yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

BARIŞ GÖNÜLŞEN: KİTAP KOLEKTİF BİR ÜRÜN

Dilimiz ile bedenimiz arasında nasıl bir bağ var? Deyimlerle insan vücudunu tanımak, söz oyunlarıyla anatomiyi keşfetmek mümkün mü? Çocuk ve gençler için bilim kitabı yazmanın zorlukları nelerdir? Tüm bunları ve daha birçok şeyi merak edip sorularımızı Dile Gelen Beden: Deyimlerle İnsan Vücudu kitabının yazarı Barış Gönülşen’e yönelttik.

Barış, seni okurlar öncelikle çevirilerin ve düzenlediğin çeviri atölyelerinle tanıyor. Kendinden, yaptığın işlerden biraz bahsedip çocuklar için bir kitap yazma fikri nasıl doğdu, okurumuzla paylaşır mısın?

Dili, önce Türkçeyi, sonra Almanca ve İngilizceyi, genel olarak dil öğrenmeyi hem anadilimde hem de başka bir dilde kendimi ifade etme olanaklarını çocukluğumdan beri araştırır, severdim. Çeviri hayatıma ilk kez ne zaman girdi, hatırlamıyorum. Gençliğimde Brecht’in tüm şiirlerini önüme koyup kendi kendime amatörce çeviriler yapardım. O dönem yaşamımda pratik mücadele konularına, toplumsal ve sınıfsal aciliyet arz eden başlıklara öncelik verdiğimi, çeviriyi bir meslek hedefi olarak önüme koymadığımı belirtmem gerek. Çeviri zamanla, ağır ağır, demlenerek yerleşti yaşamıma. Geçimimi yıllardan beri sadece kitap çevirisi yaparak sağlıyorum.

Normalde –dilerseniz yine “gençliğimde” diye düzelteyim– fazla enerjik bir yapıya sahiptim. Çeviri, olabildiği kadarıyla tabii, bana kula minnet eylemeden yaşama olanağı tanımanın yanında taşıdığım kimi sağlık sorunlarına takılmadan daha sakin, daha durağan bir hayat imkânı sundu. Tabii, fazla durağanlık da iyi değil, malum, materyalizm icabı bir süre sonra zihin de durağanlaşıyor. O yüzden ara ara çeviri atölyelerinde yer alarak yeni ve genç meslektaşlarımızla tanışmak, sohbet etmek, deneyimlerimizi paylaşmak fırsatını kaçırmamaya gayret ediyorum.

Almancadan edebiyat çevirmeyi, İngilizceden de bilim, sosyal bilim kitapları çevirmeyi tercih ediyorum. Daha önce Büyükannem Cebimde adında tatlı bir çocuk kitabını çevirmiş, o vesileyle çocuk kitapları alanını doğrudan gözleme ve öğrenme fırsatım olmuştu. Dile Gelen Beden ise benim hem bilim çevirilerindeki birikimimi hem de çocuk edebiyatına ilgimi bilen çevirmen-editör Suzan Geridönmez’in teklifiyle doğdu. Bende iki ayrı kanaldan süzülen birikimi, yönlendirerek bu kitaba akıtan kişi olduğu için, okurlar bu kitabı aslen ona borçludur. Deyimlerin her dilde kendine özgü olduğunu hepimiz biliyoruz; bu sayede ben de kaleme aldığım ilk kitabın başka bir dile çevrilemez olması gibi bir laneti ya da ayrıcalığı tatmış oldum.

İsminden de anlaşıldığı gibi insan bedenini odağa alan Dile Gelen Beden’i çocuklar için bir anatomi kitabı olarak tanımlayabiliriz. Ama alt başlığı Deyimlerle İnsan Vücudu fazlasına işaret ediyor. İnsan bedenini deyimlerle anlatma yoluna giderek dil zenginliğimize de eserinde geniş yer ayırmışsın. Konuyu çocuk ve gençler için anlaşılır kılmak için mi bu yolu seçtin? Yoksa dil ile beden arasında kurduğun bağlantılarla daha fazlasını mı anlatmak istedin?

Çizimleri yaratan Kemal Arslan’la koordineli yürüttüğümüz çalışmada, kurduğum metin sisteminde sade, açık, süslemeye kaçmayan, bilimsel metinlere uygun bir dili korumaya çalıştım. Tek taraflı ve kuru bir anlatım olmamasında ürünü resimli kitap formuna taşıyan çizimlerin payı büyük. Ben de metinde aktarılan bilgileri mümkün olduğunca okurun günlük yaşamına taşıyıcı tarzda örneklerle, alımlanma gücünü artırma arzusuyla eğlenceli ayrıntı ve yan bilgilerle birleştirerek sunmaya çalıştım.

Kitap 10-12 yaş civarındaki çocuklara yönelik. İlkokullarda biyoloji bilgisi yok denecek kadar az, bu büyük bir eksiklik. İkinci kademe eğitimdeyse ne yazık ki büyük oranda ezber isteyen kuru bilgi yığıntısı söz konusu. Aslında organları sistem yaklaşımı içerisinde, bütün-parça ilişkisi kurarak açıklamak çok daha doğru, diyalektik bir yaklaşım olurdu. Ancak bu alanda var olan temel bilgi eksikliği, istemeyerek kalemimi öncelikle temel organların aktarılmasına büktü. Açıklamalı anatomik çizimlerin yanında deyimlerin gerçek anlamlarıyla kullanımından doğan esprili çizimlerle 22 temel organ ve uzvun işlev ve yapısının akıcı bir dille anlatıldığı, bununla kalmayıp bedenin dile gelmesi sayesinde organlarımızla ilişkili türetilmiş deyimler arasından seçilen pek çok deyimin açıklandığı bir çalışma oldu.

Hepimiz toplum sahnesine bedenlerimizle çıkıyoruz. Öte yandan toplumu da bireysel bedenlerimizi ehlileştiren ve tahakküm altına alan bir üst beden olarak tanımlayabiliriz. Bedenin sosyolojisi görece yeni araştırmalara konu olmaktadır ve özellikle toplumsal cinsiyet bağlamında tartışılmaktadır. Dile Gelen Beden kitabı bu bağlamda da dikkat çekici. Bir yandan genç okuru, bedene bilimsel açıdan bakmaya teşvik ederken, bedenin sosyolojik anlamı üzerinde düşündürtmek gibi bir kaygın da var sanki. Nedenini biraz açar mısın?

Üniversitelerde anatomi ve dilbilim gibi gösterişli isimler verilen, ilköğretimdeyse Fen Bilgisi ve Türkçe derslerinde kopuk ve genellikle bir değinip geçme biçiminde işlenen, görüntüde birbirinden çok farklı bu iki alanın kesişimine yöneldim. Konuyu dediğiniz gibi beden üzerinde yürüyen toplum-birey ve tahakküm ilişkileri açısından da değerlendirmek mümkün.

Konuyu düşünüş itibarıyla materyalist bir yaklaşımla işlemeye çalıştım. Kitapta deyimleri okurla beraber önce gerçek anlamıyla okuyoruz. Okur muhtemelen deyimden daha önce haberdar olmadığı için, deyimdeki abartı ona komik geliyor ve buna beraber gülüyoruz. Ardından da aslında anlatılmak istenen şu, deyim önce burdan çıkmış, sonra yürümüş gitmiş diyoruz.

Kitapta üremeyi ele alırken, argo ve küfür sınıfına giren eril deyişler dışarıda tutulduğunda cinsel organlarla ilgili hiç deyim üretilmemiş olduğu tespitimi aktardım. Vajina, penis, sperm… İlk bakışta bu sözcüklerin yabancı dillerden gelme sözcükler olmasının, deyim oluşumu için gereken zamanın, çok sayıda nesli içeren aktarım zorunluluğu için gerekli demlenmenin olmamasının bu durumu açıkladığı düşünülebilir. Doğrudur da. Fakat bu konuda yalnız değiliz, birçok dilde aynı boşluk var. Bu boşluk bireylere temel cinsel eğitim sağlanmayan, cinselliğin tabu sayıldığı, feodal kültürün kapitalist ataerki içerisine yedirildiği toplumlarda çok zengin bir “ikinci dil”le doldurulmuş. Şeylerin adlı adınca nitelenemediği, göndermelerle konuşulan, kırılgan erkekliğin saldırgan küfürle, ezilen kadınlığın utancın şalıyla örtülüp isim takmalarla kendini ifade ettiği bir dil bu.

Her neyse, tekrar sorduğunuz maddi zemine dönersek, kadını, erkeği, lgbti+ bireyleri tüm insanlar birkaç organsal ayrım ve kimyasal haricinde yapı itibarıyla neredeyse tümüyle özdeşiz. Organ nakli süreçlerini takip etmiş olanlar daha iyi bilir; bir siyahın iç organlarıyla bir beyazın, Arap’ın, Çinlinin iç organları ne organ rengi, ne de sistem işleyişi açısından hiçbir fark taşımıyor. Sıfır farklılık var. O yüzden sorunuzdaki gibi, toplum eğer bireyin bedenini ehlileştirmeye, tahakküm altına almaya kalkıyorsa, orada o ayrımcılık farklı bir saike hizmet ediyor demektir.

Çevirmen olarak dille girdiğin özel bir ilişkin var. Bu kitapta yer alan yüzü aşkın deyim için de bir araştırma yaptın mı? Deyimleri hangi kriterlere göre seçtin?

Deyimler dilimizin renkli malzemesi. Kısa ve özlü. Anlatıma somutluk, canlılık, eğlence katıyor; bir durumu, olayı, kavramı daha etkileyici anlatmaya yarıyorlar. Aynı esnada deyimlerde kullanılan sözcükler kalıplaşarak yeni bir anlam kazanıyor. Dolayısıyla deyimlerde adı geçen organlarımızın da gerçek anlamlarından kaymaya uğradığını, oluşturulan deyimin yeni ve başka bir anlam kazandığını görüyoruz.

Öte yandan deyim içerisinde kullanılarak ulaşılan bu yeni anlam, vücudumuzun ilgili parçasının gerçek anlamıyla ilişkisini tümden koparmıyor; evet, ondan uzaklaşıyor ama bunu genellikle organın asli işlev ve görevinden bağını tümden koparmaksızın yapıyor. Mecazlı kullanım dediğimiz bu anlam kaymasının, benzetmelerden yararlanılarak gerçekleştirildiği koşullarda, toplumumuzun organlara yüklediği anlam ve onlardan beklentisi konusunda aydınlatıcı bir işlev gördüğünü fark ediyoruz. Deyimler aslında bedenimiz ve onun işlevleri hakkında önemli ipuçları barındırıyor. Öte yandan deyim içerisinde kullanıldıklarında anlam kaymasına uğrayan organlarımız, deyimler içindeki halleriyle gerçek anlamda bir okumaya tabi tutulduklarında da, oldukça eğlenceli sonuçlara ulaşıyoruz. Kalp kırmak için çekiç gerekir mi, bir konuyu diline dolamak için ip şart mıdır, beyinde şimşekler çaktığında ardından gök gürler mi gibi, skeçlere konu olabilecek, bilmece tadında sorular karşımıza çıkıyor.

Deyimler derya deniz; biz kitaba sadece organlarla ilişkili deyimleri aldık. Bu kısıtlamaya karşın kitapta toplam 350 deyimin açıklaması yer aldı. İçlerinden bazılarını kitabın ana eksenini oluşturan çizimlere ve kutucuklara yerleştirirken, geriye kalanları bedenle ilişkilenen bir deyimler sözlüğünde toplayarak kitabın arka kısmına aldık. Böylece okurlar için de mini bir kaynak oluşturmayı hedefledik.

Peki, senin favori deyimin hangisi? En sevdiğin deyimi ya da deyimleri nedenleriyle açıklar mısın bize?

Beyin yıkamak harika bir deyim. Almancası ve İngilizcesi de aynı. Aslen Çinceden çıkmış. 2. Dünya Savaşı sonrası CIA üzerinden birçok NATO ülkesinin diline geçmiş. Beyin çok önemli bir organ olduğuna göre, kimbilir belki de onu temiz tutmak için yıkamak faydalı olabilir! Oh, tertemiz, 1984 romanından fırlama sanki, dert-tasa yok, mis gibi değil mi? Net bir hayır’la okurumuzu beyninin yıkanmasına izin vermemesi için uyarmaya çalıştım. Buna izin veren bireylerin ve toplumların sonuçta bu işten zararlı çıktığını toplumsal ve sınıfsal mücadeleler tarihindeki kolektif acılar bize gösteriyor.

Boyun eğmek deyimini seviyorum bir de. Elbette, tersini, dik başlılığı da! Egzersiz amaçlı boynu eğmek, dikleştirmek, sağa-sola çevirmek faydalı olabilir. Gerçek hayatta ise kimse, temel haklar bazında söylüyorum, karşısındakinin gücünü kabul edip istemediği şeylere katlanmak zorunda kalmamalı. Bu iki deyimdeki fiziksel göndermenin gerçekliği, gerçek durumlarla ilişkisi çok çarpıcı. Önünü ilikleyip boynunu eğen bürokratın küçülmüşlüğü ile her koşulda başı dik duranların dış görünümlerinde dahi ifadesini bulan büyüklüğü, benim imgelemimde çok canlı ve okuyanlarda da aynı imgeyi üretmesini ümit ediyorum.

Biraz da kitabın içyapısından bahsedelim. İnsan bedeninin anatomisini, organ ve uzuvların işleyişi ile deyimleri nasıl bir araya getirdin?  Bilgi kutucukları, esprili deyim açıklamaları, Kemal Arslan’ın kimi karikatüre kimi anatomik çizime yakınlaşan özgün çizimleri… tüm bunlar bir arada değerlendirildiğinde oldukça renkli ve farklı bir eser çıkmış ortaya.  Peki, onu ders kitabı olarak değerlendirmek doğru mu? Öğretmenlere, çocuk ve genç okura bu eser neler vaat ediyor?

Kemal Arslan hiç vakit kaybetmeden temel organların anatomik çizimlerine başlamıştı zaten. Ben de deyimlerle ilgili geniş bir tarama yaptıktan sonra içlerinden hem öne çıkarmaya değer hem de görsel olarak karikatürize etmeye uygun olduğunu düşündüklerimi hemen kaleme almaya, kutular şeklinde yazarak çizime göndermeye başladım. Sonuçta editörümüzün katkılarıyla ara girdiler de yaparak kitabın bütününü şekillendirdik. Çıkan ürünün beğenileceğini umuyorum.

Kaleme alırken kafamdaki hedeflerden biri evine dönen genç okurun “Bugün okulda ne öğrendiniz?” sorusuna bu kitap vesilesiyle heyecanla, somut bir yanıt verebilmesini sağlamaktı. Ebeveynlerine “mide ne işe yarar?”, “sindirim organları nelerdir?” gibi soruların yanıtlarını “midem kazınıyor”, “midem kaldırmıyor” gibi daha onlarca deyimin bilgisiyle beraber şevkle aktararak zihninde pekiştiren çocuğun hissedeceği bilme ve aktarma deneyiminin kıvancına katkımız olursa çok mutlu olurum.

Bu açıdan disiplerarası bir yaklaşımla kaleme alınan, iki farklı alanı kesişim noktalarından alarak bütünleştiren çalışmanın modern temel eğitim açısından daha derinlikli sonuçlar sağlayacağını düşünüyorum. Kaynak veya yardımcı bir kitap olarak sınıfta işlenmeye, hep beraber gülmeye ve eğlenmeye uygun, ilgi çekici çizimlerle desteklenerek verilen içerik öğretmenlere ve okurlara keyifli bir öğrenme sağlayabilir.

Peki, Türkiye’de çocuk ve gençlerin ulaşabildiği bilim kitabı sence yeterli mi? Bu alanda faaliyet gösteren yayıncılara sence ne tür görevler düşüyor? Son olarak bu alanda üretmeye devam etmeyi planlayıp planlamadığını ve heybende yeni bir proje olup olmadığını da soralım.

Biliyorsunuz geçmişte popüler bilim kitapları yönünden TÜBİTAK önemli bir rol oynuyordu. Yeni çeviri eserlerin basılmamasıyla bu kuruma alandan el çektirilmesi sonucu oluşan boşluğu zamanla çeşitli yayınevleri doldurmaya talip oldu. Fakat bilimsel çocuk kitabı alanında halen ciddi boşluk var. Bu türde kitap çevirileri olmuyor değil, çevrilmiş gayet güzel kitaplar da piyasaya çıkıyor. Fakat Türkiyeli yazarların kaleme aldığı özgün eserler hemen hiç yok. Bu açıdan farklı bir şey yapmaya giriştik, umarım olumlu bir karşılık alabiliriz.

Bundan sonrasında bu alanda üretmeye devam etmeyi planlamadım. Yani, bir plan yaparak yola çıkmadım, o anlamda planım yok. Bildiğim şu ama: Kitap kolektif bir ürün ve iyi bir ekip çalışmasını, yayınevi uyumunu ve daha birçok parametreyi gerektiriyor. İsabetli bir fikir yakalar, bu fikirden yola çıkıp üstüne hep beraber emeğimizi koyarsak, neden olmasın?

Dilerseniz kitaba uygun bitirelim: Şu üç günlük dünyada karnımızı doyurmayı gözardı edemesek bile, muhakkak kalbimizin sesini dinleyerek, elden ayaktan kesilmedikçe, beynimiz sulanmadıkça, kafamız bulanmadıkça yine kolları sıvar, iş başa düşünce, ürettiklerimiz dillere destan olmasa da, başkalarına burun kıvırmadan, kimseye el avuç açmadan, kimsenin de kafasını fazla şişirmeden, dilimiz döndüğü kadarıyla, başımızdan büyük işlere girişip dertsiz başımızı derde sokarak, yine kafamıza göre ürünler çıkarırız herhalde, diyorum.

Neslihan Eser
diğer yazıları