yeni e

iki aylık kültür sanat edebiyat dergisi

RENGİN PEŞİNDE: ZAHRAD

Geçen haftalarda hekim arkadaşlarımla tıbbiyeli şairlerden söz ettiğimiz bir toplantıda, Samsun’dan, dilbilimci Prof. Dr. Şerif Aktaş’ın da oğlu olan, Dr. Alper Aktaş bir şiir okumaya başladı:

“Gigo kendine bir gözlük aldı
Neye baksa hep mavi görüyor
Gökleri mavi – denizleri mavi
Sevdiği kızın gözleri mavi
Mavi görüyor hep neye baksa 

Etrafına bakınıyor burnunda gözlüğü
Sen diyorsun ki denizler mavidir
oldum olası
Sen diyorsun ki gökler mavidir
oldum olası
Yeni oldu bu diyor – inanmıyor sana

 Gigo kendine bir gözlük aldı
Maviyi mavi görüyor artık”

Şairini sorduğumda, “Zahrad,” dedi, aynı coğrafyayı paylaştığım bir şairi ölümünden sonra ve bu kadar geç tanıdığım için, hele de elime külliyatı Bambaşka Bir Bahar[1] geçtiğinde birden fazla kez utanç duydum. Ancak utanç ve onur kardeştir. Utanabilmek, onurlu olmanın bir yansısıdır.

Zahrad, aslı adıyla Zareh Yaldızciyan, 1924 yılında İstanbul’da doğmuş. Babası Movses Bey hukukçu, Dışişleri Bakanlığında da danışman yardımcılığında bulunmuş. Zahrad önce Eczacılık Fakültesini kazanmış, ardından oradan da ayrılarak İstanbul Tıp Fakültesine girmiş. 3 yıl sonra tıbbiyeyi de bırakmış ve ticaretle ilgilenmeye başlamış.

Zahrad birçok gazete ve dergide edebiyat yazıları kaleme almış. Ama onun yazın dünyası ile asıl buluşması, şiirleri ile olmuş… Gigo şiirleri, kedi şiirleri…

Şiirlerine ilişkin araştırmalar da yapılmış, bu araştırmalarda Zahrad, Garip akımı ile ilişkilendirilmiş, yaşama ilişkin varoluşçu sorular soran şiirleri, yalınlığı, çelişkileri ironiyle ifşa edişi irdelenmiş. Bu yazılara göz attığımda, belki herkesin aklına geliverecek bir soru, zihnimde canlandı. Şiirlerinde konuştuğu, Zahrad’ın seni kim? Gigo kim? Gigo, yoksa Orhan Veli mi?

Sonra bu sorulardan sıyrıldım ve dedim ki, bir şairi, bir şiiri bir akıma sığdırabilir miyiz? Bambaşka Bir Bahar’ın sayfalarını çevirirken bambaşka bir şiir dikkatimi çekti. Yoksulluğu, yoksulları, onların pırıl pırıl düşlerini anlattığı şiiri… Ve dahası o sokakların tozuna toprağına, bir antropolog mesafesiyle bakmaması, sınıf çelişkisine dokunmaktan çekinmemesi. “Mahalle” şiirine şöyle başlıyor:

“Ben mahallemin şairiyim
Dilim yoksul mahalleli kadar
Şiirlerimin tek zenginliğini
Mahallelinin dertleri oluşturur”

Zahrad devam ediyor:

“Her mahallenin kendi düşü var
Her insanın kendi düşü
Göreceksiniz – gün gelecek
Gerçeğe dönmüş olacak her şey
Sadece şairler değil – bütün insanlar
Daha gür şarkı söyleyecekler – hep bir ağızdan”

Gözlerimi kapatıyorum, Sennur Sezer’in “Gecekondu” şiirini okumaya başlıyorum ve soruyorum, Zahrad, Sennur Sezer şiirinin atalarından mıdır?

Sonra, bir kez daha, Zahrad’ın Gigo şiirlerine dönüyorum ve aslında Gigo’ya hitap ederek, yazdığı şiirlerin bir bölümünün ve başka şiirlerinin benim için “mavi şiirleri” olduğunu fark ediyorum.

Ve bir rengin peşine düşüyorum.

Mavi rengin tarihçesine baktığımda, Zahrad şiirlerini, pek de önemli olmayan kişisel tarihimde geç tanıyışımla ya da Gigo’nun “maviyi mavi olarak geç görüşüyle” denk düştüğünü fark ediyorum. Cümlenin ikinci kısmı şiirin ele alınması bakımından daha değerli… Mavi renginin Antik Mısır medeniyeti dışında modern zamanlara kadar eski dillerde geçmemiş oluşu dilbilimcilerin dikkatini çekmiş. William Gladstone ve Guy Deutscher mavinin izini sürenlerden… Peki, neden yer gök maviyken, insan bu rengi bu kadar geç betimliyor? Neden Homer bile denizi “koyu şarap rengi” olarak tasvir ediyor?

Zahrad, buna şiirinde cevap vermiyor mu? “Oldum olası” gökyüzü ve deniz mavi oldukça, ne Gigo, ne insanlar onun maviliğini, rengini ifade etme gereği duyuyor. Artık buna modernizm, her şeyi adlandırmanın çağı mı dersiniz, yoksa Zahrad gibi “gözlük” mü bilmiyorum ama maviyi, “oldum olası” karşımızda olan maviye mavi demenin gereğini sonradan fark ediyoruz. Olağana sonradan büyüleniyoruz.

Belki bu yüzden mağara resimlerinde doğada bulunan birçok renk var da, bizi sarıp sarmayan mavi yok.

Zahrad’ın bir diğer şiir ve düş kardeşi Gülten Akın’ın düzden yazdığı yazılara göz atınca, Akın elini kaldırıyor, her yazın insanını folklorunda da aramalısın, diyor. Zahrad’ın deyimiyle “mum ormanları” yanıyor zihnimde, maviyi Ermenice’de aramaya koyuluyorum. Mavi, Ermenice’de Kapoyt. Bu sözcük rengin gri-mavi tonuna da gönderme yapıyor. Sözcüğün Farsi kökenine bakıldığında “güvercin” sözcüğüyle, “kapauta”, ses kardeşi olduğu görülüyor.[2] Etimolojik olarak semantik ilgisi belirsiz olsa da, Zahrad’ın, “Gökselaşk” şiirinde, bunu anımsadığını düşlüyorum: “Mavi kuyruğuyla bir uçak kuyruk sallar serçeye –“ Dahası mavinin izinde karşımıza çıkan “güvercin” sözcüğü pek çok dilde, pek çok anlamda kalbimizi titretiyor.

Mavi, Ermeni edebiyatında boyadığı gökyüzünün, hatta cennetin de yerine kullanıyor. Zahrad, “Şiir Dediğin”de Babil Kulesini hatırlatırcasına, “Mavi bir kuledir bir şiir / O kadar yüksek ki –tepesine çıkarsan / Apışırsın – başka görünür dört bir yan” diye yazıyor. Tuğla üstüne tuğla değil, sözcük üstüne sözcük mavi bir kule…

Zahrad şiirinde mavi öndedir, ancak sadece mavi yoktur, sarının da yeri vardır. İster istemez onun şiirlerinde Goethe’yi düşünürsünüz. 19. yüzyılın başlarında tamamladığı, renk öğretisini… Ana renklerin mavi ve sarı olduğunu yazmıştı, prizma deneyinde beyazın yanına bu iki renk düştüğü için… Sarı ne kadar aydınlığa yakınsa, maviyse karanlığa yakındı… Zahrad şiirinde mavi çift anlamlıdır. Bazen yaralanmışlık, bazen aşkınlık belirtir… Onun şiiri dünya gibi bir ışıklar dünyasıdır. Bundan, renklerin yeri ayrıdır. Zahrad şöyle yazar: “- Işıklar dünyası / sen biraz aydınlan diye / – ve aydınlanalım seninle biz de –“

Zahrad şiirinde Goethe ile birlikte Wittgenstein’ı da hatırlayabiliriz. Renkler de dil oyunu değil miydi? Bundan onlara isimler vermez miyiz? Zahrad’ın şiirinde yazdığı gibi, “- Renkler dünyası / sen biraz daha renklen diye / – ve renklenelim seninle biz de –“

Bir rengin izini sürerken, binbir sözcüğün, rengin, kültürün yer aldığı külliyatın, Bambaşka Bir Bahar’ın arka kapağını çeviriyorum:

“Bambaşka bir bahar gelecek – armağan
ve benden başka kimsenin bilmediği talihsiz bir şarkı –
eriyip gidecek havada

Bir gün bakacaksın – ki
pembe çiçekler açmış ağaçlar
ahh… içini kavuracak
bahçesiz bir evin içinde yılların geçip gitmesi”

Birden hissediyorum, Zahrad ile Turgut Uyar’ın da soluğu bir.

Zahrad mavisiyle, sarısıyla, kedileriyle, sivrisinekleri ve solucanlarıyla, şiirimizin binbir renkli bahçelerinden… Onun kitabını açtıkça, evden çıkıyor, soluk alıyorum…

[1] Zahrad, Bambaşka Bir Bahar, Çev: Ohannes Şaşkal, Aras Yayıncılık, 1. Basım Şubat 2020

[2] M. Bais, Kapoyt/Blue: Tracing the Armenian History of a Colour, “LANX” 11 (2012), pp. 84‐109

Ayşegül Tözeren
diğer yazıları