[5] ABASIYANIK Sait Faik, Lüzumsuz Adam, İstanbul: Varlık, 1948.
[6] ABASIYANIK Sait Faik, Mahkeme Kapısı, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.
[7] NAYIR Yaşar Nabi, “Sait Faik İçin Notlar”, Varlık, 1954.
[8] ABASIYANIK Sait Faik, Mahkeme Kapısı, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, s. 51.
[9] ABASIYANIK Sait Faik, Mahkeme Kapısı, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, s. 14.
[10] EREM Faruk, Bir Ceza Avukatının Anıları, Lyke Kitap.
[11] ABASIYANIK Sait Faik, Mahkeme Kapısı, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, s. 107.

Çizim: Mina Persis

diğer yazıları