yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

Ölmek: Bir Aile Anatomisi

Bu yıl düzenlenen Berlin Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü alan yönetmen ve aynı zamanda filmin senaristi de olan Matthias Glasner’in Ölmek/ Sterben filmi bir ailenin farklı bölümlerde anlatılan uzun bir hikâyesi. 43. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen film, Lunies ailesini odağına alıp her karakteri kendi bölümünde başrole çeviren, beş bölümden oluşan ve de dört kişilik bir ailenin yabancılaşma hikâyesi aynı zamanda.

Film Almanya kırsalında yaşayan Lissy ve Gerd’in kötü bir hâldeyken komşuları tarafından bulunmasıyla başlıyor. Lissy yerde oturmakta, dışarıdan gelen komşu yardıma ihtiyacı olup olmadığını sormaktadır ama Lissy buna gerek olmadığını söyleyerek komşusunu nazikçe kovar. O sırada Gerd yarı çıplak hâlde Lissy’nin yanından geçerek onu aramaktadır. Lissy, demans hastası olan kocası Gerd’e kendi başına bakmaya çalışmaktadır ama kendisi de son derece hastadır. Devlet ise yeterince sosyal yardımda bulunmamak için Lissy’nin durumunu çok da kötü anlatmamasına (biraz da gururundan) “demek ki bu iyi olduğunuzu” gösteriyor deyip kestirip atmaktadır. Bir gece Lissy kalp krizi geçirince, daha önce istemediği komşusu yardımına koşar ve Gerd de Lissy hastanedeyken bir bakımevine yerleştirilir. İlk hikâyede Lissy’nin çocuklarını aradığını ama onlarla iletişiminin sınırlı olduğunu anlarız. Oğlu Tom bir orkestra şefidir ve “Ölmek” başlıklı bir beste üzerinde çalışmaktadır. Aynı zamanda eski sevgilisinin başka bir adamdan olan çocuğuna babalık yapma sürecine girmiş ve o sırada kötüleşen babasının da durumunu takip etmeye çalışmaktadır. Lunies ailesinin kızı Ellen ise bir diş teknisyenidir ve aynı zamanda evli bir adamla da ilişki yaşar, ailesiyle bağı neredeyse yoktur ama Ellen’ın alkol bağımlılığı ise onun hikâyesinin öznesidir.

GERİDE BIRAKTIKLARI YA DA YAŞARKEN AÇTIKLARI YARALAR

Filmin bölüm bölüm anlatıldığına başta değinmiştik. Zira bu bölümlerin hepsi birbirini tamamlayan yanlara sahip. Birbirine dair büyük açıklamalar vermiyor bölümler ama bıraktığı ipuçları bu ailenin neden bu durumda olduğunu anlatıyor izleyiciye. Glasner bu anlamda kalıp bir film anlatımı kullansa da (bölüm geçişleriyle) veya bu hikâyelerin hepsine yeni karakterler ve başka varoluşsal sancılar eklese de tabloyu bulanık ve ayakları havada bırakmıyor. Ama şunu söylemek gerekiyor ki film daha çok yaşamak ama yaşamın getirdiği o sancıları göstermek üzerine. Zira Lissy ve Gerd ve de Tom’un çalıştığı besteci Bernard’ın ve filmin ölümle olan ilişkisi, bu kişilerin ya da çevrelerinin bir şey kaybetmesinden çok geride bıraktıkları ya da yaşarken açtıkları yaralarla ilgili.

Filme dair hesaplaşma sahnelerinden biri olan Lissy ve Tom’un anne-oğul yüzleşmesi de bu yaraların derinliğini ölçmekle ilgili önemli bir ipucu veriyor. Film sadece Lissy’nin Tom ya da Ellen’la olan problemli ilişkisini bir suçlama aracı olarak sunmuyor. Zaten filmin dramatik etkisi bu sonuçlardan da çıkmıyor. Daha çok karakterlerin ilişki kuramaması ya da kurdukları ilişkilerin boyutu, şekli ve bunun nedenlerine dair. Glasner, anne Lissy’nin büyük ihtimalle yaşadığı doğum sonrası depresyonla birlikte Tom’u sevmediğini düşünmesinin ardına büyük bir anlatı koymasa da onu tetikleyen sebepleri es geçmiyor. Lissy, istenmeyen bir gebelik sonrasında ekonomik olarak kendilerine yetemedikleri için Gerd’in ailesinin yanında kalmak zorunda olduğunu anlatıyor o sahnede Tom’a. Kendisini sevmeyen bir kayınvalideyle o evin içinde sıkışması Lissy’nin Tom’la yaşadığı anne-oğul ilişkisini yıkan şey oluyor. Doğum sonrası depresyonun kadınlarda ne gibi etkiler yarattığı konusunda hem psikoloji hem de tıp geniş bir literatür sunuyor. Öte yandan bunun sonuçları nesillerden nesillere aktarılan bir travma olarak karşımıza çıkıyor. Glasner kökene geniş yer ayırmayan ama es geçmediği bu durumla bir ailenin anatomisini çıkarıyor. Her birini kendi kurduğu hayatı üzerinden anlatırken birbirlerine dair bu uzaklığın sebeplerini yalın, kısa ve öz bir şekilde veriyor. Tabii bu kısalık filmin süresine yansımıyor. 3 saatlik film 5 bölümde süresinin aksine akıcı bir anlatıma sahip. İzleyiciyi sıkmadan ama anlatmak istediklerinin ve detayları farklı yan hikâyelerle de destekleyerek, hayatın olağan akışını tek bir olaydan değil, yaşama yayılan tüm izlerinden vermeyi tercih ediyor.

Suzan Demir
diğer yazıları

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir